Kürt meselesinde 'Yeni Türkiye' doktrini
“Ne var ki, bu yöntem, sorunu çözmeyi değil vakit kazanmayı hedeflediği için Kürt sorunu uzun yıllar – eskiden olduğu gibi— kimi zaman düşük kimi zaman yüksek düzeyde bir gerilim unsuru olarak Türkiye’nin gündeminde kalmaya devam edecek.”
Gökhan Bacık*
Sadece Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından beri değil, geç Osmanlı döneminden bugüne Türkiye için en büyük sorunlardan birisi Kürt meselesidir.
Bir kere bu mesele, Osmanlı’nın sonunu getiren milliyetçilikler krizinin devamı niteliğinde. 1821 Mora İsyanı ve 1854 Arnavut İsyanı gibi dönemlerden bakarsak bütün isyancılar aşamalı olarak Osmanlı Devleti’nden kopmuştur. Daha geç dönemde ise Araplar da ayrılmıştır.
Tehcir ve mübadele gibi süreçler sonucu Ermeni ve Rum ahalinin de artık istatiksel bir zenginlik olarak nitelenecek kadar küçülmesi sonucu Osmanlı devletinin milliyetler sorunu bağlamında devam eden tek örnek, Kürtlerdir.
Bir bakıma kopan kopmuş ve kendi ülkesini kurmuş, giden gitmiş başka ülkede hayata başlamış ancak ortada çözülemeyen bir Kürt sorunu kalmıştır. Meselenin özü ise kopamayan yahut çekip de gidemeyen Kürtlerin bir sorun olarak ortada duruyor olmasıdır.
Bu tarihsel özetin önemi şudur: Türkiye’de devlet, Kürt sorununu kökeni geç Osmanlı devrine dayanan milliyetler sorununun devamı olarak görüyor.
Bugün itibari ile gelinen aşamada Kürt meselesine yönelik resmi doktrin şöyledir:
Dış politika düzeyinde, Kürt sorunu, Türk dış politikasının güvenlik boyutunu yavaş yavaş domine etmeye başlamıştır. Bu şekilde giderse, Türk dış politikasının tümünün Kürt sorununu merkezi konu olarak ören bir anlayışa girmesi ihtimali var.
İç politika düzeyinde ise Kürt-Türk gerilimi hızla siyasetin yeni büyük ayrımı yani fay hattı olarak merkeze doğru ilerliyor. Eski Türkiye’nin temel fay hattı İslam-laiklik gerilimiydi. Yeni Türkiye’nin fay hattı ise Türk-Kürt gerilimi olabilir.
Son anketlere göre, Suriye’ye yönelik askeri hareketlilik seçmen davranışında %4 düzeyinde bir değişiklik doğurmuştur. Bu önemli bir değişimdir ve Kürt siyasetinde bugünkü politikayı savunanları cesaretlendirecektir.
İç politikada Kürt siyasetinin somut ayakları da yavaşça netleşiyor: İlk olarak, içeride ve dışarıda (Suriye gibi) Türkiye’nin onaylamadığı Kürt formasyonların siyasi ve diğer birikimleri sıfırlanacaktır.
Anlaşıldığı kadarı ile devlet, dünya konjonktürünün de izin verdiği ölçüde bütün imkanlarını kullanarak bir tür zayıflatma siyasetini takip etmektedir. Burada taktik hedef, 1990ların başından beri Kürt siyasetinin kazandığı mevzilerdir. Elbette bunun içinde HDP gibi partiler de bulunuyor.
Nitekim anlaşıldığı üzere, devlet HDP’nin seçilmiş belediye başkanlarını kayyum atayarak devre dışı bırakmak, lüzum olduğunda bazı milletvekillerini düşürmek yoluyla dönemin ruhuna uygun bir yöntem takip ediyor. Anlaşılan bu yöntem sonuna kadar denenecek. Nitekim, bu yöntemin önündeki en büyük psikolojik bariyer, Diyarbakır Belediyesi idi. Bu bariyer de kolayca aşıldığı için diğer yerlerde de benzer yöntemin kolayca uygulanacağına şüphe yok.
Sorun çözülmese bile sahaya toptan girilerek büyük değişikliler üzerinden zaman kazanma mantığına dayalı doktrin, aynı zamanda Kürt meselesinde 1990lardan sonra oluşmuş olan PKK ve Kürt siyaseti ayrımını da yok etmek istiyor. Bir bakıma devlet, kamuoyunun Kürt meselesi algısını 1980lerin başındaki biçime geri götürmek istiyor.
Bilindiği üzere 1991 yılında SHP ve HEP 1991 yılında bir ittifak yapmıştı. Bu ittifak, Türkiye’de Kürt sorununa yönelik salt PKK merkezli algının yerine, sorunun farklı ve meşru siyasi aktörleri olduğu algısını güçlendirmişti. 1991 ittifakı, Kürt siyasetinin kendi kapalı kimliğinin dışına taşımış ve bir ölçüde Türkiyelileşmesini sağlamıştı. 1991 sonrasında Kürt sorunu salt PKK konusu olarak değil, içinden çıkan meşru partiler üzerinden de okunmaya başlandı.
Teknik olarak bugünkü devlet doktrini, Kürt sorununda kamuoyu algısını 1991 öncesine götürmek istiyor. Bu algıya göre Kürt hareketi homojendir ve bu hareketin uzantısı olan siyasi partiler de en az PKK kadar meşruiyet sorunu içindedir. Bu bakışın muhalefet partileri için anlamı açıktır: HDP ile temas sorunludur ve devletin Kürt siyasetinde HDP’nin yalnızlaştırılmasına katkıda bulunmak gerekmektedir. Bir bakıma, Kürt sorunu devletin sorunudur ve bunun dışında farklı meşruiyet kanalları oluşturmak devri kapanmıştır.
Başka bir ifade ile Kürt sorunu yeniden sadece bir güvenlik sorunudur ve bunun birinci ve yegâne muhatabı devlettir. Başka partilerin araya girerek devlete rağmen siyasi alanlar oluşturmasına artık izin verilmeyecektir. Dolayısı ile Kürt sorununda insanların seçeneği şudur: Ya devlet ya PKK.
Zaten, büyük ölçüde CHP dahil – en azından bugün itibari ile – diğer siyasi partiler de, devletin arzuladığı biçimde soruna yaklaşmakta. Muhalefet partileri, klasik Türk tarzı siyasi bakış ile Kürt sorununu bir devlet konusu olarak görmekte. CHP içinden bazı bireysel çıkışlar söz konusu olmakla birlikte kurumsal olarak HDP’nin yalnızlaştırılmasına açık veya kapalı destek veriliyor.
Dünya konjonktürü, kamuoyu desteği ve muhalefet partilerinin devletçi bakışı benimsemesi, hükümetin Kürt sorununu 1991 öncesi biçimde yeniden dizayn etmesi siyasetini cesaretlendirmektedir. Kürt sorununu sosyolojik ve siyasi düzeyde çözmenin imkânsız yahut çok zor olduğunu bilen devlet, bu fırsat alanlarını hızlı biçimde Kürt siyasetinin kazanımlarını sıfırlamak için kullanacaktır.
Ne var ki, bu yöntem, sorunu çözmeyi değil vakit kazanmayı hedeflediği için Kürt sorunu uzun yıllar – eskiden olduğu gibi— kimi zaman düşük kimi zaman yüksek düzeyde bir gerilim unsuru olarak Türkiye’nin gündeminde kalmaya devam edecek.
*Bu yazı ilk olarak Ahval Türkçe’de yayınlanmıştır
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.