Kürt yönetmen Dosky: ‘Dedemin kaleşnikofu vardı, benim kameram’

Kürt yönetmen Dosky: ‘Dedemin kaleşnikofu vardı, benim kameram’

Dosky bir Kürt. Derdinin de Kürt mücadelesini anlatmak olduğunu söylüyor. Dosky sinema dilinin yaşamla bir bütün olarak düşünülmesini istiyor.

A+A-

 

Handan Tufan

Geçtiğimiz Kasım ayında Hollanda’da düzenlenen Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali (IDFA)’da en iyi belgesel ödülünü, Kürt yönetmen Reber Dosky ‘Sidik and the Panther’ filmi ile aldı. Dosky daha önce hazırlamış olduğu ‘Radio Kobane’ adlı belgesel filmiyle de tanınıyor. Sade bir dille derdini anlatmayı seçen Dosky, gündelik hikâyelerle seyirciyi başka bir dünyaya yolculuğa çıkaran yönetmenlerden. 

Dosky bir Kürt. Derdinin de Kürt mücadelesini anlatmak olduğunu söylüyor. Dosky sinema dilinin yaşamla bir bütün olarak düşünülmesini istiyor. İki belgesel filminde de bireysel hikâyeleri tercih etmiş olduğunu ona hatırlatarak, bireysel hikayelerin alt metnini dinliyoruz: 

“Kürtler yüzyıllardır eziyet ve zulüm görmektedir. Köylerimiz yakılıp yıkılıyor, şehirlerimiz yerle bir ediliyor, çocuklarımız öldürülüyor. Kadınlarımız kaçırılıp pazarlarda satıldı. Bu kadar acı çekmiş ve çeken bir halkı nasıl anlatacaksın? Bunları beyaz perdeye nasıl aktaracaksın? Örnek olarak Ezidi soykırımını veya Dersim katliamını nasıl anlatabilirsin? Draması ne olmalı? Ben bir birey seçip bu konuları hepsini bir bireyin aracılığıyla perdeye aktarmaya çalışıyorum. Sinema dilinde de en iyi yöntemin bu olduğuna inanıyorum.”

‘Sidik and the Panther’ filminde de aynısını yapmış olduğunu görüyoruz. Burada da bir karakter aracılığıyla Güney Kürdistan’ın mücadele tarihini ve günümüzü bize aktarıyor. Bunu ince bir motifle bize yavaş yavaş hissettirerek yapıyor. Film bitince arkada bıraktığımız dağların kudretini Hollanda’nın soğuk sokaklarında dahi hissettirebiliyoruz. 

Dosky filmde başkarakterin dağlar olduğunu ekliyor: 

“Bu filmde insanların doğa ile iç içe nasıl yasadıklarını veya yasayabileceklerini anlatmaya çalışıyorum. Dağlar benim için Kürdistan, Sidik benim için Kürt halkını temsil ediyor. Sidik dağları avcılara karşı korumaya çalışan biri. Halkımız canı pahasında dağlarını korumuyor mu? Sidik film boyunca Kürdistan’ın görkemli dağlarında panteri bulmaya çalışıyor. Bu dağlarda değişik insanlarla karşılaşıp sohbet ediyor. Herkes gibi karşılaştığı insanlarında bir hikâyesi var. Tıpkı dağ keçileri, suyun içinde  giden kıyafetler, Xalê Ali ve kör adam gibi. Herkesin o dağlarla bir bağı var. Sidik bizim için bir rehber, onların hikâyesini birbirine bağlıyor.”

Dosky’e göre Kürt halkını temsil eden Sidik’in bir hayali var. Buda Çiyaye Şirin adlı bölgede uluslararası bir parkın yapılması. Bunun içinde o bölgede kaplanların var olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Sidik’e göre orada bir parkın yapılması ile dünya ülkelerinin o bölgeyi koruma altına alabileceğini ihtimali var. Dosky, Sidik’ın biraz da umudunu doğaya bağlamış olduğunu söylüyor:  

“Kürtlerin yaşadığı süreçleri biliyorsunuz. En yakın tarihten bakalım Rojava’da olanlar, ABD bir günde birliklerini çekip diktatör Erdoğan’a davetiye çıkardı. Birlikte savaştığımız insanlar bile bizi bırakıp gitti. Buda bizim için Kürt halkının dağlarından başka dostunun olmadığını anlamına geliyor.”

Dağların dört mevsimini filmine yansıtmış olduğunu söyleyen Dosky şöyle devam ediyor: 

“İnsan hayatında olduğu gibi doğada da iniş ve çıkışlara, huzura, üzüntüye, güzelliklere rastlamak mümkün. Kış mevsimini sertliğini yasadığımız zorluklarla kıyaslanabiliniz, baharda her yer yemyeşil, kuşların cıvıltısı, pozitif bir enerji var, bunu da hasret olduğumuz özgür bir yaşam ile kıyaslayabilirsiniz.”

Film zaman zaman eleştiriler de sunuyor. Bunu Avrupa’ya gitmek isteyen bir genç üzerinden veya bilgisayarla oynayan çocuklar üzerinden aktarmayı seçiyor. 

“Burada eleştirim daha çok Sidik’e. O aslında zamanın değiştiğini unutuyor. Yeni kuşağın yani çocukların başka bir dünyasının var olduğunu unutmuş durumda, çünkü sadece kendine seçtiği hedefin peşinde. Çocuklar yeni kuşağı temsil ediyor, bu yeni kuşağın dünyasını nasıl kabul edeceksin? Aslında bunun üzerinde yoğunlaşmak lazım. Hayat almak ve vermek üzerindedir. O doğayı çocuklara sevdirmek için başka bir arayış içine girmek gerekiyor.  Bunu başarırsan çocukları kazanırsın, yapamazsan kazanamazsın.” 

Bu noktada “Tek dostumuz dağlarımızdır”ın ötesine gitmek gerektiğini dile getiriyor:

“Bizler de yeni dostlar bulmalıyız. Kameranın da artık gücünü görmek lazım. Bugün küçük bir video ile Rojava’da yaşanan katliamı hemen dünyaya yayabiliyorsun. Benim dedem ülkesi için şehit düşen bir peşmergeydi. Dedem kaleşnikofuyla savaştı. Ben kameramla, bir başkası kalemiyle savaşıyor.”

Bu söyleşi ilk olarak Ahval’de yayınlanmıştır

 

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.