Kürtler dost sandıkları kişilere güvendikleri için kayıp ettiler
Şaban Aslan
Dünyadaki bütün savaşlar ve barışlar yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları içindir. Bunun başka izah tarzı yoktur. İnsanlar daima servet sahibi olmak için çalışıyorlar. Mezopotamya da derelerde çamurlu su ile beraber akan petrolün ne olduğu bilinmiyordu. Bölgede yaşayan insanlar “Bitemun” diyorlardı.1853 yılında Galiçya da petrolün çok kıymetli ham madde olduğu keşif edildi. Petrolün keşfiyle beraber İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dev şirketleri arasında başlayan petrol savaşı, siyasi ve ekonomi alanda bu devletlere çok pahalıya mal oldu. Bu devletler kendi aralarındaki ekonomi savaşıyla yetinmediler. Dış ülkelerde petrol aramaya başladılar. Bu devletler adata birbirilerine bahane arıyorlardı.
Sonuç itibariyle 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie'ye düzenlenen suikast, Ağustos 1914'te Birinci Dünya Savaşı başladı. Dört yıl boyunca birçok cephede devam devam etti. Bu suikast barut depo sına bir kıvılcım atmaya benzedi. Savaşta kaç milyon insanın öldüğünü kesin bilinmemekle beraber, internette görü 17 milyondan fazla kişinin olduğunu tahmin ediliyor.
İngiltere, Mezopotamya’daki petrol sahalarını ellerine geçirmek için yıllarca gizli ve açık olarak çalıştılar. Büyük Britanya, petrol için çalışırken diğer büyük devletler de boş durmuyorlardı. En az onlar da İngilizler kadar petrol sahalarını ellerine geçirmek için çalışıyorlardı. Almanlar da İngilizler gibi Musul petrollerine göz dikmişlerdi. O günkü şartlarda II. Abdülhamit, dünyadaki gelişmeleri ve değişimleri iyi görüyordu. Kurduğu 2.500 kişilik hafiye grubundan elde ettiği bilgilerle, büyük devletlerin, petrol için verdikleri uğraşların bir bölümünü boşa çıkarıyordu.
Güçlü devletler, II. Abdülhamit’in büyük bir siyasetçi olduğunu bildikleri için Mezopotamya’daki petrol sahalarını ellerine geçirmek amacı uğruna bütün güçleriyle Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’i zorluyorlardı. Paris ve Selanik’teki üniversite öğrencileri, Fransız Devrimi'nden dersler çıkararak, Osmanlı ülkesine bazı yenilikleri getirmek istiyorlardı. İlk aşamada, bugünkü derneklere benzer dernekler kurdular. 1889 yılında padişahlar ülkesi olan Osmanlı devletinin başkenti İstanbul’da ilk defa bir siyasi parti kuruluyor. Kurulan partinin adı İttihat ve Terakki Partisi'dir. İlk kurucuları Diyarbakırlı Dr. İshak Sukuti, Malatyalı Kürt Dr. Abdullah Cevdet, Arnavut Dr. İbrahim Temo, Çerkez Mehmet Reşat ve arkadaşlarıdır. Partinin kuruluşunda Selanik grubu başarılı oldu.
Tabii ki İttihat ve Terakki Partisi’nin kuruluşunda büyük devletlerin ajanları üstlendikleri görevi başarıyla yerine getiriyorlardı. Onların amaçları petrol sahalarını, Osmanlı Devleti'nin elinden almaktı. İttihatçılar, dünyadaki petrolle ilgili gelişmeleri II. Abdülhamit kadar kavrayamamışlardı.
Partiyi kuranlar, Avrupa’daki yenilikleri padişahlar ülkesine getirmek istiyorlardı. Ajanların nasıl cirit attıklarından haberleri yoktu. Zaman ilerledikçe ırkçılığa susamış aşırı Türk milliyetçileri parti içinde yerlerini aldılar. Belli bir süre sonra Jön Türkler olarak bilinen İttihatçılar, parti yönetimini tamamen ellerine geçirdiler.
