Lozan Antlaşması'nın 100. yıldönümü: Yerli ve yabancı etkinlikler, tartışmalar, tepkiler, değerlendirme ve talepler (2)
.
Faik Bulut Araştırmacı gazeteci, yazar
Lozan meselesini kaldığımız yerden irdelemeye devam ediyoruz.
Yabancı ülkelerdeki yayınlar, sadece Lozan'a eleştirel yaklaşanlardan ve salt batılı ülke medyasındaki değerlendirmelerden ibaret değil.
Bir kısmı İslamcı-Osmanlıcı çizgide seyreden ve mevcut AKP iktidarının bu husustaki bakış açısını destekleyen analizlerdir.
Bir kısmı da Lozan'ın Türkiye ve Ortadoğu bölgesinde yarattığı olumsuzluklara değiniyor.
Tıpkı Suudi sermayeli ve Londra merkezli ünlü El Mecelle dergisinin hazırladığı üç bölümden oluşan dosya gibi...
Bu kapsamda Husam Eytani'nin 22 Temmuz 2023 tarihli analizinde, Lozan Antlaşması ile Ortadoğu ve Avrupa haritasının yeniden belirlendiğinden söz edilirken, Musul vilayetini talep eden Türkiye'nin niçin bundan vazgeçip İngiltere ile uzlaştığına değiniliyor.
El Mecelle, dosyaya ilişkin kapak resminde Lozan serüvenini tasvir etmiş
Analizin son bölümünde, "millet sistemi"nin (günümüzdeki cemaat sistemi-FB) geçerli olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti'nin Lozan Antlaşması temelinde etnik ve dini toplulukların ulusal ve kültürel haklarını hiçe saymasına değiniliyor.
İlaveten bundan kaynaklanan iç çekişme ve çatışmalara da işaret ediliyor ki, en büyük iç kapışmanın Kürtler ile Türkiye'deki iktidarlar arasında yaşanan silahlı çatışmalar olduğu hatırlatılıyor. 1
Aynı dosyadaki eşzamanlı ve S. M. İmzalı bir başka makale, esas olarak Lozan ile Kürtler meselesi irdeleniyor. Şöyle ki:
Fransa ile İngiltere, Kürdistan denen coğrafyayı kendi aralarında paylaşarak Irak ve Suriye'de manda (sömürge) yönetimi kurdular. Bir müddet sonra Türkiye, Fransa ve ardından İngiltere ile ikili pazarlığa girerken Sovyetler Birliği'yle de ilişkilerini geliştirdi. Sevr Antlaşması'na şiddetle karşı çıkan Mustafa Kemal, bunu imzalayan Osmanlı yetkililerini görevinden azletti.
Bu arada yeni kurulacak olan modern Türkiye'nin Türkler ile Kürtlerin devleti olacağı konusunda Kürt ileri gelenlerini ikna etti. Bu dönemde, iki önemli konferans düzenlendi.
İlki Sadece İngiliz yetkililerin katıldığı 1921 Kahire Konferansı'dır. Burada İngiltere, Kürdistan dâhil Ortadoğu'da kendi nüfuz alanlarını belirledi. Ayrıca Milli Mücadele'yi sürdüren Türkiye'ye yönelik nasıl bir siyaset izleyeceğini de ele aldı.İkincisi olan 1922 tarihli Londra Konferansı'na katılan Türk yetkililerle, Sevr Antlaşması üzerinde bazı değişiklikler yapılıp Kürtlere tanınan hakların inkârı konusunda mutabakata varıldı.
Dolayısıyla bölgedeki siyasi hava tamamen değişmiş oldu. Lozan Antlaşması, böyle bir atmosferde yapıldı. Sevr gereğince hakları tanınmış olan Ermeni ve Kürt temsilcileri müzakerelere alınmadılar…
Lozan sonrasında ulus-devlet felsefesi ve fikriyatı Ortadoğu'da etkili oldu. Büyük devletler, bölgedeki her toprak parçasında uluslaşmakta olan halkları, kendi kışkırtarak azami ölçüde çıkar sağlama yoluna gittiler.Lozan'daki ikili üçlü müzakere ve pazarlıklar sonucu sınırları cetvellerle çizilmiş olan yeni devletlerin halkları (özne konumundaki farklı topluluklar) bu gelişmelerden hiç haberdar olmadılar.
