'Kürt Hâkim' kurşunla değil, iğneyle katledildi!
Çetin Çeko
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) ilk Genel Başkanı, hukukçu ve şair Faik Bucak’ın biyografisini konu alan, 'Kürt Hâkim Faik Bucak'ın Yaşamı' adlı eser, geçtiğimiz ocak ayında Avesta yayınlarından çıktı. Kitabın yazarı, Bucak’ın oğlu ve hukukçu Yusuf Serhat Bucak.
Kuşkusuz insanın kendi babası hakkında yazması ne kadar kolay ise bir o kadar da zordur. Kolaydır, çünkü bir dönem sonra yakınındaki insanın hayat hikayesinin bir parçası ve canlı tanığıdır. Zordur, çünkü yazar somut bilgi aktarma avantajına sahip olsa da kan ve duygu bağı, olayların anlatımında terazinin doğru ve adaletli bir şekilde tartmasını etkileyebilir.
Hele biz Kürdistanlılarda, -buna tüm Ortadoğu toplumlarını da ekleyebiliriz- mensubu olduğumuz aile ve aşireti göklere çıkarma, tarihin belirleyici kilit aktörlerinden biri gibi görüp abartma ve sunma, yenilgi, ihanet ve hayal kırıklıklarını başka aile, aşiret ve dış faktörlere fatura etmek gibi olumsuz bir anlayış geleneği vardır. Söz konusu düşün ve davranış, modern ulus zihniyeti ve refleksinin zayıflığından kaynaklanır.
Bu egemen bakış ve yaklaşımı göz önünde tutarak ‘Kürt Hâkim’i okudum.
Yusuf Serhat Bucak, ‘Kürt Hâkim’i yazmasının nedenini, Faik Bucak hakkında bugüne kadar yazılmış veya gerçek diye bilinen bilgilerin önemli ölçüde yanlış olması diye ifade ediyor. Söz konusu eser siyasetçi, hukukçu, şair ve TKDP eski Başkanı Faik Bucak'ın yaşamı hakkındaki bilgilerin birinci elden öğrenilmesine katkı sunmayı hedefliyor.
Ayrıca bu konuda araştırma yapan ve sözü olan çevrelerin, Faik Bucak'ın çocukları Zozan, Serhat ve Sertaç Bucak’ın aktif siyaset içinde olmalarına rağmen, onlarla ilişki kurup birinci elden bilgi almadan, Faik Bucak hakkında kalem oynatmanın eksikliğini ve yanlışlığını da ortaya koyuyor. Bu nedenle ‘Kürt Hâkim' adlı eserin, Faik Bucak hakkındaki noksan ve hatalı bilgi sirkülasyonunu, önemli ölçüde düzelteceğini söyleyebiliriz.
‘Kürt Hâkim’ sadece Faik Bucak’ın hayatı ve mücadelesini ele almıyor. Eser, aynı zamanda dünya, bölge, Türkiye ve Kürdistan'daki politik gelişmelere paralel olarak, özel ile genel arasında bağlar ve köprüler kuruyor. 49’lar Olayı, 27 Mayıs Darbesi, Sivas Kampı, sürgünler, Güney Kürdistan’ın otonomiye kavuşması ve benzeri birçok olay, Faik Bucak’ın hayat çizgisini ve geleceğini belirleyen gelişmeler oluyor.
Bucak Aşireti, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler ve el konulan mallar
Kürdistan’da devlet-aşiret ilişkileri öteden beri ele alınan ve üzerine araştırma kitapları, tezler ve makaleler yazılan önemli bir sosyolojik konudur. ‘Kürt Hâkim’, aynı zamanda Kürdistan’da devlet-aşiret ilişkileri bağlamında Bucak aşiretini mercek altına alıyor. Aşiretin soy ağacı başta olmak üzere, yurtsever ve işbirlikçi siyasi kanatlar arasındaki ayrılıklar, çatışmalar ve aile içi kanlı iktidar mücadelesinin faturasının ne kadar ağır olduğunu anlatıyor.
Aynı topraklarda birlikte yaşamış ama bugün sayıları ikili, üçlü en fazla dörtlü rakamlarla ifade edilen Ermeni, Süryani, Yahudi ve benzeri kardeş kadim halkların başlarına gelen katliam, sürgün ve mal varlıklarına el koyma örneklerinin kitapta yer alması dikkate değerdir. En önemlisi de 'Kürt Hâkim'in, devletin kardeş kadim halkların katliam, sürgün ve mal varlıklarına el koyma siyasetine evet diyerek, buna katılan ve haksız kazanç elde eden aile fertleri adına yapılan yanlışı teslim etmesidir. Yazar Serhat Bucak, aşireti Bucakların, özellikle Ermeni ve Süryanilerin mallarına el koyarak zenginleştiklerini belirtiyor. Bunu yazarın, ailesi adına cesurca itirafı olarak okuyoruz.
