![M. Emin Sever: Türkler dara düştüklerinde Kürtlere taktiksel yaklaşır, ihtiyaç kalmadığında umursamazlar](https://www.rupelanu.org/d/news/33789.jpg)
M. Emin Sever: Türkler dara düştüklerinde Kürtlere taktiksel yaklaşır, ihtiyaç kalmadığında umursamazlar
.
M. Emin Sever
Xalid Bey, çocuk yaşta gönderildiği İstanbul’da Kürd Aşiret mektebini ve Harbiyeyi başarı ile bitirdi. Öğrencilik döneminde Kürd örgütleri, aydınları, dergi ve gazeteler ile temasta oldu, KTC üyesiydi. I. Dünya Savaşı sonrasında geldiği memleketinde Kürd özgürlüğü için faaliyetlerde bulundu. Kürd aydınları, kanaat önderleri, Alevi ve Sünni aşiret reisleriyle görüşerek Kürd halkının uyanışını ve birliğini sağlamaya çalıştı.
-Azadi kurucuları modern okullarda okumuş aydın, demokrat insanlardı. Kemalist devlet bunları irticai ve gericilikle suçlayamadığı için bunu hiç olmamış gibi halktan gizledi, arşivlerine kilitledi. Onun yerine provoke ederek başlattığı Şeyh Said hareketini, onun dini görünümü üzerinden “irticai, feodal, emperyalizm teşviki vb” yalanlarla suçlayabildi.
-Kendi tarihi geçmişini, ulusal mücadelesini bilmeyen, başkalarının yazdıklar yalanlarla büyüyen bu halkın torunları adeta Kürdleri ve haklarını inkar eden M. Kemal’in, “çağdaş, demokrat, kendi atalarının ise gerici, cahil, feodal” olduğuna inandılar ve kendi kimliksel hak ve özgürlüğü için mücadele etmek yerine Kürd inkarı temelinde inşa edilen akımların peşine düştüler.
– Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyetle devam eden Türk devlet aklı, Kürdlerin yardımına ihtiyaç duyduğunda taktiksel olarak onlara birtakım vaatlerde bulunmuşlardır. İhtiyaç kalmadığında da unutup asimilasyona devam etmişlerdir.
– Türkler asırlardır kendilerine komşu ve her dara düştüklerinde yanlarında olan ve yine kendileri gibi, Müslüman olan Kürdleri inkar ve asimile etmekten vazgeçmediler. İhtiyaçları kalmadığında artık Kürdlerin daha önce kendilerine yardım ettiklerini ve ne de onlar gibi Müslüman olduklarını umursamadılar.
Behice Feride Demir:
Bu röportajı geçen sene çıkan, “ Kürt Tarihinden bir kesit. Azadi Örgütü ve Cibranlı Xalid Bey ” kitabından esinlenerek yapmaya karar verdim. Nihayetinde cevapların bir kısmı geçen seneye bir kısmı da bu yıla ait. M. Emin Sever’in sağlık şartlarını dikkate alarak ertelenen röportajda, zaman değişse de soru ve cevapların önemi değişmemiştir.
Tarihin tekerrür ve tasnif arasında gidip geldiği, yeni dünya düzenin kendine alan açtığı şaşırtıcı bir dönemdeyiz. Bu nedenle dünyanın birçok bölgesinde siyasi ve akli haritalar hızla değişiyor. Ve en önemli haritalar iki yüz yıldır Ortadoğu’da son şeklini alıyor. Ortadoğu’daki zengin kaynaklar kadar köklü ve zengin bir mirası olan Kürdistan ise hem haritanın hem de hadiselerin başlıca konusudur.
Kemalizm Düşerken
Belki de bu yüzden Kürt siyasi hareketleri ve halkı, elini attığı, okuduğu, duyduğu ve yaptığı her şeyde, kendi tarihini hatırlayarak, komşularının uslanmayan hilelerini hatırında tutarak yol almaya çalışıyor.
Emin Sever, yeni bir bilgi düzenin dünyayı ve Kürtleri etkilediği bir dönemde, birazda geç kalarak, “ Kürt Tarihinden bir kesit. Azadi Örgütü ve Cibranlı Xalid Bey” kitabını yazdı. 20.yüzyılın hemen başında Kürdistan siyaset dünyasının geleceğini organize eden Azadi Örgütü ve Miralay Cibranlı Xalid Bey’in tamamen siyasi olan akıbetleri bugün dahi Kürtler için örnek alınacak kadar öğretici, neden ve sonuçlar taşımaktadır. Röportajda hem dün hem de bu günü konuştuk. Osmanlıcılık, ittihatçılık,Baasçılık, Kemalizm ve Erdoğanizm gibi ideolojilerin Kürtler karşısında birleştiği bir ortamda Kürtlerin en büyük dayanağı haklılıkları ve siyasi hareketlerinin mirasıdır. Bu yüzden röportajın başlığını Kemalizm Düşerken diye seçtim. Çünkü Azadi Örgütü ve Cibranlı Xalid Bey ile ardıllarının karşısında da Kemalizm var. Bugünde bu çekişme tüm şiddetiyle devam ediyor.