Jön Türkler, Türk milliyetçiliğinin sevdasına kapılmışlardı. Dünyadaki büyük devletlerin petrol için verdikleri mücadelesinin ne olduğunu ve Osmanlı Devleti'nin başına nelerin geleceğinden haberleri yoktu. Yalnız Türk ırkçılığı onların beyinlerine kazılmıştı. İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri seçim arifesinde milletin nabzına göre “iş, ekmek, hürriyet, eşitlik ve kardeşlik” sloganlarıyla propaganda yaparak İstanbul milletini peşinde sürüklüyorlardı. Ajan provokatörlerin verdikleri destekle mitingler, yürüyüşler, boykotlar ve başlayan grevlerin sonu gemliyordu.
Türk tarihçilerine göre 1895 ve 1896 da Ermenilerde bir kıpırdanma görülmeye başlandı. Ermenilerin yoğun olduğu Kuzey Kürdistan’daki eylemlerin başkentteki yansımasıydı. O güne kadar Ermeniler “Milleti Sadıka” sayılıyorlardı. İkinci Abdülhamit, Kuzey Kürdistan’da, Ermenilere karşı bazı Kürt aşiretlerinden 65 tane Hamidiye Alaylarını kurdu. Hamidiye Alaylarında 18.410 piyade. 19.305 süvari toplam olarak 37.581 Kürt Hamidiye Alayları ismi altında, Osmanlı’ya askerlik yaptı. Hamidiye alaylarında yer alan aşiret reislerin çocuklarını, İstanbul Kabataş Lisesi'nde okutuyordu. Anlamı şuydu: “Ben sizlere silah verdim alaylar kurdurdum. Yarın bu silahları bana çevirdiğiniz an çocuklarınız avcumun içindedir. Haberiniz olsun."
Abdülhamit hafiyelerin yardımıyla, Ermenilere karşı Müslüman halkı, gençliği, jandarmayı ve polisi eylemlere yöneltti. Gün geçtikçe olaylar yayılıyordu. Gelişen olaylar bir program dâhilinde devam ediyordu. Avrupa’da özel olarak yapılan yüz kilogramağırlığındaki saatli bombayla 21 Temmuz 1905’te II. Abdülhamit’e karşı bombalı suikast girişiminde bulunuldu. 26 asker ve sivil öldü. 58 kişi de yaralandı. 20 at parçalanarak öldü. Bu olayı da Ermenilere yüklediler. II. Abdülhamit’i her alanda sıkıştırıyorlardı. II. Abdülhamit’in son on yılı dış ve iç olaylarla dolu geçti. İttihatçıların uzun çalışmalarından sonra Rumeli’de başlattıkları eylemlerin İstanbul’a yansıması sonucu 24 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. İkinci Abdülhamit’in Otuz yıllık kişisel yönetimini noktalamak zorunda bırakılmıştı. Hafiyeliğin ve jurnalciliğin yasaklanması bir kâbustan uyanış olmuştu. Her sınıf ve katmanlardan insanlar sokaklara döküldüler. Mitingler, gösteriler hızlı bir şekilde yayıldı. 31 Temmuz 1908 günü Cibali Tütün Reisi işçileri, 28 Ağustos ve 15 Eylül’de demir yolu işçileri, 22 Eylül’de Orosdi-Back Mağazaları işçileri greve başlamışlardır.14 Eylül de Ahrar Fıkrası (Partisi) kuruldu. 7 Ekim günü İstanbul’da yapılan bir mitingle Yunanistan, Bulgaristan ve Avusturya aleyhinde gösteriler düzenlendi.
Özgürlük ortamında yayın hayatına başlayan birçok gazete ve dergi kapatılmıştı. Serbesti Gazetesi'nin başyazarı Hasan Fehmi’nin 6 Nisan 1909’da öldürülmesi, tansiyonu daha da yükseltti. 31 yıllık aradan sonra yapılan seçimle oluşan Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908 günü ilk toplantısını yaptı. İkinci Abdülhamit meclisin açılışında bulundu. Artık ok yaydan çıkmıştı. İzleyen günlerde birçok suikastlar İstanbul’da gerçekleşti. Otuz Bir Mart Olayı “13 Nisan 1909” bundan bir hafta sonradır gerici eylemler, Hareket Ordusu İstanbul’a gelene kadar sürdü. “24 Nisan 1909” Meclis-i Mebusan, Meclis-i Milli adıyla Yeşilköy’de çalışmalarına devam etmek zorunda kaldı. 27 Nisan 1909 günü Meclis-i Milli toplandı. Milletvekillerinin aldıkları kararla, II. Abdülhamit tahttan indirildi. Alınan karar aynı gün, meclisteki bir heyet tarafında Yıldız Sarayı'nda İkinci Abdülhamit’e bildirildi. Mecliste alınan karar üzerine İkinci Abdülhamit özel bir trenle aile bireyleriyle beraber Selanik’e sürgüne gönderildi. Bu bir askeri darbeydi. İttihatçıların emriyle 1 Kasım 1912 de Selanik’ten İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı'na hapsedilen Padişah İkinci Abdülhamit 10 Şubat 1918’de öldü.(3)
6 Eylül 1917’deki Haydarpaşa Garı'nda yapılan sabotaj sonucu cephanelik dolu bir vagon infilak etti. Bir tabur asker ve yüzlerce yolcunun can verdiği bir infilaktı. İstanbul göbeğinde böyle bir felaket yaşandığı halde resmi açıklama yapılmadı.
