Kuzey Suriye’de Tarım ve Özerklik- Sean Keller
Sean Keller'in Rojava Kürdistanı'nda tarımsal üretime dair yazısı
Suriye’nin Rojava bölgesinde komünal yaşam, sosyal adalet ve ekolojik canlılık alanında çığır açan bir deneyim gerçekleşiyor. Sivil savaş tarafından yıkıma uğramış Suriye, çoğu zaman en çok umutla beklenenin düşmanlığın sona ermesi olduğu bir yer. Ancak Rojava, gözünü çok daha yukarılara dikti. Kobani’de siyasi özerklik olarak başlayan hareket, komünal dayanışma ilkelerinin üzerinde -merkezine gıda güvenliği, kadınlar için eşitlik ve yerelleştirilmiş, anti-kapitalist ekonomiyi alarak- radikal çoğulcu bir demokrasi inşa etme girişimi olarak gelişti.
Rojava’nın demokratik devriminin kalbinde en başından beri Mezopotamya Ekoloji Hareketi (MEM) yer alıyordu. Hareket baraj inşası, iklim değişikliği ve ormansızlaştırma karşıtı tek bir alana yoğunlaşan kampanyanlarla sınırlı kalmadı ve 2015 yılında yerel ekolojik grupların küçük bir birleşmesi olmaktan çıkarak, Rojava’daki her bir kantonun yanısıra komşusu Türkiye’de de etkin olan tam teşekküllü “ekoloji konseyleri” ağına dönüştü. Görevi ise önde gelen kurucularından Ercan Ayboğa’nın belirttiği üzere, “Kürt özgürlük hareketi ile Kürt kadın hareketinin ekolojik karakterini güçlendirmek” oldu.
Bu, kolay bir süreç değil. Neoliberal politikalar, savaş ve iklim değişikliği zorluklar açısından etkileyici bir liste oluşturuyor. Mahsul çeşitliliği, monokültür* yöntemi için verilen sübvansiyondan ötürü baltalanmış durumda. Yerli tohum stokları ise azalıyor. Bölge Türkiye, Irak ve merkezi Suriye hükümetinin ticaret ambargolarından ötürü zarar gördü; köyler ise zorla yerinden etmeye ve nüfus azaltımına maruz kalıyor. Yeraltı su rezervleri tükeniyor; iklim değişikliği yağış miktarını azaltıyor. Birçok kuyu ve çiftlik kendini IŞİD olarak tanımlayanlar tarafından yok edildi; birçok çiftçi mayınlarla öldürüldü. Bölgenin çoğunluğu elektrikten yoksun. Ve sivil savaştan, Suriye’nin geri kalanından kaçan mülteci akını yaşandı.
MEM’e göre üst üste binen bu problemlere yönelik çözümler bütüncül ve sistemsel olmalı. Ercan, MEM’in öncelikleri hakkında etkileyici bir özet sunuyor: Rojava’nın ithalata bağımlılığını azaltmak, su muhafaza eden geleneksel tarım yetiştiriciliğine geri dönmek, belediye düzeyinde ekolojik karar alma sürecini savunmak; yerel mahsülleri, canlı hayvanı ve geleneksel inşaat metotlarını teşvik etmek, öğretici etkinlikler düzenlemek, yıkıcı ve sömürücü “yatırım” ve baraj ile maden gibi altyapı projeleri aleyhine çalışmak. Kısacası; “suyu ticarileştirmekten, toprağı metalaştırmaktan, doğayı ve halkı kontrol etmekten, fosil yakıtların tüketimini teşvik etmekten” suçlu olan her şeye karşı “ekolojik direniş seferberliği”.