Dünyada tarihin çok çabuk işbaşı yaptığı ama işlerin hep eski yöntemlerle sonuçlandırılmak istendiği noktalardan biridir Kürdistan. Ancak aynı yöntemlerin can pahasına red edildiği yer de Kürdistandır.
Röportajın okurlarımıza faydalı olması dileğiyle.
İyi okumalar.
1- Kürdistan tarihinde önemli bir dönemi temsil eden Amcanız Cibranlı Xalid bey, hakkında bir kitap yazdınız. Böylesi bir kitabı yazmak için neden bu kadar beklediniz?
Emin Sever: Cıbranlı Xalid Bey’in kişiliği, saygınlığı, bilgisi ve Rus işgaline karşı gösterdiği kahramanlıkları Kürd halkı tarafından çok iyi biliniyor ve övgü ile bahsediliyordu. Ancak onun dava arkadaşlarıyla birlikte kurdukları Azadi Örgütü ve Kürd özgürlük faaliyetleri gizliliği nedeniyle çoğu kimse tarafından tam bilinmiyordu. Bu durum şu nedenle devletin işine geliyordu. Azadi kurucuları modern okullarda okumuş aydın, demokrat insanlardı. Kemalist devlet bunları irticai ve gericilikle suçlayamadığı için bunu hiç olmamış gibi halktan gizledi, arşivlerine kilitledi. Onun yerine provoke ederek başlattığı Şeyh Said hareketini, onun dini görünümü üzerinden “irticai, feodal, emperyalizm teşviki vb” yalanlarla suçlayabildi. Bunu da dış devletlere “Bu hareket Kürd milli mücadelesi değil, medeni batı dünyasına karşı yapılmış gerici bir harekettir” diyerek dış desteği, Türkiye kamuoyuna da ” Bu hareket cehalet ve feodalite nedeniyle İngiliz ve dış devletlerin tahrikiyle yapılmış bölücü bir harekettir.” diyerek iç desteği almayı hedeflemişti. Başarılı da oldu.
Oysaki gerçek böyle değildi. Gerçeği Azadi kadrolarında ve bu mücadelede yer alan kimseler ve bu olayların coğrafi ve siyasi merkezinde Cibranlı Xalid Bey’in yakınları biliyordu. Ancak yakın dönemlere kadar devletin sürdürdüğü ağır baskılar nedeniyle, eli kalem tutan insanların gerçekleri yazmaları, yayınlamaları mümkün değildi. Örneğin; mücadelenin içinde aktif görev yapan babam Ahmet Bey’e bazı kimseler bu olayların gerçeğini yazmasını rica ettiklerini, ancak sık sık ihbarlarla evimizin arandığını, onun da her seferde yazdıklarını yaktığını biliyorum.
Babamın vefatından sonra bunu bizim yapmamız gerekiyordu. Bu konuda çok istekler de olmuştu. Yeğenim Tahsin Sever, 2018 de “1925 Hareketi ve Azadi Örgütü” adlı kitabı yayınlandı. Kitap olayların gerçeğini tarafsız olarak yazıyordu.
Ancak ben, uzun zamandan beri mücadeleye bizzat katılan babam dahil çok sayıda insanla ve bunları birinci ağızdan şahitleriyle görüşmüştüm, onlara ait notlarım ve bant kayıtlarım vardı. 1991-1995 arasında parlamenterlik yaptığım dönemde TBMM arşivinde ve Türk Tarih Kurumundan bu konuda belgeler aradım. Elde edemedim çünkü arşivler gizliydi. Ancak son zamanlarda çok sayıda Sovyetler, İngiltere vb dış devletler ile Türkiye’de gizli arşivlerinde bir kısmı açıldı ve yeni belgeler yayınlandı.
Böylece babamın yazamadığı, ancak hafızama kaydettiğim bilgileri başka bilgiler ve son zamanlarda açılan belgelerle birleştirerek “Kürt Tarihinden bir kesit. Azadi Örgütü ve Cibranlı Xalid Bey” kitabını yayınladım. Kemalist ideolojinin devletin çeşitli erkleri tarafından kutsandığı ve bu doğrultuda toplumun hafızasına kazındığı yanlış ve çarpıtılmış yalan tarih yerine gerçek Kürd Ulusal mücadelesin yazılması, Türkiye ve özellikle Kürd halkının gerçekleri bilmesi açısından geciktiği doğrudur. Belki de gecikmesi son zamanlarda çıkan belgeleri içermesi bakımından iyi olmuştur.
Kitabınızda çok sayıda yeni bilgilere yer veriyor ve o günlere yeniden ışık tutuyorsunuz. Bu bilgilerin şimdiye kadar karanlıkta kalması Kürt düşün ve siyasi tarihini nasıl etkiledi?