‘Kürt Hâkim’de adı geçen önemli bir figür de 1950’de Demokrat Parti’den Diyarbakır milletvekili seçilen Mustafa Remzi Bucak’tır. Remzi Bucak, 1959’da ülkesini terk etmek zorunda kalır. Bucak, İsmet İnönü’nün Kıbrıs sorununun çözümünde iki toplumlu federasyon önermesini, Kürt sorununun olası çözümünde Türkiye için de uygulanabileceğine ilişkin bir mektubu İsmet İnönü’ye hitaben yazar. Aynı zamanda Van’ın Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsünün devletin kolluk kuvvetleri tarafından kurşuna dizilmeleri olayının ortaya çıkmasını sağlar. Remzi Bucak’ın da Faik Bucak gibi başlı başına ele alınıp incelenmesi ve yazılması gereken, tarihi bir Kürt profili olduğunu düşünüyorum.
Sistem partilerinde Kürtler ve legal parti düşüncesi
‘Kürt Hâkim’de, Faik Bucak’ın dönemin Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) içinde neden siyaset yapma gereği duyduğu ve amacının ne olduğu konusunda detaylı bilgi ve yorumlar mevcuttur. Sistem partileri içinde Kürt yurtseverlerinin mevcudiyetleri, duruş ve tavırları her zaman ilgi ve tartışma konusu olmuştur. Konunun bugün itibariyle de aktüel olması açısından birkaç noktayı açmakta yarar vardır.
1950-60 sonrası Kürt hareketinin oluşumunda iki siyasi damardan bahsedilir. Biri Türk sol hareketinden kopup gelen Kürt solcularının, Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ile başlattıkları ayrı örgütlenme adımıdır. Diğeri ise Kürt milliyetçilerinin kurdukları, Türkiye Kürdistan Demokrat Partileridir.
TKDP’leri kuran ve ona katılan kadroların başından itibaren Türk siyasi hareketlerinden bağımsız hareket ettikleri ve ilk siyasi deneyimlerinin de TKDP’ler ile başladığını birçok Kürdistanlı siyasi çevre hararetle savunur.
Oysa TKDP’nin Genel Başkanı Faik Bucak, siyasete Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ile girmiştir. Daha sonra TKDP’de devam etmiştir. Faik Bucak’ın halefi Sait Elçi, Bingöl’de Demokrat Parti içinde siyaset yapmıştır. Aynı şekilde Şerafettin Elçi’nin siyasi hayatı TKDP ile başlamış olsa bile daha sonra Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) devam etmiştir. Her üç profil de TKDP’nin kurucularıdır. Aynı şekilde kendisine TKDP Başkanlığı önerilen, ama kabul etmeyen Faik Bucak’ın hemşerisi Kemal Badıllı da Yeni Türkiye Partisi'nde (YDP) milletvekilliği yapmıştır. Bunların dışında TKDP’ler içinde Türk siyasi yapılarından gelen başka kadroların olması da muhtemeldir.
Günümüzde özellikle 'Kürdilik' ve 'Kürdistanilik' adına kendilerine 'yeni' bir format vermek isteyen çevreler, bu tarihsel siyasi realiteyi görmezden gelirler. Kuzey Kürdistan milliyetçi hareketini, ısrarla Irak ve İran Kürdistan Demokrat Partilerinin süreç ve tarihleri ile benzeştirmeye çalışırlar. Siyasi kadroları, egemen ulusun politik hareketleri içinden gelmemiş, onlarla hiçbir zaman çalışmamış veya bağları olmamış, 'sterilize' yapılar olarak sunarlar.
Oysa ki gerçeklik böyle değildir. Yaşanmış siyasi süreci olumsuz bir dönem veya ‘leke’ olarak görmenin hiçbir anlam ve getirisi yoktur. Sağ, milliyetçi, muhafazakâr, sol, sosyalist ve komünist Kuzey Kürdistan hareketinin tarihsel gerçekliği budur.
Her dönem kendinden sonraki döneme kendi dinamikleri ile müdahale eder. Bu açıdan olayları kendi zaman ve mekân koşulları içinde değerlendirmek gerekir.
Sistem partileri içinde siyaset yapmış ve yapan Kürt siyasi profillerini iki kategoride değerlendirebiliriz. Birinci kategori; Kürt sorununu devletin rasyonelleri içinde çözüme kavuşturmak, devletin ceberut siyasetine karşı göreceli de olsa kendilerine legal bir çerçeve sağlamak için sistem partilerini birer enstrüman aracı kabul edip içinde yer alanlardır. Geçmişte Şerafettin Elçi, Abdülmelik Fırat, Faik Bucak, Remzi Bucak, Kemal Badıllı, Yusuf Azizoğlu, Halis Öztürk ve Mustafa Ekinci’yi bunlara örnek verebiliriz. Sezgin Tanrıkulu, Galip Ensarioğlu ve benzeri şahsiyetleri de günümüzdeki kategoride sınıflandırabiliriz.
