Kürtlerde üç Bedî-Üz Zaman  Bedi-üz Zaman Saîdî Kurdî  (Saîdî Nursî)  (III)

Kürtlerde üç Bedî-Üz Zaman Bedi-üz Zaman Saîdî Kurdî (Saîdî Nursî) (III)

.

A+A-

Abuzer Bali Han  (Araştırmacı yazar)

 

BEDİ-ÜZZAMAN SAÎDÎ KURDÎ (NURSÎ)

(12 Mart 1878-23 Mart 1960)

 

Bedi-üz Zaman Saidî Nursî (Saidî Kurdî), 12 Mart 1878tarihinde Bitlis vilayetine bağlı Hizan kazas ve İsparit nahiyesinin NursKöyü‘nde dünyaya geldi. Köken itibariyle dini bir aileden gelir. O, hem Hasanî, yani baba tarafından Hz. Hasan‘a ve anne tarafından da Hüseyni, yani seyyiddir.Osmanlı devletinde Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere „Şerîf“, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere ise „Seyyid“denilen dini inançla değer ve saygı gösterilirdi! „Seyyid“ kelimesi genetik anlamında Hz. Muhammed’in kızı Fatma ve eşi olan Hz. Ali'nin soyundan gelen kimselere denir. Ayrıca siyasi İslam mezhebi olarak da Ali taraftarı olanlar için „Şiî“, Ali'nin soyundan gelenlere de „Seyyid“ ve „Şerif“unvanları halen günümüzde de dini alanda geçerliğini koruyan unvan ve meziyetlerdir…

 

 

Bedi-üz Zaman Saidî Kurdî’ninNurs Köyü’nde doğduğu (eski haliyle) ev

 

Saidî Nursî ilk öğrenimine dokuz yaşında TağKöyü‘ndeki bir medresede başlar. Daha küçük yaşlarda çok zeki olduğu çevresince de sezilir. Eğitimi bu nedenle çok medrese değiştirerek hareketli geçer. Kaldığı yörede bir çok medreseyi kısa aralıklarla devem ederek bu dönemde Kur’an-ı Kerim‘i de hatmedip, çevresince büyük saygı ve sevgi görür. Sonra Doğubeyazıt’tan geçirdiği üç aylık dönemde Şeyh Mehmet Celalî’den ders ve taktirle icazetini dealarak artık ders vermeyi de hak eder!..

Adı geçen bölgenin önemli alimleri o dönemde Bitlis’te biraradaydı. Saidî Nursî, Bitlis’e giderek medrese alimleri ile tanışır. İlmi tartışmalarda dikkatleri üzerine toplar. Bu yapılan toplantılarda üstün zekası ve pratik başarıları ile herkesin takdirini kazanır.Daha on üç yaşlarında aldığı icazetini burada da kabul ettirerek halk ve dini alimler arasında „Bedi-üzZaman“ diyekendisine saygı duyulur!..

Gençliğinde fiziki olarak da güçlü bir yapıya sahip olan Bedi-üz ZamanSaidî Nursî’nin hayatını araştırmacılar üç dönem olarak vurgular. Risale-î Nur’u telif etmeye başladığı tarih olan 1926 yılına kadarki zamana „Eski Said“ 1926’dan 1950’ye kadar olan zamanına „Yeni Said“ dönemi ve 1950’den sonra ölüm tarihine kadar olan zamanına da „Üçüncü Said“ dönemi olarak adlandırılır. Gençlik döneminde sadece dini konular değil, sosyal ve “Kürtlük” konularında da dikkati üzerine çeker! Her üç dönemde de dine ve imana hizmet yönünde zamanın ve zeminin durumuna göre kendisi değişik metodlar uygular.