M.Emin Sever: Kemalist devlet antidemokratik yasalar ve uygulamalarla Kürtleri ezmek ile yetinmedi muhalefet ve basını da susturdu. Kürd ulusal mücadelesini dini ve emperyalist bir kışkırtma olarak niteledi. Dahası İstiklal Mahkemesi güya “Kürdlerin birbirlerini suçladıklarını, aslında Kürd olmadıklarını Arap veya Seyid olduklarını vb söyleyerek kendilerini kurtarmaya çalıştıkları” iftirasını yaydılar. Ve bunları yalan haber yazmakla görevlendirilen Vakit, Cumhuriyet vb gazetelerde yayınladılar. Bu iftiralara karşı muhalefet ve basın susturulduğu için Kürdlerin taviz vermeyerek nasıl cesaretle ölüme gittikleri (kitabımda örneklerle belirttim) gerçeği yazılamadı.
Bu yalan haberlerle ve daha sonra Şark Islahat Planı, Umum Müfettişlik uygulamalarıyla Kürd asimilasyonu şiddetle devam ettirildi. Dedesi, babası katledilen, sürülen Kürd ve Ermeni çocuklarına “varlığım Türk varlığına armağan olsun” vb “and” larla asimilasyon devam ettirildi. Bu şartlarla büyüyen Kürd evlatlarının siyasi düşüncesini ve davranışını olumsuz etkiledi. Kendi tarihi geçmişini, ulusal mücadelesini bilmeyen, başkalarının yazdıklar yalanlarla büyüyen bu halkın torunları adeta Kürdleri ve haklarını inkar eden M. Kemal’in, “çağdaş, demokrat, kendi atalarının ise gerici, cahil, feodal” olduğuna inandılar ve kendi kimliksel hak ve özgürlüğü için mücadele etmek yerine Kürd inkarı temelinde inşa edilen akımların peşine düştüler.
Kemalist ulusalcı Türk solu veya Türk-İslam Sentezi gibi akımların etkisine girerek kendilerinin inkarına hizmet ettiler. Bu ideolojilerin Kürd ulusal mücadelesini, Kürden gayrı bir alana çekme gayretinde olduklarının farkına varamadılar. Örneğin, ulusalcı Türk solu ve TKP “cehalet, topraksızlık ve zamanında Türkçe öğretilmediği, emperyalist uşaklığı veya ilkel milliyetçilik”le Türkçü İslami cemaatler ise “saltanatı ve şeriatı getirmek” le nitelemek için çaba sarfettiler. Tabi bu çarpıtmalara ya korkularında ya da siyasi ve ekonomik rant için bazı Kürdler de katıldılar ve halkın doğruyu öğrenmelerine engel oldular.
Cibranlı Xalid’in fikri dünyasını nasıl tarif edebiliriz. Bir asker ve siyaset adamı olarak karşı tarafın niyet ve girişimlerine karşı geç harekete geçtiğini söyleyebilir miyiz?
M.Emin Sever : Xalid Bey, çocuk yaşta gönderildiği İstanbul’da Kürd Aşiret mektebini ve Harbiyeyi başarı ile bitirdi. Öğrencilik döneminde Kürd örgütleri, aydınları, dergi ve gazeteler ile temasta oldu, KTC üyesiydi. I. Dünya Savaşı sonrasında geldiği memleketinde Kürd özgürlüğü için faaliyetlerde bulundu. Kürd aydınları, kanaat önderleri, Alevi ve Sünni aşiret reisleriyle görüşerek Kürd halkının uyanışını ve birliğini sağlamaya çalıştı. Bu dönemde M. Kemal, Erzurum’a gelerek Kürd örgütlenmesine engel olmak ve onları yanına çekmek amacıyla, Kürd aşiret reisleriyle toplantı yaptı ve bazı Kürd önderlerine mektuplar yazarak, Halifenin İngilizleri esaretinde olduğunu ve Kürdistan’da Büyük Ermeni devletinin kurulacağı korkusunu yayarak Kürdleri etkilemeye çalıştı. Buna karşı Xalid Bey ve arkadaşları, KTC’deki hedef belirsizliğini ve metropolde oluşunun dezavantajı nedeniyle Erzurum’da, Kürdistan’ın merkezinde ve bağımsızlığı hedefine koyan, gizli Azadi örgütünü kurdu ve kısa bir sürede neredeyse Kürdistan’ın tüm bölgelerinde teşkilatlandı ve çalışmaya başladı.