Burada varılan uzlaşma ve mutabakatlar Lozan benzeri anlayışların ürünü olup günümüzde olumsuz etkileri hâlâ sürmektedir. İktidar tekelini elinde tutan devletler, çıkarları icabı geçmişteki anlaşmalara sıkı sıkıya yapışmaktalar. Oysa gerçek demokrasi, özgürlük ve eşitliğe kavuşabilmek için bu tür antlaşmaların kıskacından kurtulmayı dileyip isteyebiliriz. 2
Lozan Anlaşması'nın imzalandığı binanın önünde Kürtler
El Mecelle'nin üçüncü dosyası eski büyükelçi, bürokrat Ömer Önhon tarafından kaleme alınmış.
Lozan'a gelinceye kadarki Osmanlının son dönemlerini ve İttihat Terakki Cemiyeti'nin politikalarını gözler önüne seren bu makalede Lozan'ın zafer olduğu vurgulanıyor. Şöyle ki;
Osmanlıcı kesimlerin iddialarının tersine, Lozan'ın gizli saklı maddeleri yoktur. Bu antlaşma sayesinde Türkiye, emperyalist güçlerle baş ederek kendini kabul ettirmiş ve bağımsız devlet olarak uluslararası sahneye çıkabilmiştir.
Keza Sevr'in Ermeniler ve Kürtler için vaat ettiği mutasavver Kürdistan ve Ermenistan, Lozan Antlaşması'nda görmezlikten gelinip mahsus unutulmuştur. 3
Rumlar, İstanbul'u terk ediyorlar, 1922
Rumlar, Mudanya limanında Yunanistan'a gitmeyi bekliyorlar, 1922
Erbil'de yaşayan Suriyeli Kürt aydını Mahmud Rustem'in El Mecelle dergisine yazdığı 27 Temmuz 2023 tarihli makalede, Lozan Antlaşması sonrasında "tarihin dışına çıkarılan" haklardan bahisle şunları yazıyor:
Sykes-Picot Antlaşması (16 Mayıs 1916 tarihinde Britanya ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu'daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşma-FB) 19'uncu yüzyıl sonlarındaki Arap milliyetçiliğinin Asya kıtasındaki Arap toprakları üzerinde büyük bir devlet kurma hayalini yerle bir etti.
Zira Sykes-Picot, galip devletlerin küresel düzeydeki büyük siyasi-stratejik projesinin bir parçasıydı. Bunun sonucunda Arap coğrafyasında birçok devlet kuruldu.
Sevr Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiydi. Aynı zamanda Arapların yanı sıra Ermeni, Kürt, Süryani ve Rumlara yaşadıkları topraklar ve milli sınırlar içinde verilmesi kararlaştırılmış belli hakları içeriyordu.
Ancak 1919-1923 yılları arasında iki önemli gelişme Sevr kararlarının uygulanmasının önüne geçti. İlki Milli Mücadele, ikincisi ise Bolşevik Devrimi'nin yükselişiydi. Bunun üzerine galip Avrupa devletleri, Sovyet merkezli komünist tehlikeye karşı Türkiye ve önderi Atatürk'ü yanlarına çekme politikası gütmeye başladılar.
Batılı ülkelerin Lozan Antlaşması'nı imzalamaları, aynı zamanda onların Türkiye'yi tanıyıp uluslararası denklemde sahneye çıkarak bölgesel bir güç haline dönüşmesini de beraberinde getirdi. Böylece modern Türkiye, jeopolitik oyunların aktif aktörü haline geliverdi.
Haliyle mutlak ulus (tek millet) siyaseti, mücavir bölgelere ve sınır ötesindeki azınlıklara dayatıldı; sadece ülke içinde değil, aynı zamanda Ortadoğu bölgesinin tamamında geçerli olabilecek bir politika benimsedi. Türkiye'nin komşu ülkelerle ilişkileri de bu şarta bağladı.