Gençlik döneminde Van Valisi olan Hasan Paşa, O’nun namını işitir ve Van’a çağırır.  Van’da eline geçen olanaklarla kütüphanelerde mevcut olan kitaplarda fizik, kimya, coğrafya, tarih, astronomi, mantık ve felsefe gibi bilimlerle de uğraşarak bilgi sahibi olur. Bu bilgiler O’nun düşünce dünyası hakkındaki önemli değişmelerin de olduğu bir döneme rastlar. Kafasında oluşan bölgesel sorunların da halledilmesi için Van’da fen bilimleri ile medrese bilimlerinin bir arada okutulduğu bir üniversitenin kurulması planını yapar. Bu planını o dönemin İstanbul Hükümeti yetkililerine iletir. Planını takip etmek için de 1907 tarihinde İstanbul’a gider. Hayatında önemli etkisi ve yeri olan bir nevi otel görevini de yapan Şekerci Han’a yerleşir. İstanbul’da „ÜstadSaidîNursî“ yazısı kapıya yazılır. Burada din ve bilim adamları zaman zaman bir araya gelerek sohbetler yapardı. Sohbetlerden çok  gelenleröğrenmeleri için bilmediklerini üstada sorular şeklinde yönlendirirlerdi!..

Bedi-üz ZamanSaidî Nursî,1912 yılında İstanbul’dan tekrar Van’a döner. Kafasında tasarladığı üniversiteyi 1913 yılında "Medresetü’z-Zehra" Üniversitesi adıyla temelini İstanbul Hükümeti adına Van Valisi‘yle birlikte atarlar! Bu haberi Bedi-üz Zaman’ın kardeşiMolla Abdülmecid Efendi de hatıra defterinde: “Büyük bir merasimle Van gölü kenarında Artemit bölgesinde Medreset-üz Zehra'nın temelini atmıştır” diyerek yeri de göstermek süretiyle bu tarihi habere not düşürür!..

Bu projesi daha başlangıçta gerçekleşmeden 1. Dünya Savaşı başlar! O yıllar artık ölüm, kalım mücadelesinin başladığı yıllar olur! Savaşta yetiştirdiği birçok yurtsever talebesi olan gençler şehit düşerler!..

1916 yılında “Kürt Süvari Alayı”nın başında komutan olarak savaşmak için kendini ve savaşçılarını hazırlar. Batı Anadolu’ya savaşa katılmak için yola çıkan Kürt Süvari Alayı yarı yolda geri çevrilir!.Mustafa Kemal Paşa ile tıpkı Çerkez Ethem gibi O’nun da yıldızı hiç barışık değildi!Mahiyetindeki süvari alayı ile Rus ordusuna karşı doğu cephesinde savaşır.

 

 

Kürt süvari alayı komutanı SaidîKurdî

 

Tüm güçlerinin büyük çoğunluğunubu savaşta kaybedince geride kalan adamlarıyla Rus ordusuna esir düşerler! Üç yıla yakın esareti, Rus ihtilalinin olmasından da yararlanarak Rusya’dan kaçarak firar eder. Sibirya, Finlandiya, Varşova ve Berlin üzeri Bulgaristan’ın Sofya şehrine uzun bir yolculuktan sonra varır. Oradan da 1918 yılında ancak İstanbul’a ulaşır…

Bedi-üz ZamanSaidîNursî’nin  Osmanlı Hükümeti ile olan ilişkisi pek iyi bilinmez!  Ancak 1920 yılında İngilizler İstanbul’u işgal edince Saidî Nursî, işgale karşı tepkisini yayınladığı bir bildiri ve açıklamalarla ortaya koyar. İstanbul’daki faaliyetleri sebebiyle İngilizlerO’nun hakkında idam kararını alırlar…

Bedirhanilerden gelen bir aileden olan Tarihçi Refi Cevat Ulunay, Said Kürdî’nin Osmanlı gizli istihbarat örgütü olan “Teşkilatı mahsusa”nın adına çalıştığını ileri sürse de bu konuda yeterli belgelerin olmadığı da bilinir. Sarayla çalışmış olsa da padişaha sadakatıyla bilinen ve belki de padişah ile de tanışan bir kişiydi. Bu nedenle de olsa Mustafa Kemal ile Said Kürdî’nin daha önceleri birbirlerinden bilgi sahibi olduklarını sonraki sürtüşmelerinde de anlaşılmaktadır!.. Fakat Bedi-üz Zaman'ın "Teşkilat-ı Mahsusa"ya üye olduğuna dair tarihi hiçbir vesika yoktur. Yalnız Padişah Abdülhamid'den "Medresetü’z-Zehra" adlı “Üniversite” isteği bilinir ve müsadesi de o dönemde alınır.  Aldığı bu destek savaş nedeniyle temeli o dönemde bölgede olan Osmanlı Devlet temsilcisinin katılımıyla atılsa da yapımı tam olarak gerçekleşemez...