Bu faaliyetlere karşı M. Kemal, birtakım taktiksel vaatlerle (Amasya protokollerinde Osmanlı hududu Türk ve Kürdleri kapsar ve Kürdlerin ve kültürünün tanınacağı, Meclisi teşkil eden zevat yalnız Türk değil, Kürd, Çerkez.. değil, enasırı İslamiyedir, TBMM’nde Kürt özgürlüğü tasarısı, iller yasası ile yerel yönetim, El Cezire komutanlığına Kürdlere otonomi vaadi, ve Lozan heyeti biz Türklerin ve Kürdlerin temsilcileriyiz…) gibi geçici propaganda ile Kürdleri oyaladı. Ne zamanki Lozan Antlaşması imzalanıp Kürdlere ihtiyaç kalmayınca, çıkarılan 1924 Anayasasında Türklerin ve Kürtlerin vatanı artık Türk vatanı, halkı da Türk kabul edildi. Kürdler inkar edildi.
Bu sırada yanlış bir anlaşılma nedeniyle zamansız, tedbirsiz başlatılan Beytüşşebap isyanı yenilgiyle sonuçlandı. Bu isyanın Azadi ile ilişkisi tespit edilince önce Yusuf Ziya Bey, sonra Xalid Bey Bitlise götürülerek tutuklandı.
Tutuklanmadan önce ilkin M.Kemal ve sonra onun gönderdiği Muş mebusu İlyas Sami Xalid Bey’le görüşmüş, ancak Xalid Bey, hiçbir pazarlığa yanaşmayarak tekliflerini reddetmişti.
Artık tutuklanma sırasının kendisine geleceğini bilmesine rağmen XALİD Bey, neden kaçmadı kendini ele verdi? Halit Bey, daha önce gönderildiği Filistin ve sonra Ruslara karşı kahramanca savaşmış bir Miralay ve bir örgütçü olarak ne yapması gerektiğini, bu şartlarda bir isyanın nasıl sonuçlanacağını biliyordu elbet. Tutuklanmadan önce babam kendisiyle görüşerek, tutuklanma sırasının kendine geldiğini ve bir şeyler yapmasını söyler. Onun cevabı şöyle; henüz birliğimiz tam sağlanamadı, bu kış şartlarında bir kalkışma felaketimiz olur. Bahara kadar beklemeliyiz. Bunun için de devletin provokasyonuna meydan verilmemesi gerekir. Ben tutuklanırsam bile siz tutuklanmayın, halkın arasında saklanın ve hazırlığınızı yapın, bizden haber bekleyin. Ayrıca ben nereye kaçacağım. Yakalandığımda hem bana hem o halka yazık olmaz mı?
Tutuklanmadan önce devletin sıkı takibi nedeniyle Azadi Örgütü, kaçma ile ilgili bir karar da almadığına göre onun arkadaşlarını bırakarak kaçması zaten düşünülemezdi. Üstelik daha önce Erzurum Rus Konsolosluğuna verdiği Azadi’nin şart ve kararlarını 8. Maddesine göre… Türkiye’den kaçmamız durumunda kendilerine yardımcı olmaları istenmişti. Ancak bırakın yardım etmeyi cevap bile verilmedi. Türkiye’ye ihbar bile etmiş olabilirler. Geriye Irak veya İran Kürdistan’ına kaçmak kalıyordu. Onların da zaten kendi devletlerinde başları derteydı. Yardım edecek halleri yoktu.
Azadi örgütünün İttihat ve Terakki’ye karşı duruşu ve tespitleri nedir?
Emin Sever : İTC 1889’da askeri tıbbiyeli (2’si Kürd) öğrenciler tarafından kuruldu. Basın dahil fazla özgürlük getireceği vaadiyle Kürdler’den de destek alarak 1908’de II. Meşrutiyet kuruldu. Ve bu dönemde çok sayıda Kürd derneği kuruldu, gazete ve dergiler yayınlandı. Ancak daha sonra Türk ırkçılığı hezeyanı ile tüm bu Kürd kuruluşları yasaklandı ve
I.Dünya savaşı bitiminde (1918) artık bu oluşumlara ihtiyaçları kalmadığı ve günün birinde güçlenip, Kürd özgürlüğü için mücadele edecekleri endişesiyle Kürd aşiret alayları lağvedildi. Cibranlı Xalid Bey ve arkadaşları Kürd Aşiret Mektebinde iken İttihatçılarla tanışmış olabilirler mi? Bilmiyorum. Xalid Bey, Harbiyede bulunduğu sırada, daha sonra gönderildiği Filistin, Suriye vb veya I. Dünya Savaşı sırasında Kürdistan’da İttihatçı subaylarla karşılaşmış olabilir. Ancak Cibranlı Xalid Bey ve Azadi kadroları İttihatçılar ve B Grubu olan M. Kemal ekibiyle açıkça çalışmaktan kaçınarak gizlice özerklik ve bağımsızlık hedeflerini gerçekleştirmeye çalıştılar. M. Kemal’in Kürd karşıtlığının farkındadırlar. O daha 1919 da Kürt Kulübünün kapatılmasını istemiş, 1920’de Jin Dergisinin Erzurum’a sokulmasını yasaklamış ve 1921’de Kürdistan Terakki Cemiyetini ( KTC) kapatmıştı. Kürt isyan liderleri Cibranlı Xalid Bey ve silah arkadaşları beraber bölgelerinden insanların, Erzurum ve Sivas kongrelerde katılmalarını engel olur. Misak-i Milli şovenizme karşı bağımsız Kürdistan için kampanya yürütür.