Azınlıkların ve ötekilerin yok sayılmasına dayalı katı merkeziyetçi devlet anlayışı, sonradan kurulacak olan Suriye, Irak ve İran'daki yeni devletlere sirayet etti…
Lozan Antlaşması, bölgedeki devlet ilişkilerinin çerçevesinin belirlenmesi bakımından örnek bir model teşkil etti. Merkezi devletin dışında kalan inançsal ve etnik topluluklar inkâr edildi; icabında tedip ve tenkile maruz bırakıldı, tarihin dışına atıldı.
Bu yanıyla Lozan, bölgedeki birçok halkın, milliyet ve ulusun hezimete uğratılmasında tarihi bir vesile oldu. Sonuç olarak Ortadoğu'daki toplumların demografik yapıları ve sosyal bünyesi tümüyle çöktü. Çoğulculuk ve demografik denge hepten bozuldu.
Lozan'da galip devletlerin temsilcileri
Lübnanlı yazar ve gazeteci Toni Francis Lozan meselesine değinirken, bu antlaşmasının sona erdiği ve gizli maddelerinin bulunduğu yolundaki komplovari iddiaları reddediyor.
Ayrıca, Türkiye'nin Suriye, Irak ve Libya'ya askeri müdahaleleri ve Yunanistan'la olan bazı sınır anlaşmazlıklarından yola çıkan Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ın 2016 yılındaki şu demecine yer veriyor:
Lozan Antlaşması'nda belirlenen sınırların adil olduğundan şüpheliyim.
Yazara göre:
Lozan'ın 100. yılında Türkiye ve dünya, güçlü ülkelerin çıkarları doğrultusunda sınır haritalarını değiştirebilecek bir üçüncü dünya savaşı sürecinde mevcut konumunu korumayı en büyük görev saymaktalar.
Dolayısıyla Sykes-Picot ve Lozan antlaşmalarına devam edeceklerdir. Zira alternatifler belirsizdir ve 100 yıl önce kurulanların çıkarlarına aykırıdır. 4
Sykes-Picot Anlaşması sonucu cetvelle çizilen sınırlar
Ürdün'de Lozan Sempozyumu
Ürdün'ün başkenti Amman'da gerçekleşen 28 Temmuz tarihli uluslararası sempozyumda tartışılan konuları da ele almamız faydalı olacaktır.
Türkiye Kültür Merkezi (Amman), Arap Fikir Kulübü, Ürdün Tarihçiler Cemiyeti ve Ürdün Haşimi Krallığı Arşiv (Dökümantasyon) Merkezi'nin ortaklaşa düzenlediği sempozyumu izleyen gazeteci Mahmud Münir'in izlenimlerini aktarırken seçtiği başlık ilginçtir:
Gelecek, Geçmişinden Kurtulamadı!
Ürdünlü gazetecinin izlenimlerine dayanarak, aşağıdaki tespitleri yapmamız mümkün:
ORSAM Başkanı Ahmet Uysal'ın açılış konuşmasını yaptığı sempozyumda Arap/İslam halklarının Milli Mücadele'ye sempati ve destekleri vurgulandı.
Daha çok Osmanlı nostaljisi çerçevesinde fikir belirten Iraklı tarihçi Seyyar Cemil, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki Osmanlı mağlubiyetinin nedenini İttihat ve Terakki anlayışına bağladı.
Velid Arid ile Abdurrahman Cud'an da benzer muhafazakâr ve Osmanlıcı bir bakışla konuyu ele aldılar.
Bununla birlikte her ikisi de Atatürk'ün kurduğu yeni cumhuriyet rejiminin anlaşılabilmesi için Araplarla Türklerin ortak çalışması gerektiğine işaret ettiler.
Faslı Abdurrahman Heyli, Milli Mücadele sırasında ülkesi insanlarının Türkiye'ye büyük sempati beslediğine dair belgeler sundu.