O dönemde Edirne‘den Kolordu Komutanı olarak Kürdistan‘a gönderilen Mustafa Kemal Paşa, Bitlis'te, 16 Kasım 1916 tarihinden 14 Ocak 1916 tarihine kadar bölgede araştırmalarını yapar. Sonra Diyarbakır’da uzun süre kalarak Dersim’de aşiret reis ve seyitlerle de birkaç toplantı da yapar. O’nun sadece bir uzman asker değil, bir istibaratçı da olduğu bu bölgedeki ilişkilerinden anlaşılmaktadır. O zaman padişaha hizmet eden ve sadık bir adamı olan Saidi Nursî ile Mustafa Kemal Paşa’nın birbirlerini tanıdıkları varsayımdan da öteye gider!  Atatürk’ün Cumhuriyetin kurucusu olarak da ilk işi 1925 yılında isyan etti diye Şeyh SeyidEfendi‘yi29 Haziran  1925’te Şark İstiklal Mahkemesi tarafından idamına karar verilerek, Diyarbakır Dağkapı Meydanı‘nda 50'ye yakın arkadaşı ile birlikte astırır!

Daha sonraları da Seyid Rıza, biri oğlu olmak üzere 6 yakın arkadaşı 15 Kasım 1937'de Elazığ'da asılarak, sonra da cesetleri tıpkı Şeyh Said ve arkadaşlarının yakılarak yok edildiği gibi mezarları dahi geride bırakılmaz!..

Bedi-üz ZamanSaidî Nursî’yi cumhuriyet yönetiminde idam edilip, sonra da cenazesi Şeyh Said ve Seyid Rıza ve arkadaşları gibi yakılmamışsa da, ölümünden sonra yakılanların cesetleri gibi O’nun da tabut ve cesediyle uğraşılarak kendisinden önce asılanlar gibi bir mezar yeri bile kendisinden çok görülmüştür!..

Said Kürdî’nin Barla’da sürgün cezasını çekerken, bir sabah erkenden Atatürk ve beraberinde olan Beyşehir Eminiyet Müdürü O’nunla son bir görüşmenin olduğundan da bahsedilir. Yapılan görüşmede Atatürk, O’na :” Bu inadından vaz geç! Van’da açacağın üniversiteye tüm olanakları sağlarız!” der. Saidî Nursî (Saidî Kurdî) de tıpkı Sinoplu Diyojen gibi O‘na:”Bana gölge yapma! Senden başka ihsan istemem!” der. Atatürk de kendisine:”Daha akıllanmamışsın! Kal burada, tüm ömrünce“ diyerek Barla’dan kayık ile tekrar Beyşehir‘e geri döner! Çünkü Bediüz Zaman Saidî Nursî (Saidî Kurdî)’nin sürgün edildiği yer bilinçli seçilen bir bölgeydi. Bu köyün o zamanlar yolu, yordamı yoktu. Bedi-üz Zaman Saidî Nursî’nin ilişkisi sadece o bölgedeki Barla halkıylaydı! Barla halkı O’nu sevmiş ve bağrına basmıştı! Bir de gelip, giden talebeleri O’nun yazdıklarını gizlice alıp götürürlerdi. Bilinen odur ki hayalindeki „Üniversite“yi hiç bir zaman kuramadı! Türkiye’nin her tarafında kendisine inanan sayısı kabarık olan Türk ve Kürtlerden oluşan inaçlı bir „Nur cemaati“ni geride bırakarak vefat etti. Fakat dünyanın her tarafında kendisinin düşüncelerini paylaşan inananlar oldu. Eski Sovyet Devletlerinde kitapları müslümanlar arasında elden ele dolaşarak, binlerce okuyanı ve kitaplarının da büyük rakamlarla baskı yaptığına tanık oldu!.. Artık O’nun için kara günler de doğduğu topraklardan uzak, yad ellerde başlamıştı. Vatan hasreti her şeyin üstündeydi! Bu yıllar O’nun „Bedi-üz Zaman Saidî Nursî” adının artık Türkiye’de Kürtlüğünden dolayı “Bedi-üz Zaman Saidî Kurdî“ye de dönerek her iki ad da O’nun için saygı duyulan adlar olur. O’nun hayatında önemli bir yeri olan Beyşehir Gölü’nün kenarındaki Barla köyünde 1926’dan 1934 yılları arasında tam 8 yıl kalır. Kaldığı yer 2 odalı mütevazi bir evdi.O evin önünde büyük bir ağaca yaptırdığı çardakta da bazan dinlenip, yazdığı da oluyordu.