Büyük devletlerin petrol için yaptıkları çalışmalar sonucunda, İkinci Abdülhamit, Kürtler gibi petrolün kurbanı oldu.
Güçlü devletler basit bahanelerle 1914’te Birinci Dünya Petrol Paylaşım Savaşı’nı başlattılar. Petrol savaşında milyonlarca insan öldürüldü. İngilizler cephede istedikleri hedefe ulaştıktan sonra 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı.(4)
Sevr Konferansı'nda alınan karar üzerine, Kürtlerin ulusal haklarını kabul edeceğine dair 62-63 ve 64. maddelerde belirtilmiştir. Birinci Petrol Paylaşım Savaşı'nda, Osmanlı Devleti, büyük toprak kaybetti. İtilaf Devletleri'nin ortaya koyduğu ağır şartların tümünü kabul eden Osmanlı Devleti Sevr Antlaşması'nı 10 Ağustos 1920 tarihinde imzaladı.(5)
İttihatçılar İkinci Abdülhamit’i tahttan indirerek yerine getirdikleri Padişah Mehmet Reşat, onlar için bir oyuncaktan başka bir şey değildi. Padişah’tan habersiz yaptıkları toplantılarda bunak diyorlardı. Manyak diyorlardı. Bütün yetkileri ellerine geçirmişlerdi.
İttihatçılar her gün yeni olaylar çıkarıyorlardı. Cinayetler işleniyordu, yangınlar çıkarılıyordu. 19.1.1919 günü Çırağan Sarayı yakıldı. 6 Şubat 1911 gecesi Bâbıali’de yangın çıktı. Olaylar devam ediyordu. En büyük yangın 10 Haziran 1918’de Fatih’te oldu. 7.500 bina içlerindeki eşya ve aile bireyleriyle beraber yandı. (6)
İttihatçıların döneminden yalnız birkaç örnek verdim. Detaylara girmedim.
Sultan Reşat’ın saltanatı 27 Nisan 1909 ve 3 Temmuz 1918’e kadar devam etti.
Türk ırkçılığı İttihatçıların beyin hücrelerini köreltmişti. Cinayetler, vurgunlar, yangınlar, mitingler, yürüyüşler, İstanbul halkına gözdağı vermek için gündüz ortası idam sehpalarında, idam edilen insanlar ve sayılmayacak kadar gayrı insani olaylar yaşanıyordu.
İtilaf Devletleri'nin cephede kazandıkları savaşlar sonucunda, bir daha geri almamak üzere Osmanlı devleti büyük toprak kaybediyor, İttihatçılar, saplandıkları bataklıktan bir türlü çıkamıyorlardı.
3 Temmuz 1918 günü Sultan Reşat öldü ve aynı gün, Sadrazam ( Başbakan) Talat Paşa, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Enver Paşa ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi Çengelköy’e giderek durumu Vahdettin’e bildirdiler. (7)
Sadrazam Mahmut Paşa anılarında 8 Mart 1913’te Çengelköy’deki köşküne giderek siyasetle uğraşmaması için tavsiyede bulunur. Vahdettin tereddütsüz olarak “memleketin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunu ve bu tehlikenin farklı bir siyasetle önlenebileceğini söylüyor.” (8)
Şubat 1916’da resmen “Devletû Necabetû Veliahd-i Saltanat Hazretleri” sanını alan Vahdettin 1917 de bu sıfatla Almanya gezisine çıkıyor. Kendisine eşlik edenler arasında Mirliva (iki alaydan oluşan tugay komutanı) Mustafa Kemal de bulunuyor. 1918’de Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’in cenaze töreni için Mustafa Kemal, Padişahı temsilen Viyana’ya gider.