Filistinli Velid Salim, Yahudi halkına Filistin'de yurt kurma hakkını vaat eden İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un bu tarihi hatasını düzeltmek için, Türkiye'nin Lozan müzakereleri sırasında çaba harcamadığından şikâyet etti.
Salim'e göre: Lozan Antlaşması gereğince Türkiye, bir Osmanlı vilayeti sayılan (Bilad-i Şam kapsamında) Filistin'deki bütün yükümlüklerinden sıyrıldı.
Dolayısıyla oradaki Filistinliler, yeni bir kimlik alabilmek için İngiliz yönetimine başvurmaya mecbur kaldılar.
Bunu fırsat bilen İngiliz İdaresi de 1925 ve 1931 tarihli kararlara dayanarak kendi himayelerinde bulunmaları hasebiyle dışarıdan göçüp gelen Yahudi muhacirlerin Filistin kimliği alma hakkını yürürlüğe koydu.
Ürdünlü araştırmacı Velid Abdulhay'ın sunumu özellikle Türk katılımcıların tepkisine neden oldu. Çünkü Abdulhay, Türkiye'deki mevcut krizden hareketle Lozan'ın geleceğinden umutlu olmadığını söyledi.
"Ulusal, bölgesel ve küresel düzeydeki değişimlerin Lozan'ı pratikte hükümsüz bıraktığını; dolayısıyla bu antlaşmanın tümden iptali yerine bazı maddelerinin gözden geçirilip düzeltilmesi gerektiğini" vurguladı.
Mısırlı Macide Mahluf, Lozan tutanaklarına ve TBMM'nin 1920-1923 tarihli oturum zabıtlarına dayanarak Türkiye ile İngiltere, Fransa ve Yunanistan arasında Lozan'dan önce görüşmeler yapılıp mutabakata varılması nedeniyle TBMM üyesi Hüseyin Avni ve birçok milletvekilinin sonradan imzalanan Lozan Antlaşması'na karşı çıktıklarını belgeleriyle ortaya koydu. 5
Yine, Lozan'ın 100. Yıldönümü münasebetiyle bir değerlendirme yapan Kosova kökenli Suriyeli Muhammed M. Arnavut, öncelikle Lozan'da Türkiye'nin kesin bir zafer kazandığını belirtiyor; ancak bu zaferin olumsuz yan etkileri ve yansımalarını yazmayı da ihmal etmiyor:
Lozan ve önceki antlaşma metinlerine dayanılarak din ve milliyetçilik adına kültürel çoğulculuk yok edildi. Yüz binlerce insan (Müslüman, Rum, Ermeni vs) yerini yurdunu terk etmeye zorlandı. Mübadele adı altında köklü demografik değişiklikler meydana geldi. Bölgede (Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu) kurulan yeni devletler ise zaman zaman imha, etnik temizlik yöntemlerine başvurarak siyasi/demografik mühendislik projelerini uyguladılar. 5
Lozan hakkında bazı kenar notları:
Birinci bölümdeki bilgilendirme ve yorumların dışında Lozan Antlaşması münasebetiyle birkaç hususa değinmek isterim.
Kimi Kürt aydın ve siyasileri, Lozan'ın, "Kürtlerin yaşadıkları toprakları/coğrafyayı dörde böldüğünü" ileri sürerler.
Bazı Kürtler ise Sevr-Lozan antlaşmalarını kıyaslayarak, "Birincisinin hiç olmazsa Kürtlere (devlet kurma ve kendi geleceğini belirleme gibi) bazı siyasal haklar tanıdığını" söylemektedirler.
Kanımca bu noktada bilgi ve analiz eksikliği mevcuttur. Çünkü Kürt coğrafyası Lozan'da değil, ilk kez İran Safevi ile Osmanlı devleti arasında varılan 17 Mayıs 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Antlaşması sonucu ikiye bölünmüştür.
16 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması ile Kürtlerin yaşadıkları coğrafya Fransa ile İngiltere arasında paylaşılarak dörde bölündü.
