Lozan Antlaşması ve Güney Kürd,stan'a saldırı
.
ABD’nin Irak’a askeri müdahalesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti ve gizli bazı güç odaklarının bu vesile ile Irak’a girme yönünde iştahı fazlasıyla kabardı. Irak’a müdahale arzusu, Türkiye Cumhuriyet’nin kuruluşundan beri gündeminde tuttuğu ancak açıkça telaffuz etmediği/edemediği siyasal istemidir. Devletin yayılmacı istemi zaman zaman Osmanlı nostaljisi olarak ortaya çıksa da asıl son yüz yıllık dönemde fiili olarak sınırlar ötesi askeri müdahalelerin yapıldığı bilinmektedir. Hatay’a, Kıbrıs’a, Suriye’ye, zaman zaman Güney Kürdistan’a bu tür askeri müdahaleler yaptığına hep tanık olduk.
Meşhur 1 Mart Tezkeresi’inin TBMM tarafından kabul edilmemesi, (01.03.2003) Türkiye’nin Irak’a asker gönderme konusundaki hukuksal koşulları ortadan kalkmakla birlikte devlette bazı güç odaklarının bu yöndeki hevesleri son bulmadı.
Bu güç odaklarınca PKK’nın eylemleri bahane edilerek veya bu bahane Türkiye’ye verilerek sınır ötesi bir askeri harekâtla Güney Kürdistan’a girmek arzularının hukuksal dayanakları var mı? Böyle bir girişimin meşru sayılabilmesi mümkün mü?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yaptığı bütün sınır ötesi müdahalelerde her zaman “hukukun içinde kalmak” ve “meşruiyet şartına uymak” gibi söylemleri dile getirmektedir. Örneğin Devlet, Kıbrıs’a askeri müdahalesi bir antlaşmadan doğan garantörlük hakkına veya Güney Kürdistan’a girerken Saddam yönetimi zamanında Irak Devleti ile imzalanan sınır ötesi askeri harekât yapabilmesiyle ilgili iki ayrı antlaşmaya dayanıyordu. Saddam rejimi devrildiği için yeni Irak devleti onun zamanında yapılan bu andlaşmaları hükümsüz saydı. Bu sınır ötesi askeri müdahalelerin dayandığı hukuksal dayanakların haklılığı bir yana, ama var olmaları önemliydi. Çünkü devlet kendini hukukla sınırlamaya mecburdur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın 2. maddesi devleti, “bir hukuk devleti” olarak niteler. Bunun kabaca yapılacak tanımı şudur: Devletin tüm eylem ve işlemlerinde hem evrensel hukuka, hem de iç hukuk kurallarına uygunluğu esastır. Bu ilkeye uymak devlet için bir yükümlülüktür ve bu yükümlülüğe uymak, hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz koşulunu oluşturur.
Devlet sınır ötesi askeri hareket yapmak istediğinde ve bunun için hukuksal meşruiyet aradığında, hem uluslararası hukuka, hem iç hukuka, hem de taraf olduğu antlaşmalardan doğan hukuksal yükümlülüklere uymak mecburiyeti altındadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin uymak zorunda olduğu bu mecburiyet kaynaklarından biri de Lozan Antlaşmasıdır. Irak’a yönelik sınır ötesi asker gönderme bağlamında önemi ortaya çıkan Lozan Antlaşması’nın 27. maddesinin 1. fıkrasını irdelemek gerekir. Maddenin orijinal metni şöyledir:
“Türkiye Hükumeti veya Türk memurini tarafından, Türk arazisi haricinde işbu muahedeye vazıulimza diğer devletlerin taht-ı hakimiyetinde veya himayesinde bulunan arazi teb’ası ile Türkiye’den ayrılan ayrılan teb’ası üzerinde, siyasi, teşrii veya idari hususatta herhangi bir sebebe müstenit olursa olsun hiçbir salahiyet veya hakk-ı kaza istimal edilmeyecektir.”