İkinci kategoride ise; bireysel, ailevi veya aşiretinin menfaati için kişiliğinden, ulusal haklarından ve kimliğinden ‘U’ dönüşü yaparak tümüyle sistemin emrinde olanlardır. Örneğin, geçmişte Kinyas Kartal, Kamuran İnan, Celal Bucak, Hasan Oral ve benzeri şahsiyetler ile günümüzde Mehmet Metiner, Orhan Miroğlu ve benzerlerini bu grubun içinde sayabiliriz.
Sistem partileri ve devlet kurumlarının bu kategorilere yaklaşımı siyasi konjonktüre göre değişkenlik arz eder. Gerektiğinde söz konusu Kürt siyasi profillerine yol açtığı gibi, gerektiğinde de sistemin dışına atarak onlara baskı da yapabilir. Örneğin 27 Mayıs darbesi ardından toplanan, sürgüne gönderilen ve yargılanan Kürt ileri gelenleri ile 1961 Genel Seçimlerinde Faik Bucak’ın CKMP’den milletvekili adaylığının Yüksek Seçim Kurulu tarafından veto edilmesi ve yargılanması bu yaklaşımlara örnektir.
Kürt Hâkim’de dikkat çeken bir başka bilgi ise, Faik Bucak’ın TKDP’yi legal parti olarak siyaset sahnesine çıkarma düşüncesidir. Bu bilgi önemli olmakla beraber, söz konusu düşüncenin parti içinde bir karşılığı olup olmadığı konusunda kitapta yeterli veriler bulunmamaktadır.
1968 Antalya TKDP Davası savunmalarında partinin legalleşeceği, ama buna fırsat olmadan TKDP’ye operasyon yapıldığı dile getirilir. Fakat bunun taktiksel hukuki bir savunma için mi yapıldığı, yoksa gerçekten partinin stratejik bir hedefi mi olduğu noktası net değildir.
Bunca yıl aradan sonra özellikle 1970 sonrası farklı Kürdistanlı siyasal hareketlerin sahneye çıktığı dönemde, TKDP ve çevresi legal parti için herhangi bir adım atmamıştır. Kürtlerin ilk legal parti adımı, Yusuf Azizoğlu liderliğinde 1961’de kurulan Türkiye genelinde yüzde 13.7, Kürdistan illerinden ise yaklaşık yüzde 35 civarında aldığı oy ile 65 milletvekili çıkaran Yeni Türkiye Partisi’dir değerlendirmesi yapılır. Ancak bu değerlendirme tartışmaya açıktır.
Ama Kürdistanlı siyasi kadroların 1991’de kurduğu Halkların Emek Partisi (HEP), tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde Kürtlerin ilk legal partisidir. ‘Kürdistan’ isimli partilerin kurulması ise yakın döneme aittir. Bu açıdan legal Kürt parti düşüncesinin bundan 56 yıl önce gündeme geldiği tezi, üzerinde çalışılması gereken bir konudur.
Kısa yaşamının tüm evresinde Faik Bucak’ın dava adamı olduğu, eserdeki anlatımlarla ortaya çıkıyor. Yakın arkadaşları kendisine ‘Gandi’ adını takmışlardır. Hem fikri mücadele anlayışı hem de ince vücut yapısı ve yuvarlak ufak gözlüğü ile Gandi’ye benzemesi buna o ismin takılmasına neden olur.
Suikasta uğradığında oğulları Serhat ve Sertaç yanındadır. Babalarının vurulmalarına şahit olurlar. Yusuf Serhat Bucak da babası gibi suikasttan yaralı kurtulur. Faik Bucak’ın kurşun yarası bacağındaki kaba ettedir ve ölümcül bir durum söz konusu değildir. Sağlık durumu hastaneye getirildiği andan itibaren iyiye doğru gider. Fakat Ankara’dan gelen emirle, MİT ajanları oldukları tahmin edilen iki resmi ve üç sivil gelip, doktor önlükleri giyip Faik Bucak’a konsültasyon yapacağız gerekçesi ile herkesi odadan çıkarıp iğne yaparlar. Şoka giren Faik Bucak, 1966 yılının 5 Temmuz sabahında hayata gözlerini yumar. İğne olayını aileye sonradan bir hemşire ifşa eder.
Bu kıymetli eseri Kürdistan siyasi tarihine kazandırdığı için kitabın yazarı, 12 Eylül darbesi yargılamalarında savunmamı üstlenen avukatım ve değerli büyüğüm Yusuf Serhat Bucak başta olmak üzere, kitapta emeği geçen herkese teşekkür eder ve 'Kürt Hâkim'i okumanızı öneririm.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.