Mesela klasik Kürt coğrafyasının yüzölçümü 409 bin kilometrekare olarak hesaplanmıştır.
Sykes-Picot Antlaşması uyarınca İran'a ayrılan parça yaklaşık 124 bin, Irak'a ayrılan parça 72 bin, Suriye'ye verilen 18 bin olarak öngörülmüş; Türkiyeli Kürtlerin yaşadığı yerler ise 194 bin 400 kilometrekare olarak belirlenmiştir.
10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması, İngiliz Temsilci Mark Sykes ile Fransız temsilci Georges Picot'un cetvellerle çizdikleri sınırların Osmanlıya imzalatılmış halidir.
Sevr Antlaşması'nda, Türkiyeli Kürtlerin yaşam alanları, "Kürt bölgesi" olarak adlandırılmıştı.
Bu bölge Kürtlerin bulunduğu bütün il ve ilçeleri kapsamıyordu; daha çok Güneydoğu ağırlıklı illerdi.
Buna karşılık Kürtlerin yaşadığı kuzey ve doğu illerinde bir Ermenistan kurulacaktı.
Sevr'in 63 ve 64'üncü maddelerinde şu ifadeler yer almaktadır:
İşbu Antlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra, 62. Madde'de belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyi'ne başvuruda bulunmaları hâlinde ve Konsey'in de bu nüfusun bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varır ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye'ye salık verirse (tavsiye ederse), bu durumda Türkiye, bu öğütlemeye [tavsiyeye] uymayı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi, şimdiden yükümlenir.
Söz konusu vazgeçmenin ayrıntıları Başlıca Müttefik Devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır.
Açıkçası Sevr'de tanınan hakların alınması, "ölme eşeğim ölme yaz gele yonca bite" türünden batılı devletlerin insafına bırakılmış yani ipe un serme siyaseti izlenmiştir.
Üstelik de Kürtlerin yaşam alanlarının bir kısmının "Ermenistan" olarak tanınması Kürtlerle Ermeniler arasında düşmanlık yaratıp birbirine düşürme taktiğidir.
Sırf bu yüzden bile Sevr'den medet ummanın bir mantığı yoktur, tarih de bunu göstermiştir.
Öte yandan İngiltere, Sevr'in imzalanmasından sonra gerek Kürt bölgeleri gerekse Ermenilere ayrılan toprakların verilmesi için dönemin Osmanlı yönetimini sıkıştırmıştır.
O sırada iktidarda olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, bu hakları Kürt temsilcileriyle müzakere edip uzlaşmak üzere Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin gözetiminde bir "Kürdistan Komitesi" kurmuştur.
Buradan ikinci bir meseleye geliyoruz.
Mustafa Kemal, Hürriyet ve İtilaf Hükümeti'nin Kürtlere Sevr'de belirlenen hakların verilmesi için ilgili bir komisyon kurduğunu görünce, "Türk dostu ve dişi arslan" diye bilinen Fransız gazeteci Madame Berthe Georges-Gaulis ile Sivas Kongresi öncesinde buluşarak ona İngilizlerin çevirdiği entrikalardan bahsetmiştir.
Fransız gazeteci Gaulis hakkında bir haber
M. Kemal, bu Fransız gazeteci aracılığıyla dolaylı yollardan Fransız yetkilileriyle irtibat kurmuş; neticede Fransız diplomat Henri Franklin Bouillon, ülkesi adına müzakereleri yürütmek amacıyla 20 Eylül günü Ankara'ya gelmiştir. 20 Ekim 1921'de de Fransızlar ile savaşı bitiren Ankara Antlaşması imzalanmıştır.
Türkiye ile Fransa arasındaki savaşa son veren bu antlaşmada Berthe Georges-Gaulis'in payı büyüktü. Meclis zabıtlarına yazıldığı biçimiyle, "Madam Golis" için iki kez teşekkür önergesi verilmişti.
Uzun yıllar İstanbul, Beyoğlu'nda yaşayan Madame Gaulis, Fransız basını için çalışan eşi ölünce gazeteciliğe başlamıştı.