Bu madde tahlil edildiğinde bazı kavramların sınırları çok net olarak ortaya çıkmaktadır.
Birincisi, Lozan Antlaşması ile Türkiye sınırları dışında kalan ve antlaşmaya imza koyan devletlerin hakimiyetine veya himayesine bırakılan topraklar ve bu topraklar üzerindeki halkları tanımlamaktadır. Antlaşmaya imza koyan devletlerin hakimiyetine bırakılan yerlerden biri de Irak’tır. O zaman Irak İngilizlerin yönetimi altındaydı. Bugünkü Irak yine o imzacı Devletlerin askeri himayesi altındadır.
İkincisi, tanımlanan bu topraklar ve halklar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir nedenle siyasal, yasama ve yönetsel yetkilerini kullanamayacağı hususudur.
Üçüncüsü, bu topraklarda yaşayan halklara karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir nedenle yetki veya yargı işlevi yapamaması hususudur.
Bu belirlemelere göre devletin temel üç erkinin ve fonksiyonunun (yasama, yürütme, yargı) Türkiye Cumhuriyeti’nin Irak üzerinde eylemsel veya hukuksal olarak icra kabiliyetinin olmadığı görülür. Yani Türkiye Cumhuriyeti Irak olarak adlandırılan devletin hiçbir karış toprağı veya hiçbir bireyi üzerinde eylem ve işlem yapabilme hak ve yetkisine sahip değildir. Devlet bu hak ve yetki yoksunluğunu imzaladığı ve onayladığı Lozan Antlaşma ile kabul etmiştir.
Bu hususlar Lozan Antlaşması’nın kesin hükmüdür. Bu antlaşma TBMM tarafından onaylanarak özel koruma altına alınmış bir iç hukuk kuralı haline gelmiştir. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre bu antlaşmanın hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı dahi ileri sürülemediği gibi, antlaşma normları ile iç hukuk normları çatıştığında, antlaşmanın hükümleri geçerli olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu antlaşmanın açık hükmü karşısında Irak’a sınır ötesi askeri harekâtta bulunması, uluslararası ve iç hukuk açısından mümkün değildir ve bu hususun tüm diplomatik ve siyasal alanlarda Türkiye’ye ve Lozan Antlaşması’nın imzacı devletlerine hatırlatılması ve bu konuda ciddi ve güçlü diplomatik lobiler oluşturulması gerekir.
Şimdi Irak hükümran bir devlettir ve bu hükümranlık hakkını Türkiye Cumhuriyeti kabul etmiş, şimdiki Irak Devleti’ini tanımış ve kendisini Bağdat’ta büyükelçilik düzeyinde temsil etmektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti, Irak Federal Devleti’nin bütün hükümranlık haklarına saygılı olmak zorundadır. Bu durumun bir tek istisnası vardır, o da savaş halidir. Yani Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Federal Devleti arasında savaş ilanının olması durumu. Bu da yok.
Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi’nin imzacısı olduğundan, diğer ülkelerin, hükümranlık haklarına ve toprak bütünlüğüne saygı yükümlülüğü altına girmiştir.
Uluslararası içtihat haline gelmiş olan “meşru müdafaa” nedeni de Türkiye açısından kabul edilemez. Eğer Irak Federe Devleti tarafından yönlendirilmiş bir faaliyet, Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümranlık haklarını veya toprak bütünlüğünü ihlal eseydi bu haktan söz etmek mümkün olabilirdi. PKK’nın eylemleri Irak Federe Devleti tarafından yönlendirilmemektedir ve Irak ile organik bağlılığı bulunmamaktadır. Sınır sızmaları, dünyanın her yerinde, şu veya bu nedenle yaşanan günlük olaylardır. Kendi sınırlarındaki sızmaları önlemek hususundaki yükümlülük Türkiye’ye aittir.
Lozan Antalaşması’nın bir de bu yönüne bakmak ve Güney Kürdistan Federe Bölge Yönetimine sahip çıkmak bütün Kürtler için bir onur meselesidir.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.