Padişah Vahdettin üç ay İttihat ve Terakki Partisi'yle beraber devleti yönetti. Dördüncü aya girerken Padişah hükümetin istifasını istedi. 8 Ekim 1918’de Talat Paşa kabinesi istifa eder. 30 Ekim 1918’de Mondros ateşkes imzalandı. 2 Kasım 1918 gecesi, İttihat ve Terakki liderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa üçlüsüyle Dr. Nâzım, Dr. Bahattin Şakir beyler yurt dışına kaçarlar. Meclis-i Mebusan 21 Aralık 1918’de feshedildi. (9)
İttihatçıların lider kadrosunda yer alanlar belli aralıklarla öldürüldüler. Talat Paşa 15 Mayıs 1921’de Berlin’de öldürüldü. Sait Hilmi Paşa 6 Aralık 1921 de Roma’da öldürüldü. Cemal Paşa 21 Temmuz 1922’de Tiflis’te Ermeniler tarafından öldürüldüler. Enver Paşa 4 Ağustos 1922’de öldürüldü.
İttihatçıların lider kadrosunda yer alanların peş peşe öldürülmeleri İstanbul’da heyecan yarattı. Anadolu’da Kemalistlerin güçlenmesinden tedirgin olan Damat Ferit Paşa eşiyle beraber 22 Eylül 1922’de Fransa’ya kaçtı. Ankara Hükümeti'nin temsilcisi Refet Bele 19 Ekim 1922’de İstanbul’a geldiği zaman coşkulu bir şekilde karşılandı. Padişah Vahdetinle görüşen Refet Bele yönetime el koyarak Ankara’ya Saltanat Hükümeti’nin bir işlevi kalmadığını, İtilaf Devletleriyle ilişkilerin derhal kesilmesini önerdi. (11)
Mustafa Kemal, Amasya genelgesini yayınlayarak Erzurum Kongresi'nin tarihini belirler. Belirlenen tarihten 13 gün sonra Erzurum Kongresi yapıldı. Erzurum Kongresinde alınan kararlar, Sivas Kongrelerinde değiştirilerek Anadolu ve Rumeli birliğini pekiştirir. Daha açık bir ifadeyle, Mustafa Kemal, Kürtlerin liderleri dışında kalan Kürt aşiret reislerini, şeyhlerini ve mirlerini ikna ederek, Türklerle beraber cephede savaşa katılmalarını sağlar. Bunların tümü gösteriyor ki Kürt milleti Kürtlerin lider kadrosundan koparılmış. Kürtleri bu duruma düşüren cehalet ve feodalitenin büyük payı var. Mustafa Kemal bunları gördü ve istediği şekilde değerlendirerek faydalandı. Kürdistan Teali Cemiyeti mensupları ve Azadi Partisi’nin lider kadrosunda yer alan şahsiyetler ne kadar uğraştılarsa istedikleri başarıyı elde edemediler. Kürtler din uğruna ve kardeşlik vaatlerine inanarak, Mustafa Kemal’in saflarında yer aldılar ve onun komutasında, bütün cephelerde Yunan ordularına karşı savaştılar.
Savaşın galibi olan İngilizler, Lozan’da Mustafa Kemal’in ekibiyle barış masasına yeniden oturdular. Lozan’da varılan antlaşma üzerine Türkiye’nin bugünkü sınırları çizildi. Sevr Antlaşması yürürlükten kaldırıldı. Amerika Birleşik Devletleri Lozan Antlaşması'nı imzalamadı. 21 Kasım 1922’de başlayan Lozan konferansı, 24 Temmuz 1923’te imzalanan antlaşmayla bu uğursuz savaşa son nokta konulurken, Kürtler her şeylerini kaybettiler. Kürdistan, topraklarıyla beraber insanları da dört devlet arasında paylaşıldı. İşin en acı tarafı budur.
İngilizler ve Fransızlar tarafından masa üzerinde sınırları belirlenen Suriye ve Irak devletlerine Kürdistan toprakları verildi. Tabii ki insanlarıyla beraber, Kürdistan parçalandı. Cephede düşman masada kardeş olanlar, Büyük Kürdistan’ı paylaştılar.