 

 

Bedi-üz Zaman Saidî Nursî‘nin Barla’da sekiz yıl kaldığı ev

 

Risaleyi Nur adlı 6000 sayfalık temel yapıtı ile diğer yazılarının çoğunu burada yazarak, kendisini ziyarete gelen talebeleri, bunları alıp çoğaltarak Türkiye’nin her tarafına dağıtırlardı. Bedi-üz Zaman Said-i Kurdî, Barla’dan ayrıldıktan sonra Isparta’ya yerleşir. Eski reisicumhurlardan Süleyman Demirel’in mmemleketi olan Isparta’da kendisine inanan çok taraftar bulur. Onlarla yakın ilişkiler kurar! Bu bağ ve ilişki Türkiye’nin her tarafına dağılır!..

O, ölmeden önce artık çok ihtiyarlandığını fark edince, sevdiklerine veda ziyaretlerini yapmaya başlar. Saidî Nursî, 19 Kasım 1922 tarihinde Ankara’ya seyhat eder. Mecliste resmî bir tören ile karşılanır!.. Ta o zamanlar bile mecliste kendisine inanan bir mebuslar kitlesinin olduğu bilinir. Yalnız Mustafa Kemal Paşa ve O’nun adamlarıyla pek uzlaşamaz. 1923 Mayıs'ında Ankara’dan ayrılarak tekrar doğduğu topraklara ve Van’a yolculuk yapar.

Bu dönemde 1924 yılında başlayan Şeyh Said Harekatı bahane edilerek, yeni kurulan Ankara Hükümeti‘nin emriyle Saidî Nursî tutuklanarak Burdur’a mecburi ikamete gönderilir. Barla'dan Eskişehir'e, oradan da Kastamonu'ya sürülen Bedi-üz-Zaman, 1936 Mart'ında Kastamonu Araba Pazarı'ndaki Çarşı Karakolu'nun soğuk bir odasında yaşamaya mahkûm edilir. Sözde hapisten yeni çıkmıştı. Asrın çilekeş insanı Saidî Kurdî bir müddet sonra karakolun hemen karşısındaki bir eve taşınıp, 7 yıl kadar da bu evde takip ve baskı altında tutulur... O‘nu ziyaret eden veya herhangi bir şekilde O‘nunla temas kuran her kimse, hemen karakola çekiliyor ve işkenceye tabi tutuluyormuş. Sürekli baskınlar, aramalar, falakalar ve yapılan işkenceler ne Saidî Nursî’yi ve ne de „Nur Talebeleri“ni davalarında vazgeçirememiştir!..

 

 

Bedi-üz Zaman SaidîNursî‘nin Kastamonu’da kaldığ ıev

Bedi-üz Zaman Said Nursi‘nin 1936-1944 yılları arasında on yıl kadar Kastamonu‘da geçirdiği sürgün hayatını hiç unutamadığını ve yaşadığı süre içerisinde bunu hep dile getirdiğini yakınında olan taleberleri bunu sonraları birbirine anlata durmuşlar! Ancak Üstad ve talebeleri açısından Kastamonu yılları hiç de kolay geçmemiş! Kastamonu'ya sürülmeden önce Barla Köyü’nde Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir bölümünü orada tamamlamıştı. 

Kastamonu’da ise öğrenci ve kendisine inanan ve hali vakti iyi olan müslümanların da yardımıyla Risale-i Nurları çoğaltarak, her tarafa dağıtma olanaklarına da kavuşmuştu!.. Her gittiği yerde olduğu gibi Kastamonu'da da „İlahi Kader“ Bedi-üz Zaman için seçkin dava arkadaşları vardı. Mehmet Feyzi Pamukçu ve Çaycı Emin Çayırlı bunların başında gelenlerdi. Bediüzzaman, baskı altında çok bunaldığı anlarında ve fırsat buldukça Kastamonu'daki tarihî kaleye ve Karadağ'a giderdi. Yalnızlık ve huzur bulduğu bu mekanlarda Risaleleri yazmaya devam ederdi. Buralarda kaleme aldığı Risaleleri talebeleriyle anlaştığı ağaç kovuklarına koyar daha sonra da oradan alınan yazılar gizlice çoğaltılırdı! (1) Bedi-üz Zaman Saidî Kurdî, 1960 yılının Ocak ayında başladığı seyahatinde önce İstanbul, Ankara, sonra Konya ve Emirdağ’ına uğrayarak tekrar Isparta’ya döner. Bu gidiş ve gelişler O’nun veda ziyaretlerine dönüşür.

