Kurdistan Tarihinde Hizbullah ve Huda-Par’a dönüşü!
Özellikle şunu belirtelim. Kurd siyasetî tarih ve hafıza bakımından kör ve sakattır. Arkasına dönüp bakmayan ve tarihinden ders çıkarmayan, çabuk unutan bir özelliğe sahiptir. Bu da, düşmanın tekrar tekrar başına kolayca çorap örmeyi kolaylaştiriyor.
Yakın tarihimiz önemli olaylarından biri Hizbullah ve onun cinayetlerini kapsiyor..Tamı tamına o dönemde 17 bin Kurd aydını, yazarı, meslek sahibi, esnaf ve gazeteci katledildi. Halk arasında, bu cinayetlerin bir kısmını Ergenekon-Jitem, bir kısmı Hizbullah‘çılar eliyle, bir kısmı da yine Jitem-PKK ittirafçıları tarafından işlendiği dillendirildi. Basına sızdı, mahkemelere intikal etti ve binlerce dosya, ittirafçı kasetleriyle günyüzüne çıktı..Ama yine Türk devleti tarafından bu dosyaların üstü örtülerek, kapatıldı. Kamuoyunda „Faili Mechul cinayetler“(!) diye lanse edilen bu cinayet ve katliam dosyaları; aslında faili de, hazmedeni de ve nasıl devlet tarafından örgütlü ve organizeli olduğu da; Türk Genel Kurmay ve Özel Harb Dairesi ile ilgili göndermelerle net ve açık bir sürecin derin devlet ve düşük savaş stratejisi olduğunu kanıtlamaktadır. Bu süreç, unutulmaması ve defalarca hafızalarda canlı tutulması gerekirdi. Ancak böyle tarihimizden ders çıkarabilirdik.
Şimdi Hizbullah denilen örgüte dönersek:
Hizbullah kisaca "Allahın yolu, Allahın partisi" olarak kendini 1979 yılında duyurdu.
Hizbullah nasıl doğdu, nasıl büyüdü?
Siyasete hazırlanan Hizbullah'ın anlamı "Allah'ın yolu, Allah'ın partisi". Düne kadar silahların konuşulduğu örgütte, bu gün partileşmiş ve „bir islami Kurd partisi süreci“(!) konuşuluyor. Türkiye'de ortaya çıktıkları ilk tarih 1979. İran İslam Devrim'inden etkilenen Abdulvahap Ekinci tarafından Diyarbakır'da kuruldu.
Vahdet Grubu olarak tanınan grup sonra ikiye bölündü. Vahdet Grubu'ndan Fidan Güngör liderliğinde ayrılanlar, Menzil Grubu'nu kurdular. 17 Ocak 2000'deki Beykoz operasyonunda öldürülen Hüseyin Velioğlu da İlim Grubu'nu kurdu ve başına geçti.
Bu islamcı ve arka pilanı belli gruplar arasında çekişmeler ve „konsepte aday“(!) çekişmeleri yaşandı. Bu çekişmelerin içinden İlim Grubu zamanla güçlendi ve Kurdistan'da silahlar konuşmaya başladı. 1990'lı yıllar, Hizbullah ile PKK'nın karşı karşıya geldiği dönem oldu.
Kurdistan, Makarov marka silahlarla ve faili meçhul cinayetlerle bu dönemde tanıştı. Devletin PKK'yı yok etmek üzere Hizbullah'ı taşeron olarak kurduğu iddiaları da bu dönemde ortaya atıldı. Bu idia neydi ve ne kadar doğruydu, sağlıklı bir şekilde tartışılmadı. Kurd Halkı Devlet ve organize ettiği, yönlendirdiği örgütler arasında kaldı. Korkunç bir katliam ve „faili mechul“ cinayetler zinciri ile kitleler, aydınlar, işadamları, meslek sahipleri, gazeteciler terörize edildi. 4 binin üzerinde köy yakıldı ve boşaltıldı. Kırsal alanlarda bu cinayetlerde görev alanlar ile şehir merkezlerinde işlenen cinayetler farklı ellerle yürütüldü. Kaçırılma, kaybettirme, yol kenarında öldürülmüş olarak bulma, sokakta ensesinden kurşunlananların yanısıra, Köylerde toplu kaçırma ve öldürülme olarak tarihe geçti. Terorize edilmiş, yıldırılmiş, ağır bir düşükyoğunluklu savaşın etkisi altında göce ve Türk metropollerinde perperişan bir tablo ile karşılandı kurdler. „Asla o günleri unutmayacağız“(!) diyenlerin hafızasında o günlerle ilgili eser kalmadı.
Bu süreçte bu örgütlerin cinayete kullandıkları; „Makarov marka silahlar ve domuz bağlarıyla öldürülme.“(!) olarak tarihe geçti. Birde 17 bin öldürülmüş Kurd!
Örgütün devletle ilişkileri açısından sadece şu ittirafla yetinelim: 28 şubat sürecinde, Yaşar Nuri, Zekeriya Beyaz, Nevra Sezerli gibi isimler şu açıklamayı yapiyordu: „Bizi Özel Harp Dairesi'ne diyor 'Genel Kurmay çağırdı.Orada bize brifing verdi. Dedi ki, sizin vazifeniz, amacınız, toplumda islami bilgileri islami konuları sulandırmak“tır.(!)