Fransız gazeteci B. G. Gaulis'in yazdığı kitap
Fransa'nın Osmanlı ile savaşa girmesi üzerine İstanbul'u terk etmek zorunda kalmış, savaş bitince Eylül 1919'da geri dönmüş ve Anadolu'daki Kuvayı Milliye komutanlarıyla görüşmüştü.
Kimileri, onun için "ajan gazeteci" tanımını kullanmaktadır.
Ben, bu bilgiyi araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak'ın iki televizyon konuşmasında dinledim. Kendisine bilginin kaynağını sordum.
Mehmet Ertuğrul Düzdağ isimli bir araştırmacının "Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler" (İz Yayıncılık-2017) başlıklı kitabından bahsetti.
Mehmet Bayrak dostumun kitabından alıp bana ilettiği görüntülerden birinde Gaulis, dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile birlikte görünüyor; diğerinde ise Mustafa Kemal, Fransız diplomat Henry Franklin Bouillon'un yanında yürüyor.
Mustafa Kemal ve Fransız diplomat Henry Franklin Bouillon
"Mehmet Akif uzmanı" diye tanınan M. E. Düzdağ, genelde İslami çevreye mensup olmasının yanı sıra Kadir Mısırlıoğlu gibilerinin Lozan'a aykırı görüşlerine yakın görünüyor. Bu yüzden de ben bu araştırmacının kitabındaki iddiaları ihtiyatla karşılamak durumundaydım.
Konumuza dönersek; bir şekilde Musul vilayetini Fransızların elinden kapan İngiltere bu bölgede petrol bulunca, Kürt haklarını savunmaktan vazgeçip Lozan'dan önce Türkiye ile anlaşma yoluna gidiyor.
Prof. Dr. Baskın Oran'ın deyimiyle: "Çünkü İngilizlerin artık Kürtlere ihtiyacı kalmamıştır."
Ayrıca İngiltere, Türkiye-Irak sınırındaki dağlık bölgelerde yaşayan Kürtleri kontrol edemeyecek durumdadır.
Üstelik Irak Kürtleri (Mahmut Berzenci direnişi gibi) İngiltere'ye problem çıkarmaktadır.
Öte yandan Sevr gereğince verilmesi vaat edilen Ermenistan'ın Sovyet yayılmasını önleyecek "tampon bölge" işlevini göremeyeceğini anlayan İngiltere, bu işlevi yerine getirebilecek Ankara Hükümeti'ne yanaşmıştır.
Demek ki Lozan'a gidiş yolu üç aşamadan oluşmuştur: M. Kemal önce Fransızlarla anlaşmış, ardından İngilizlerle diyalog kurmuş, üçüncü aşamada ise İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923) toplamıştır.
Bu sonuncu toplantı, aslında batılı ülkelere Kemalist yönetimin şu mesajını içermektedir:
Türkiye'nin geleceği ve tercihi kapitalist dünyadır. Sovyet yardımları geçicidir, Türkiye Bolşevik dünyaya yönelmeyecektir!
Bu teminatı alan İngiltere, Fransa ve diğer devletler, Lozan'ın önünü açarak Balkanlar, Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayan halkların aleyhine işleyecek ve hatta bazı azınlıkların sonunu getirecek antlaşmayı imzalayarak Türkiye'nin tapu senedini onaylamışlardır.
Bu haliyle Lozan, daha önce dörde bölünmüş Kürt coğrafyasının uluslararası garantörler tarafından tasdik edilip mühürlenmiş halidir.
Ne yazık ki Lozan sonrası temel bir söylem haline getirilen "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" şiarının içeriye ilişkin kısmı gerçekleşmemiştir.
Türkiye 1920'lerden itibaren bilhassa Kürtlere yönelik yaklaşık 30 kapsamlı tedip ve tenkil harekâtı düzenlemiş; on binlerce insanın kanı akıtılmış, yurtlar ve haneler viraneye dönmüş; binler insan idam ve sürgün edilmiştir.