M.Emin Sever
Kemal’e karşı Cibranlı Xalid Bey ve Bitlis eski mebusu Yusuf Ziya bey’in, 1923 genel seçimlerinde iktidar olurlarsa Kürdlerin birtakım haklarını kabul edeceğini söyleyen Serbest Fırkayı destekledikleri bilinmektedir. Kemal’ ve İttihatçı kadrosu Kürdlere yapılan zülmün sorumlularıdır. Örneğin. Kazım Dirik (Bitlis’de Cibranlı Halit Bey ve 5 arkadaşını idam eden kişi), Mazhar Müfit Kansu (Diyarbakır’da Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarını, Elazığ İstiklal Mahkemesinde Hasan Hayri Bey ve arkadaşını idam eden kişi), İbrahim Tali Öngören (Kürd halkına nefes aldırmayan I. Umum Müfettiş) Abdullah Alpdoğan ( Dersim zulmünü yapan kişi).
Cibranlı Xalid ve arkadaşlarını katleden Kemalist elitler daha sonra Kürtlere karşı süresiz bir baskı dönemi başlattı. Sizce bu isyan olmasaydı Kemalistlerin Kürtlere bakışında bir yumuşama ya da farklılık olur muydu?
M.Emin Sever : M. Kemal’in inkar politikası karşısında Kürd halkı kimlik ve ulusal haklarından vazgeçip sessiz kalsaydı, zamanla asimile olup yok olması kaçınılmazdı. Devletin istediği de buydu. Bu durumda zaten katliam, sürgün gibi şiddet politikalarına gerek de kalmazdı.
Osmanlı İmparatorluğu çöküş döneminde daha önceden zaptettiği Batı’da, Balkan ve Güneyde Suriye, Lübnan, Filistin gibi toprakları kaybedince İttihatçılarda farklı kimliklerden oluşan devletlerin ayakta kalamayacağı kanatı oluştu. Bu nedenle de tek ırka dayalı bir devlet kurmayı tasarladı. Buna göre yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde, vatandaşın Türk hukukundan yararlanması için kimliklerinden vazgeçip Türkleşmeleri şarttı. Buna uymayanlar her türlü cezaya razı olacaklardı. Buna karşı çıkamayan Çerkezler, Lazlar… vb halklar ırksal haklarından vazgeçip Türkleşmek zorunda kaldılar.
Ancak Kürdler asırlardır kendi toprağı olan Kürdistan’da, özgür ve egemen olarak kendine ait bir hafızaya sahiptirler. Bu nedenle asimilasyona razı olmayıp tek ulus projesine karşı çıktılar, örgütlenip özgürlükleri için mücadeleye başladılar.
TC güçsüz olduğu dönemlerde, Kürdlerin desteğini almak için birtakım vaatlerde bulunarak, Kürdlere ihtiyaç olmadığında da bu vaatleri unutarak gerekirse askeri eylemlerle asimilasyona devam etmeyi yeğlemiştiri. Örneğin;
– Koçgiri halkı, Ankara’ya baş vurarak Osmanlı hükümetinin Kürdistan muhtariyetini ranıdığını, yeni hükümetin de tanımasını ister. Bunun üzerine Hükümet Ağrılı bir mebus başkanlığında bir ikna heyetini gönderir ve O “Ben de Kürdüm, döneme ait bazı sıkıntılar geçince Kürdlerin hakları zaten tanınacaktır” diyerek, onları oyalarken bölge askeri ablukaya alınır. Topal Osman çetesi ve Sakallı Nurettin Paşa bölgeyi kana bular. Bunun üzerine meclisteki birçok mebus, bunların görevden alınarak cezalandırılmalarını ister. Ancak aksine ikisi de terfi ettirilir
– 1925 İsyanı Kanlı bir şekilde bastırıldıktan bir sene sonra, ortada hiçbir olay yokken Ağrı bölgesinden çok sayıda insanın batıya sürülmesi istenir. Bunlardan biri de Broyê Heskê Telli’dir. Bro ” Ruslara karşı devletimin yanında savaştım, İran’a kaçamaya çalışan Şeyh Sait kuvvetlerine silah sıktım, hiç bir olaya karışmadım, dükkanını açtım vergimi veriyorum, beni sürmezler” der. Buna rağmen devlet onu da sürmeye kalkınca dağa çıkar. Böylece Ağrı İsyanı başlamış olur ve Ağrı’da, Zilan deresinde onbinlerce insan katledilir.