MEM, 2016 yılında, sosyal ve ekolojik hedeflerinin yer aldığı bir bildiri yayınladı ve bu, oldukça hoş bir şey. “Savunmalıyız” dediği şeyler şöyle sıralanıyor: “ulus devlete karşı demokratik ulus; hızlı kazanç mantığı, tekelcilik ve büyük endüstrileriler bulunan kapitalizme karşı komünal ekonomi; organik tarım, ekolojik köy ve kentler, ekolojik endüstri, kapitalist modernite tarafından dayatılan tarım ve enerji politikalarına karşı alternatif enerji ve teknoloji.” Tüm bunlara çocukları dahil etmek de önem teşkil ediyor. Rojava’daki okullar, ekolojiyi temel ilke olarak öğretiyor. MEM, 2016 yılında, Uluslararası Yavaş Gıda** ve Rojava Su ve Tarım Bakanlığı’nın desteğiyle beraber çocukların bölgedeki biyo-çeşitliliği ve bununla nasıl ilgilenilmesi gerektiğini öğrenmesi için ‘laboratuvar’ oluşturmak amacıyla Kobani kentinin çevresindeki köylerde bir dizi okul bahçesi inşa edilmesine yardımcı oldu. Bu bahçelerde; mısır ve buğdayın tek tipte yetiştirilmesi yerine meyve ağaçları, incir ağaçları ve nar ağaçları yetiştiriliyor. Bunlardan bazılarının ekimi IŞİD’in neredeyse yok ettiği arazilerde yapılıyor.
Birçok Rojavalı için bahçeler aynı zamanda bölgeyi geleceğe taşıyacak atlama taşı niteliğindeki antik geleneklerin dirilişini temsil ediyor. 2016 yılında yeni bir bahçenin kurulduğu okullardan birindeki öğretmen Mustafa, “Bu toprakta büyüdük ve burayı terk etmedik” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çiftçilerden ve canlı hayvan yetiştiricilerinden oluşan bir halk olarak her zaman için bin yıllık kendi yöntemlerimizi kullanarak ekinlerle ilgilendik.”
Direniş ruhu toprak üzerinde olduğu kadar toplum ve ekonomi düzeyinde de canlı. Rojava’daki kooperatif ekonomi gelişmekte. Kürt özgürlük hareketinde uzun süredir aktivist olarak bulunan ve Rojava’da Devrim isimli kitabın ortak yazarlarından Michel Knapp, Rojava’daki çoğu kooperatifin “beş ila on üyenin tekstil, tarımsal ürün, sebze ve meyve ürettiği küçük yerler olduğu, ancak bazı büyük kooperatiflerin bulunduğu, bunlardan birinin ise 2 binin üzerinde ev ve hane halkının geçiminin büyük bir bölümünü güvence altına alındığı, hatta bu kişilerin satış bile yapabildiği Amûde yakınlarındaki bir kooperatif olduğu” gözleminde bulunuyor.
Rojava yönetimi demokratik ve ademi merkeziyetçi; yerleşim yerlerindeki komünler ve yerel konseyler, insanlara yaşamlarını etkileyebilecek kararlar almada özerklik ve kontrol sağlıyor. Belediye düzeyindeki yönetim organları, kamu ve kâr amacı gütmeyen çevreler arasında kurulan eşi benzeri olmayan bir ortaklıkla MEM’in faaliyetlerinin içerisine sistemli olarak entegre edilmiş durumda. Öte yandan hapishane sisteminde radikal bir şekilde reform yapılıyor; yerel ‘barış komiteleri’ hüküm verilirken suçun sosyal ve siyasi boyutlarını dikkate alıyor. Ercan’ın dediğine göre çoğu kentte tutuklu sayısı 10’u, 20’yi geçmiyor.
Üstüne üstlük devrimin her bir tarafında başrolü alanlar ise kadınlar. Rojava’da kadın kooperatifleri; kadın konseyleri, kadın komiteleri ve kadın güvenlik güçlerinde olduğu gibi sıradan bir görüntü. Kadınların ekolojik köyleri ev içi şiddet ve travma mağdurlarına yardım etmek amacıyla hem Rojava’da hem de sınırın diğer tarafındaki Türkiye’deki Kürt illerinde inşa edildi. Rojava’da ataerki, MEM’in “radikal demokratik, komünal, ekolojik ve kadınların özgürleştirilmiş olduğu bir toplum” olarak tanımladığı şeyin inşası doğrultusunda bir kenara atılan neoliberal programın özelliklerinden yalnızca biri.
*Monokültür belirli bir bitki türünün bir bölgede çok yaygın olarak uzun yıllar boyunca yetiştirilmesine dayanan bir tarımsal yöntemdir.
**1986’da Carlo Petrini tarafından başlatılan Uluslararası Yavaş Gıda veya İngilizce’deki ifadesiyle Slow Food; hızlı, ayaküstü yemek alışkanlığına (fast food) karşı alternatif olarak geleneksel ve yerel yemek ve yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eden harekettir.
Çeviri: Tolga Er/ Gazete Karınca
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.