Memleketi olan Bitlis’in Nurs köyüne geri dönmemesi için de devlet daha önce O’nun nüfus kaydını Emirdağ’ına yapar. Nereye sürgüne gönderildiyse, cezası bittiğinde hep Emirdağ’ına geri dönerdi!... Zorunlu iskan yeri olduğu için Emirdağ’ı O’na bir zindan hayatını verir gibiydi!.. Bedi-üz Zaman Saidî Nursî (Saidî Kurdî) son günlerini yaşarken hastalığı da artar. Yanında kendisine hizmet eden talebelerine „Ben Newroz Bayramı‘nda Urfa’da olmalıyım! Bir an önce yola çıkalım!“ der. Büyük İslam alimi bazılarına göre Newroz gecesi olan 21 Mart’ta Newroz Bayramı’nda, bazılarına göre de bayramdan iki gün sonra 23 Mart 1960 tarihinde 82 yaşında Urfa'da hayata gözlerini kapar. Urfa'daki Halil İbrahim Dergahı‘na gömülür.

Gömüldüğü kabir yeri daha ölmeden önce 1952 yılında Şeyh Müslim Hafız Efendi'nin Mevlid-i Halil Camii avlusunun kuzey tarafına yaptırdığı ve "sahibi yakında gelecek" dediği türbeydi. Ancak, Bediüz Zaman vasiyetinde kabrinin gayet gizli, bir iki talebesinden başka hiç kimsenin bilmediği bir yerde olmasını ve kabrinin ziyaret edilmesi yerine uzaktan fatiha okunmasını ölmeden önce yakınında olanlara bunu sözlü olarak beyan etmişti... Vefatından 3,5 ay sonra, 12 Temmuz 1960'ta, 27 Mayıs ihtilalini yapanlar tarafından kabri kırılarak açılır ve kardeşi Abdülmecid Nursi'den zorla alınan muvafakatname ile tabutu uçakla bilinmeyen bir yere ve sonraları bu yerin Isparta-Doğancı mezarlığı olduğu ve tabutla gömüldüğü anlaşılır…

 

 

Saidi Nursî’nin kardeşi Mola Abdülmecid'in de hazır bulunduğu ve Bedi-üz Zaman'ın gömüldüğü sanılan mezarı…Mezardaki yazı ve dualar sonraları bilinçli olarak kazılıp yazılar silinmiştir.

 

Kardeşi Mola Abdülmecid'in de hazır bulunduğu bir ortamda yarı gizli bir şekilde gömülür. Bedi-üz Zaman'ın mezarının yeri yaklaşık yine de 9 yıl saklı tutulur. 1969'da Isparta Nur talebelerinden Mustafa Pestil'in yeğeninin çocuğu vefat eder. Isparta Doğancı kabristanında mezar yeri kazarken galvanizli bir tabuta denk gelirler. Mustafa Pestil arkadaşları gittikten sonra yeniden gelip kontrol ettiğinde tabutun içinde Bedi-üz Zaman'ın naaşını bozulmamış bir şekilde bulur. Yalnızca yüzünde ilaç izinden bir leke oluştuğunu görür. Ayrıca ayak-baş istikametinde yanlış gömüldüğünü de fark eder. Daha sonra birkaç arkadaşıyla derin bir yer kazarak cenazeyi doğru bir istikamette yeniden gömerler. Artık orası Bedi-üz Zaman Saidi Nursî’nin gerçek mezar yeri olur… Mezar yeri bununla da kalmaz! 