– Yine Dersim’de devletin farklı birimlerince bölgede herhangi bir isyan ihtimalinin olmadığına dair raporlara rağmen, General Abdullah Alpdoğan döneminde katliam yapılır. Üstelik Cumhuriyet kurulduğunda, Dersimliler başlarında Fötr şapka ile M. Kemal’e bağlılıklarını bildirmişlerdir.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi Kürdlerin isyan etmesine gerek yok, her hangi bir hak talebi karşısında devlet provokasyonla isyan başlatarak onları ezmiştir. Üstelik geçmişte Kürd önderlerin canları pahasına yaptıkları fedekarlıklar fayda etmemiş ve M.Kemal tarafından görmezden gelinmiştir.
Kürt kamuoyunda Türk Kürt ilişkileri söz konusu olduğunda 1921 anayasası örnek uzlaşma metni olarak öneriliyor. Bir siyasetçi olarak bu önerileri günümüzün şartlarına göre sağlıklı buluyor musunuz?
M.Emin Sever : TC, Genelde Türklerin güçsüz olduğu ve Kürd sorunun görüşüldüğü uluslararası konferanslar dönemlerinde Kürdlerin desteğini almak veya ulusal hak taleplerini önlemek için bazı demokratik adımlar atmıştır. Önceki bölümlerde belirttiğim bazı Kemalist taktiklerle Kürdlerin desteği alınmaya çalışılmıştır. Sevr ve Mondros antlaşmaları ile doğudan Türkiye Kürdistan’ının Ermenistan’a, batısının da Yunanistan’a bırakılma korkusu vardı. Bu duruma engel olmak için Kürdlerin desteğine ihtiyaç vardı.1921 Anayasası da bu taktiklerden biriydi. Bu anayasa’nın 11. Maddesindeki Vilayetler başlığı altında il genel meclislerine dahili siyaset, adli, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım vb ilgili karar verme ve uygulama hakkı tanınmıştır. Ayrıca 1. Meclis döneminde nisbeten demokrasi vardı, serbest tartışma, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, tek kimlik yerine çok kimlikli yapı (Kürdistan, Lazistan vb. temsili milletvekili) inanç serbestliği vardı. Ancak Kemalist elitler ve Türk burjuvazisi demokrat değildi. Fırsat bulunca bu anayasayı çöpe atmakta tereddüt etmeyecekti.
Nitekim Lozan imzalanmış, Musul İngilizlere bırakılmış ve Kürd meselesinin gündemden düşürülmesine sıra gelmişti. Artık Kürdlere ihtiyaç kalmadığından bu vaatler unutmuş, asimilasyona ve gerektiğinde de askeri müdahaleye devam etmiştir.
1921 Anayasası Türklerle Kürdler arasında tabi ki mükemmel bir uzlaşma metni değildi. Ancak bu zeminde Kürdlerin kendilerini yönetme ( otonomi, federasyon) gibi haklara sahip olması üzerinde uzlaşma sağlansaydı hem Kürdler hem de Türkler kazanacaktı. Ve günümüze kadar devam eden bunca katliamlar, olumsuzluklar olmaz, iki halk arasında dostluk ve beraberlik olurdu.
Türklerle Kürtlerin bir asırlık Cumhuriyet deneyimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Taraflar yeni yüzyıla hangi avantaj ve dezavantajlarla giriyor?
Emin Sever : Türklerle Kürdlerin bir asırlık ilişkilerini bir kaç bölüm halinde inceleyebiliriz. 1900’lerin başında (II. Meşrutiyet dönemi) Kürdler kurdukları dernekleri, gazete ve dergileri, kurdukları sosyal ve siyasi cemiyetleri ile ulusal ve kültürel haklarını elde etme uğraşı içinde oldular. Ancak Türkçü/ırkçı hezeyanları sonucu İttihat Teraki tarafından bu etkinlikler sonlandırıldı.
1918 Mondros Mütarekesi sonrasında İngiltere, Fransa, Sovyet Rusya vb emperyalist devletlerin Kolonyalist uygulamalarıyla Kürdistan, bölge devletleri arasında bölündü. Türkiye’ de Kemalist, Irak ve Suriye’de Baasizm, İran’da Tiran rejimleriyle Kürtlerin en ufak hak istemleri dahi şiddetle bastırıldı. Türkiye’de Koçgiri’de 1925 Kürd Ulusal direnişinde, Tedip Tenkil harekatlarında, Ağrı ve Zilan’da ve en son Dersim’de onbinlerce insan katledildi, hapis cezalarına çarptırıldı ve sürgünlerle yerlerinden, yurtlarından edildi.Kürdistan boşaltıldı ve buralara Türk ırkından insanlar (Lazlar, Kırgızlar vb) yerleştirildi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi ayrıca Şark Islahat Planı, Umum Müfettişlik uygulamalarıyla, Kürd asimilsyonu hem askeri hem de siyasi yasaklarla sürdürüldü.