Devletin organize ettiği ve kitle mühendisleri eliyle hazırlanan bu tür stratejiler hep benzer şekildedir. Önce kendi içlerinde organizasyonun bağlarını zaiflatıcı ve bilgileri dışariya sızdırıcı üyelere karşı „hain damgası ve ardından infaz“(!) metodunu işleyerek; korku üzerine inşa edilen bir örgütsel bağ geliştirilir. İkinci metod ise „toplumu siyasi olarak sürece angaje etme, toplum ahlakını yeniden düzenleme ve düzene sokma süreci başlatilir. Bu da şiddet yöntemiyle sağlanır. Ardından cinayetler zinciri sürecini başlatarak, terörize yöntemlerle panik ve yıldırma evresi ile birlikte toplum düşükyoğunluklu bir savaş sürecine sokulur. Bu savaş ilan edilmemiş, ama hedeflenen topluma karşı aslında bir savaş açma ilanı olarak sürece sokulur. !990 ile 2000 yılları arasında Kurdistan’da yaşanan süreç bu. Hizbullah bu sürecin devlet tarafından organize ettiği ve yönlendirdiği aktörlerden biri. Bu konuda Hizbullah’ın yargı dosyalarında ve ittirafçılarının ifadelerinde 2 bin 500 sorgu ses kaseti ve binlerce dosya mevcut. Hizbullah cinayet süreci, Abdullah Öcala’ın Türk devletine getirilmesi ve yargılanması süreci ile beraber; devletin bu tür aktörlere karşı operasyon süreciyle birlikte, pilanlanan Düşükyoğunluklu savaş sürecini durdurduğunu da görüyoruz. Bu süreçle birlikte, cinayetler de durduruldu. Bu bile tek başına devletin bu örgüt ve örgütlerin arkasında olduğu tezine kanıt oluşturmaktadır.
Hizbullaha karşı düzenlenen devlet operasyonlarında üst düzeyde devletle ilişkili olan ve deşifre olmuş, devlet için tehlike arzeden bir çok kadro öldürüldü ve kayiplara karıştı. Ögüt davası mahkemelere intikal etti. Bu dawaların filaj isim avukatları; Sıtkı Zilan kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Diğer isim de, Mustazaf-Der Genel Başkanı ve Hizbullah anadava avukatı Hüseyin Yılmaz’dı. Bu iki avukat da mahkeme süreci, ittirafçı ses kayitları ve belgelerin tümünden haberdardırlar. Zira Hüseyin Yılmaz'a göre Hizbullah PKK'nın dayatması sonucu silaha sarıldı. Ama Kurdistan’da Kurdlere yönelik devlet terörünün miladı Abdullah önalan’nın Türkiye’ye getirilmesiyle birlikte durduğu bir gerçek!
Hızbullah’ın yakalanan kadro ve tetikçi takımı; Türk mahkemelerinde ağır cezalara çarptırıldı. Ama devlet bu kişilere karşı sorumluydu ve bu kadar „vefasız“ davranamazdı. Bir yasa düzenlemesiyle önemli kadrolarını serbest bıraktı. Bunlar çıkar çıkmaz önce İran, ordan Ortadoğu ve bir kısmı geri dönerek sivil hayatta: Legal dernekler zinciri ve legal parti kurma ile başladılar.
Peygamber Sevdalıları Platformu adı altında toplanan bu dernekler arasında en güçlü olanı Mustazaf-Der. Kendilerine "Mustazaflar -mazlumlar- Hareketi" diyorlar. Ancak yine Mustazaf-Der adını özellikle vurgulayalım.
Bu dernekleşme süreciyle birlikte, sivil parti kurma süreci de başliyor ve bunun ürünü olarak Huda-Par doğuyor. Silahtan feragat etmiş, Kurd hakları ve demokrasiden bahseden; ama ne hikmetse Diyarbakır ve Batman’da ağırlıklı yoğunlaşan faaliyet alanları seçtiler. Hz. Muhamed’in doğum günlerini, Filistin mitinglerini düzenleyerek, diyarbakır ve Batman gibi Kurdistan‘i illerde 10 binlerce kurdü alanlara döktüler. Dünün kurdleri kaçıran, domuz ipleriyle bağlayarak çukurlara gümen ve 17 bin Kurd cinayetinde Türk devleti ile ortak olan örgüt, bir „Kurd İslami örgütü“(!) olarak önümüze çıktı.
Bu yetmedi seçim süreci „ittifak gişimleri“nde Kurd ve Kurdistan‘î partiler bu parti ile görüşmeler ve ittifak önerilerinde bulundular. Bu „ittifak önerisi“ bile kendi başına Kurd siyasi hafızası ve tarihten ders çıkarma gerçeğinden çok uzakta olduğunu bize anlatmaktadır.
Peki Sormak lazım: Hizbullah-Huda-par ne zaman Kurd ve Kurdistan’i güç oldu? Kurdler neden 17 bin cinayeti unuttu?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.