Mezar yeri bununla da kalmaz! Bu konuda biraz daha bilgi verilirse mezar konusu da netleşir! Bedi-üz Zaman Said Nursi’yesanki27 Mayıs 1960 askeri darbeciler sağlığında O’na yapamadıklarını bu sefer de O’nun ebedi istirahatgahında dahi rahat bırakmazlar. 12 Temmuz 1960’ta 27 Mayıs ihtilalinin ardından kurulan hükümetin emriyle, Urfa'daki Saidi Nursi'nin mezarı kazılarak açılır. Ceset gece bilinmeyen bir yere nakledilir. O tarihten beri Bedi-üz Zaman'ın mezarının nerede olduğu da tam olarak bilinmez! Bazılarınca uçakla tabutu Akdeniz'e atıldığı, bazılarınca da mezarının sadece belli bir çevrece bilinen bir yerde gömüldüğü söylenir. Bu her iki görüş de tam olarak saptanmış değil!.. Yalnız aşağda belirtilen bir haber daha var ki belki de o doğru adresi işaret etmektedir. Şöyleki: Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun, “Bedi-üz Zaman'ın Mezar Bulunsun” önerisiyle Saidi Nursi'nin gizlenen mezarı bir daha gündeme geldi. Bu sırada bir de aradan uzun yıllar geçtikten sonra, ortaya çıkan ve olaya şahitlik eden “Erol Türegün” ortaya çıkar. Erol Türegün olayı şöyle dile getirir:' Yedek. subaydım. Gece yarısı alarm verildi. Bir cenaze taşıyan uçak gece yarısı Afyon Askeri Limanı'na indi. Cenazeyi taşıyan Assubaylar, cenazenin Saidi Nursi'ye ait olduğunu, daha önce kazılan ve Isparta-Afyon arasındaki bir mezara  defn ettiklerini!” anlatarak olayı aydınlatır…

Yine Kürt bir aile olan Bedir Han Paşa'nın torunlarından olan tanınmış tarihçi Cemal Kutay'ın "Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Bedi-üz Zaman Said Nursi" adlı kitabında başka bir önemli konuya dikkatleri çeker ve der ki: "Saidi Nursi'nin Osmanlı istihbarat örgütü olan  Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştığını söyleyerek, O'nun devletçi ve milliyetçi olduğunu!..” ifade eder. Bu konuyu sadece Cemal Kutay idia etmiş ve bu konuda açıklayıcı herhangi bir yazılı belge de sunmamıştır. Fakat bu açıklamaya karşı çıkanlar da konuyu belgeliyerek açıklık getirememekteler. Yukarda adı geçen Şeyh Said'in yakınlarının SaidiKurdi ile Ankara'da yapmış oldukları bir konuşmada, konu kapalı bir şekilde sorulmuşsa da,SaidiKürdi'nin "Yazdığım mektupta sebepleri Şeyh Said Efendiye bildirmiştim." diyerek konuyu kapatması da, halen ilişki olayını herkesin kabulleneceği bir açıklığa kavuşturmamıştır!..

 

Daha sonra Risale-i Nur talebelerinden Salim Güntaç, Tâhiri Mutlu, Ali İhsan Tola, Mustafa Gül, Savlı Hafız Bekir ve bir kişi daha (toplam 6 kişi)  NurpediaBedi-üz Zaman’ın naşını Isparta’dan Sav köyüne naklederler. (2.) 

Daha sonraları Bedi-üz Zaman'ın yakın talebelerinden Bayram Yüksel‘in nezaretinde naaş bulunduğu yerden başka bir yere taşınır ve yeri gizli tutulur. Kabir yerini sadece bu taşıyanlar bilir. Bu yer değiştirme işinin birden daha fazla yine tekrarlandığını Nur Cemaati arasında dolaşıp durdu. (3).

 

:Dergahtaki mezar.jpg

 

Saidi Nursi'ninUrfa'dakiHalilürrahmanDergahı‘ındakiilkmezarı

 

 

Mezarsökülüpyıktırıldığıiçingeridekalanbugünküyeriyukardaboşbırakılanalandır!