Tek partinin (CHP+Ordu =iktidar) son döneminde asimilasyon tüm hızıyla devam ediyordu ancak Kürdlerin ulusal haklarını talep etmeye artık takatları kalmamıştı. Yine de Kemalist devlet birtakım bahanelerle (49 lar olayı, Sivas Kampı vb) adeta Kürdlere “biz burdayız” diyerek sopa gösteriyorlardı.
1960 , 1971,1980 Askeri darbeleri sırasında birçok Kürd dernekleri kuruldu ve bunlar siyasi ve kültürel isteklerde bulundular ancak her seferinde devletin şiddetiyle karşılaştılar. 1984’te PKK’ nin Eruh’tan başlayan silahlı mücadelesinden bugünlere gelindi. Bu şiddet döneminin faturası en çok Kürdlere çıksa da her iki tarafın çok ağır kayıpları oldu, olmaya devam ediyor.
1900’lerin ilk çeyreğinde emperyalist devletlerin kolonyalist siyaseti Kürdistanı bölmüştü. Ancak günümüzde başta ABD olmak üzere Batı Avrupa devletleri ve İsrail Kürdler hakkında daha iyi niyetli görünüyorlar. Kürdlerin silah ve şiddete başvurmadan ( bunlar Kürd mücadelesini başarıya götürmez) tüm ulusal hak istemlerini ve egemenlik haklarını destekledikleri görülmektedir. (1991’deki parlamenterlik döneminde görüştüğümüz birçok batılı ateşe de bunları ısrarla söylüyordu) Kürdlerin bunu avantaj bilip ona göre davranmaları, öyle sivri ve frapan ideolojiler peşine koşmadan asgari müştereklerde buluşarak, özellikle Güney Kürdistan Özerklik yönetimiyle bir araya gelerek birliğini sağlamak ve demokratik bir yöntemle mücadele etmeleri gerekir.
Türk egemen yapısının Kemalizm, Siyasal islam ve Türklük İle konsolide olmuş aklına karşı Kürtler hangi fikri argümanları önemli çıkarabilir ? Ya da Kürtlerin fikri direnci kendini yeniden nasıl konumlandırmalıdır ?
Emin Sever : TC’nin egemen yapısı Kemalist paradigma ve Türk milliyetçiliği, ( Güneş-Dil Teorisi, Türk Tarih Tezi) gibi yalan ve abartılı bir övgü üzerine inşa edilmiştir. Dünyaya medeniyeti getiren üstün bir ırk ve emperyalizme karşı mücadelesiyle dünya mazlum Milletlerinin umudu olduğunu iddia etmektedir. Oysaki kuzeydoğuda Rus ve güneyde Fransız emperyalizmine karşı mücadele eden Kürd aşiretleri ve milisleri yine Güney Kürdistan da İngiliz emperyalizmine karşı mücadele eden Şex Mahmut Berzenci değil miydi? Daha önemlisi mazlum bir halk olan Kürdlerin, en ufak ulusal ve kültürel hak taleplerini şiddetle bastıran ve onları Türkleştirmek için en ağır asimilasyonu uygulayan Kemalizm, nasıl oluyor da mazlum milletlere örnek oluyor?
Siyasi İslama gelince; Türkler asırlardır kendilerine komşu ve her dara düştüklerinde yanlarında olan ve yine kendileri gibi, Müslüman olan Kürdleri inkar ve asimile etmekten vazgeçmediler. İhtiyaçları kalmadığında artık Kürdlerin daha önce kendilerine yardım ettiklerini ve ne de onlar gibi Müslüman olduklarını umursamadılar.
TC devleti LAİK bir hukuk devleti olduğunu ilan etse de uygulamada Türkçü Sünni Müslüman bir toplum oluşturdu. İslamı da Kürdleri Türkleştirmek için kullandı. Kürdler “biz Kürdüz, kendimizi yönetmek, dilimizi kullanmak, kültürümüzü yaşamak istiyoruz” dediklerinde ülkeyi parçalamak, ümmeti bölmekle suçlandılar. Oysaki bütün dinlerin haksızlıklara ve eşitsizliğe karşı durmak için indiği söylenir. Kur-an da da “Birbirinizi tanıyasınız diye sizi kabile kabile yarattık” denmesine rağmen, Türkiye’deki din kurumları ve din adamları Kürd varlığını ve haklarını tanımamakta ısrarcı oldular. Yani Kürdlerin Müslüman olmaları onları özgürleştirmedi. Köleleştirdi. Burada İslamiyetin bir suçu yok. Kabahat tamamıyla Türk-İslam sentezcileri olan faşist din adamlarındandır.
Bu durumda Kürd dindarları, Kürdlerin varlığını ve kaderlerini belirleme hakkını inkar eden tüm kurumlarla ilişkisini keserek Kürdistanlı medrese mezunu din adamları vasıtasıyla dini vecibelerini yerine getirmeleri en doğrusudur. Kürdler bilimi, laik ve çağdaş batı medeniyetini ve evrensel hukuku temelinde birliğini sağlayarak Kürd milliyetçiliğini öne çıkarmalıdır.