Osmanlı Devleti'nin enkazı üzerinde kurulan yeni devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. İran eski bir devlettir. Planlı ve programlı olarak Kürtler bu dört ayrı devletin hâkimiyetleri altına alındılar. Bu bir tesadüf değil. İngilizler, siyah mayi pis kokulu petrolün gül hatırı için Kürdistan’ı ve Kürtleri parçaladı.
Dört ayrı devlet, dört ayrı rejim altında kalan Kürtlere zincirli kölelik reva görüldü. Gün geçtikçe dört ayrı devlette Kürtler üzerinde zulüm ve baskı artarak devam etti. Zaman zaman bu dört devlette de, Kürtler mecburi iskânlara tabii tutularak anavatanlarından koparıldılar. En ağır asimilasyonlara maruz bırakıldılar.
Bu doksan senedir Türkiye Cumhuriyet rejimiyle yönetiliyor. Geri dönüp baktığımız zaman Kürtlerin yaşadıkları topraklarda doksan senenin altmış senesinde sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinin yaşandığını görüyoruz. 1965 yılına kadar Türkiye’de Kürtlerin yaşadıkları coğrafya, yabancı turistlere yasak bölge olarak ilan edilmişti. Ancak, Elazığ Milletvekili Nurettin Ardıçoğlu Turizm Bakanı olduğu dönemde Kürdistan coğrafyası üzerindeki yasağı kaldırdı, yabancı turistler, Kuzey Kürdistan’a gelmeye başladılar.
İngilizler için Kürtler, Türkler, Araplar veya başka milletler önemli değildi. Onlar için petrol her şeyden daha çok kıymetliydi ve halen de çok kıymetlidir.
Birinci Dünya Petrol Paylaşım Savaşı'ndan önce Osmanlı İmparatorluğu'na karşı başlayan Kürt başkaldırıları, uğursuz savaştan sonra da Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta ve İran’da belli aralıklarla devam etti. Kürtlerin savaşları uzun yıllara dayanıyor. Aralıklı Kürt savaşları devam ederken, son altmış yılda Ortadoğu ülkelerinde çok sık askeri darbeler yapıldı. Ortadoğu’da ve Kürtlerin yaşadıkları coğrafyada askeri darbelerin ne kadar devam edeceği halen kesin olarak bilinmiyor…
Bu ülkelerde yapılan askeri darbelerin, Kürtler üzerinde büyük baskıları oldu. Yapılan askeri darbelerin baskıları altında, Kürtler ezilerek mücadelelerinden geri kalmadılar. Evet, zor günleri yaşadılar. Öldüler, öldürdüler. Yılmadan, yıllarca mücadelelerine devam ettiler. Ve halen mücadelelerine devam ediyorlar.
Bütün mücadelelerinin temel nedeni ulusaldır. Nasıl ki her ulus kendi kaderini kendisi belirleme hakkına sahipse, Kürtler de kendi kaderlerini kendileri belirleme hakkına sahiptirler. Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi'nde bu kural mevcuttur.
Kürtler uzun savaşlarda yıprandılar, yoruldular. Hiç kimseye ödün vermediler. İşte o uzun savaşların sonucudur ki Güney Kürdistan’da bugün Federe Kürt Devleti kurulmuş. Kurulan Kürt Federe Devleti, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş bir devlettir.
Birinci Dünya Savaşında Kürtler bir milyondan fazla ölü verdiler. Bu kadar ölümle beraber geride kalan dul kadınlar ve kat be kat fazlasıyla yetim bırakılan çocuklar. Dul kadınların, yetim kalan çocukların çektikleri büyük acıları anlatmakla ve yazmakla bitmiyor. Bu büyük acılar küçümsenecek olay değil. Tüm bunlara rağmen, Lozan’da başkaları tarafından Kürdistan’ın parçalanması Kürtler için en büyük felaketi getirdi. Fakat Kürtler hiçbir zaman karamsarlığa kapılmadılar. Daima umutlu bir mücadeleyle savaşlarına devam ettiler…
Lozan’da perde arkasında işleri organize eden Haham Başı Haim Nahum, Mustafa Kemal’den aldığı direktifler doğrultusunda hareket ederek İsmet İnönü ile Fransız ve İngiliz heyetleri arasında kurduğu bağlantı ile Lozan Antlaşması'nın şartlarını hazırlamakta büyük bir diplomasi ile yürüttüğünü daha sonradan öğreniyoruz. Haim Nahum, Vehbi Koç’un babasıdır. 12)