 

Başlangıçta "Nurculuk" dünya görüşü tekti ve bölünmüş değildi. Bedi-üz Zaman'ın ölümünden sonra işin içine menfaat ve siyaset girince Nurculuk'ta da ayrışmalar oldu. Bunları burada adlandırmanın yararlı olmayacağını düşünerek, bu konuyu sağduyuya bırakıyorum. Yalnız Hakan Yavuz'un (4) yazdıklarını burada bir kez daha vurgulamak istiyorum. Boşuna "Yanlış hesap Bağdat'tan döner!" dememişler. Bedi-üz Zaman'ın gerçek görüşleri etrafında taraftarı olan İslamcıların birleşeceği muhakkak. Önemli olan birleşme sürecini kısaltmaktır! Hakan Yavuz yazdığı eserinde şu görüşe de yer veriyor:"1980 darbesinden sonra Mehmet Kırkıncı ve Fethullah Gülen askeri darbeyi desteklediler. Bu kişilerin etrafındaki cemaat Türk milliyetçiliğine dayalı İslam görüşünü benimsediler. Bu iki Nur cemaati, Nur hareketini "Türk İslamı" olarak sundular ve hareketi ulusallaştırdılar. Türkiye'de herhangi bir dini hareket, seküler devlet tarafından -ki devlet, dini ya devlet yapısından dışlar ya da dini dahil etme yoluyla kontrol etmeyi amaçlar- meşru görülmek istendiğinde, devletin gözünde meşruiyet ve destek kazanmanın tek yolu milliyetçiliktir. Bir başka deyişle, bazı Nurcu gruplar, milliyetçiliğe ve milli kültüre katkılarını vurgulayarak, devlet önündeki meşruiyetleri ve önemlerini korumaya çalışırlar. Örneğin, Fethullah Gülen, Türk İslam'ını Arap ya da Fars İslam'ından farklı görmektedir.!” Yukardaki görüş elbet yazarını bağlar. Günümüzde Fethullah Gülen Cemaati bir ırktan ziyade tüm müslümanları bir çatı altında toplamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır. Daha doğrusu O, dünya İslamını bir araya toplama hizmetiyle uğraşmaktadır. Fakat müslümanlığı tek bir ırki şemsiye altında toplamak, örneğin "Türk-İslam Sentezi" gibi düşünerek Kürtleri yine inkar etmek, bu düşünce tarzı Bedi-üz Zaman'ın görüşlerine tamamen terstir. Bu konuda yanılgıları olanlar varsa, fenfaatı bir yana bırakarak, sağduyu ile biraz daha konuya eğilmelerinden yarar var…

Bir müslümam başka bir müslümanı veya halkı asla küçük ve hakir göremez. Şayet kendini başka kişi ve halklardan üstün gören şövenist ve faşist varsa, böyle kişilere Yüce Allah şöyle buyurur:"Ey insanlar biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için, sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, en çok sakınanızdır. Allah bilendir. Her şeyi heber alandır." (Hucurat:13) Diğer yanda diller ve renkler Allah'ın birer ayeti olarak Kur'an-ı Kerim'de zikredilmektedir. Allah şöyle buyurur: "O'nun ayetlerinden biri de, göklerin ve yerin yaratılması, diliniz ve renklerinizin değişik olamasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır." denilir.

Badiüzzaman Saidi Nursi Hazretleri "İman hem nurdur, hem kuvvettir!" der. Gerçekten hakiki imanı elde eden ve kainata meydan okuyan, bir lokma ve bir hırkayla yaşıyan bu zatı muhtereme yapılan zülümler, onlar asla insan nazarında kıymet bulmamıştır. O'nun sağlığında O'ndan korkanlar O, öldükten sonra da cesedinden kormaya başladılar! Doğru ve gerçeklerden ürküp kaçanlar için, yaşamak ne kadar da zor! Ya kendi halkının gönlünde taht kuranlar! Onlar elbette sonsuza kadar huzur içinde hep yaşıyacaklar!..

 

Mart 2024

Kaynaklar:

  1. Bedi-üz Zaman’ın Kastamonu Yılları.
  2. Nurpedia.org - İman ve İslam HakikatlerineDair Nur Ansiklopedisi.
  3. Burhan Kemal- Zamanımızda Bir Kürt Bedi-üz Zamanı olan Saidî Nursî (Saidî Kurdî)‘nin hayatı.
  4. Hakan Yavuz, “Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk”, İslamcılık Derlemesi, İstanbul: İletişim. Yayınları, 2004.
  5. Badi-üz Zaman Saidi Nursi Hazretleri’nin Gerçek Yaşantısı, Biyografik Bir Araştırmna, 1985, İstanbul/Maltepe.
  6. Bedi-üz Zaman Said Nursi‘Kastamonu yılları.

 

Kürtlerde üç Bedî-Üz Zaman (1)

Kürtlerde üç Bedî-Üz Zaman (2)

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.