Biliniyor ki: Lozan'ın 100. yılı münasebetiyle batılı ülkelerde ve Ortadoğu'da veya Kürtlerin bulunduğu coğrafyada bu antlaşmaya itiraz edip tanımak istemeyen, yerine daha demokratik esaslara dayalı, katılımcı bir "toplumsal sözleşme" veya "devlet" isteyen kimi Kürt oluşumları arasında ihtilaflar mevcuttur.
Mesela KNK'nin konferansa davet ettiği Irak'taki KDP, hem örgütsel rekabet-husumet hem de Türkiye ile sıkı ilişkileri (ticari, siyasi ve ideolojik) nedeniyle toplantıya katılmamıştır.
Keza yurtdışındaki Barzani-KDP yanlısı kişi ve kuruluşlar KNK girişimiyle Lozan'da düzenlenen etkinliğe katılmadılar. Farklı tarihlerde kendi başlarına etkinlik düzenlediler.
Lozan'daki forum tarzındaki etkinliğe yüzlerce yerli ve yabancı katıldı
KDP fanatiklerinden bazıları, "Madem devlet kurulmasını istemiyorsanız, o halde niçin Lozan'da protesto konferansı düzenliyorsunuz?" türünden sorularla KNK ve yakın çevresine sataşmalarda bulundular.
Benzer sözlü sataşmalar Lozan ve Kürtlerin birliği hususunda görüş belirten YNK (Yekitî) Başkanı Bafil Talabani'ye de yöneltildi.
YNK Başkanı Bafil Talabani, Lozan hakkındaki demecinden sonra fanatik bir KDP'linin hakaretine maruz kaldı
Lozan'ı protesto yürüyüşü ve toplantılarında Irak Kürt yönetimini temsil eden bayraklara bazı KNK yanlıları itiraz edince, karşı taraftakiler KNK sembollerine veryansın ettiler.
Abdullah Öcalan'ın resimlerinin bazı göstericilerle taşınması ise İran ve Iraklı Kürt siyasi parti temsilcilerini rahatsız etti. Bu konuda da bir gerginlik yaşandı.
KNK toplantısına davet edilen 50 kurum (ki bir kısmı yabancı toplumsal kurumlar) ile 600 kişi, bir anlamda fraksiyonculuğu aşan geniş çaplı bir siyasete tekabül ediyor görünse bile, arka planda bu örgütün belirlediği çizgi ve amaca ters düşen, aykırı söz edebilecek kimselerin çağrılmaması da dikkat çekiyordu.
Her kesimin ayrı etkinlik düzenlemesi ve aykırı olabilecek seslere yer vermemesi örneği İstanbul'daki HDK konferansında da görüldü.
Diyarbakır'da 14 farklı Kürt oluşum tarafından Lozan hakkında yapılan ortak açıklama
HDP dışında Diyarbakır'da etkinlik düzenleyen bir iki kuruluş ise, sadece kendine yakın gördüğü isimleri konuşmacı olarak davet etmişti.
Buna karşılık Diyarbakır'da bütün siyasi parti ve grupları kapsayan iki etkinlik düzenlendi ve ortak basın açıklaması da yapıldı.
Demek ki Kürt temsilcileri Lozan gibi büyük bir tarihi olayda bile birlikte iş yapamayacak kadar rekabet ve husumet içindeler. Bu yüzden de "Kürt halkının birliği" yolunda aldıkları kararlar da havada kalmakta.
Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Lozan Projesi çerçevesinde meslektaşlarıyla tartışma platformu oluşturdu
Sosyolog Prof. Dr. Hamit Bozarslan'ın deyimiyle "Kürtlerin ortak bellek geliştirmeye ihtiyacı var."
Lozan'a itiraz eden Kürt oluşumlarının taleplerinde de ciddi farklılık ve çelişkiler var. Burada bile bir söz ve anlayış birliği bulunmuyor.
Mesela HDP ile benzer anlayıştaki kesimler Lozan Antlaşması'na alternatif olarak "Demokratik Lozan", "Toplumsal Sözleşmeye dayalı yeni bir anlaşma", "1921'deki Birinci TBMM'nin ruhunu taşıyan demokratik cumhuriyet" gibi önermelerde bulundular.
Barzani ve KDP paralelinde siyaset yapan kimi oluşumlar ise Lozan'ın reddedilmesini ve yerine "siyasi idare (özerklik, federasyon veya devletin) tesis edilmesini" yegâne çare olarak görmekteler.
Diyarbakır'daki Kürt oluşumların düzenlediği Lozan Konferansı / Fotoğraf: Rûdaw
Örnek olarak da Irak Kürdistan Bölgesi'ndeki federal yönetimi göstermekteler.
Hâlbuki IKB'nin hayranlık duyup neredeyse izinden giderek benimsediği AKP-Erdoğan tarzı siyasetin açmazı, salt devlet kurmanın Kürtlerin derdine derman sadrına şifa olmayacağının başlıca kanıtı sayılmalıdır.
Bu yıl yapılan etkinliklerde göze çarpan şey, Kürtlerin kendi içlerine dönük bir kampanya yürütmesi ve fraksiyonel anlayışlardan bir türlü kurtulamaması oldu. Lozan Antlaşması'na yoğunlaşayım derken yersiz ve zamansız yan konular da gündeme sıkıştırıldı.
Lozan gibi uluslararası bir anlaşmanın asıl muhatabı; buraya imza atmış olan devletler yani yabancı (özelde ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya vs) kamuoyudur.
Mesela KNK, Lozan nedeniyle en fazla mağdur olan Türkiyeli Kürtler yerine İranlı, Iraklı ve diasporadaki Kürtleri çağırmıştı.
Davet edilenler arasında yabancı diplomatlar ile karar sahibi olabilecek düzeyde siyasetçilerin sayısı çok azdı.
Hâlbuki sorun, onun öznesi olan Kürt halkı ile müsebbibi sayılan devletlerin temsilcileriyle çözülebilir.
KNK ise, yabancı kamuoyu kavramından daha çok sendikalar, kitle örgütleri, kimi siyasetçileri ve partileri anlamaktadır.
Ancak bunların karar vericilere etkileri sınırlıdır; dolayısıyla asıl ulaşılması gereken kesim iktidar çevreleri ile karar merkezleri olmalıdır.
KDP yanlısı oluşumların bulup etkinlikte konuşturduğu sınırlı sayıdaki yabancı siyasetçi ve akademisyenin bahsettiğim anlamdaki kapsamlı lobi ve kamuoyu yaratma faaliyetlerindeki rolü de sınırlıdır.
"Sevr mi? Lozan mı?" kıskacından kurtulmanın yolu, bütün uluslararası benzerleri gibi Lozan Antlaşması'nın da tarihsel açıdan ebedi olmadığının farkına varmaktır.
Bir antlaşma ne kadar uzun sürerse sürsün ya değişen şartlara uyarlanmak ya da kadük kalmak durumundadır.
Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan'ın 7 Aralık 2017 tarihli Yunanistan ziyaretinde tespit ettiği önemli bir gerçek vardı:
Lozan, 94 yıl önce yapılan bir antlaşma… Sadece Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan bir antlaşma değil. 94 yıl içerisinde dünya yeniden inşa ediliyor…
Son söz: Değişen dünya koşullarında bilinçlenip talepkâr olan Kürtlerin siyasi ve barışçıl müzakereler sonunda hakları tanınacaksa, bunun adının "Yeni Lozan/Değiştirilmiş Lozan" olması veya başka bir isimle anılması işin teferruatıdır.
Kaynakça:
1. https://www.majalla.com/node/295931/
2. https://www.majalla.com/node/295966/
3. https://www.majalla.com/node/295936/, 24 Temmuz 2023.
4. https://www.independentarabia.com/node/476526/, 24 Temmuz 2023.
5. Amman'daki Sempozyum, 28 Temmuz 2023. https://www.alaraby.co.uk/culture/
6. https://www.alaraby.co.uk/culture/, 24 Temmuz 2023.
Kaynak: Independent Türkçe
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.