Son dönemdeki siyasi atmosfer bağlamında Türk devlet aklının Kürtleri yanına almak için bir takım girişimlerine tanıklık ediyoruz. Sizce devlet Kürtlere hangi dinamikler üzerinden yeniden çağrı yapma gereği duydu ve bu defa hukuksal bir eşitliğe imza atar mı ?
M.Emin Sever : Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyetle devam eden Türk devlet aklı, Kürdlerin yardımına ihtiyaç duyduğunda taktiksel olarak onlara birtakım vaatlerde bulunmuşlardır. İhtiyaç kalmadığında da unutup asimilasyona devam etmişlerdir. Tarih tekerrür ediyor. Fol yok yumurta yok Bahçeli, Mecliste DEM’ lilerle tokalaşıyor, sonra da grup toplantısında “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun, PKK’ nin silah bıraktığını ve terörün bittiğini ilan etsin. Kendisi de hukukun bazı imkanlarından yararlansın” diyor.
Öyle anlaşılıyor ki Ortadoğu’da ki çatışmalar ve dünyada yaşanan gelişmeler ve dengelerin değişmesi sonucu Türkiye, kendi bekası ile ilgili bazı risklerin yaklaşmakta olduğunu ciddi olarak hisseti. Bunun için de en azından Kürdlerin desteğini yanına alarak içerden tahkimatı sağlamaya çalışıyor. Bunu da Öcalan üzerinden yapmayı planlıyor. Öyle anlaşılıyor ki uzun bir süredir devletin istihbaratı ve üst düzey yetkilileri Öcalan ile görüşerek, içeriğini bilmediğimiz bir anlaşmaya vardılar. Ve bu planını açıklamasını da Türk milliyetçilerinin samimiyetinden şüphe etmedikleri Bahçeli’ye yaptırdılar. Devlet, Öcalan vasıtasıyla neleri elde etmeyi düşünüyor? Bunlar tahmin edilebilir.
1) Erdoğanın yeniden seçilmesini sağlayacak yeni bir anayasa için DEM’in desteğine ihtiyacı olduğu için.(zayıf bir ihtimal)
2) Öcalan’ın, PKK’ye silah bırakarak kendini feshetmesi için çağrı yapması
3) ABD, Avrupa ülkeleri ve İsrail tarafından Rojava’da özerk veya federatif bir Kürd devletinin kurulacağı ihtimali var. Buna engel olmak için Öcalan’ ın devreye girmesini sağlamak.
Devletin ne yapmak/ yaptırmak istediği belli. Güya barış arayışında olan devletin dili pek barışçıl değil, tehditkar. ” Ya birlik olursunuz ya yok olursunuz, kadife eldivenin içinde demir yumruğumuz hazır, terörist başı, bebek katili vb”. Benzeri tehditler havada uçuşuyor.
Öcalan ise üzerine düşeni yapmaya istekli ve muktedir olduğunu, ”ABD ve diğer emperyalist devletlerin bölgede kuracakları bir Kürd devletinin bölgeyi kaosa sürükleyeceğini, fırsat verilirse bölge devletlerinin bölünmesine engel olacağını” söylüyor.
DEM heyeti bir kısım partilerle görüşerek gayet mahcup bir şekilde, “bölge Kürdlerinin gözü Türkiye’de. Öcalan yakında (15 şubat?) çağrı yapacaktır” dışında bir şey söylemiyor. “Batı cephesinde yeni bir şey yok” öyle anlaşılıyorki ; Devlet yukarıda belirtilen isteklerini yerine getirmesi karşılığında, Öcalan’ın durumunda bazı iyileştirmeler, PKK’nin silah bırakması durumunda onlara ve tutuklulara kısmi/genel bir af. Kayyum atamalarında bazı değişiklikler yapabilir. Ancak Kürd sorununun çözümü için herhangi bir iyileştirmenin, anayasal/ yasal bir düzenlemenin yapılacağını sanmıyorum
Türk kamuoyunda Kürtlerin ABD’nin ve İsrail’e karşı durmaları için içten içe tepki ve yönlendirme var. Kürtlerin serbestçe dostlarını ve çıkarlarını seçme hakları yok mu?
M.Emin Sever : Türkiye’de 1960 larda başlayan sol hareketler Kürd gençlerini de etkiledi. Özellikle Türk solu tarafından yönlendirilen bu düşünce giderek rayından çıkarılarak Bağımsız Türkiye sloganı haline getirildi. Peki ya Kürdlerin bağımsızlığı? Hayır sırası değil, Türkiye bağımsız olunca o zaten yerine gelecektir. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı durmak gayet insani ve ahlaki bir görevdir. Ancak bu duyguyu Türk ırkçılığı için istismar etmek yanlıştı. Kürdlerin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntının, fukaralığının, eğitimsizliğinin ve dahası varlığının red ve inkarının sebebi sanki TC değil de ABD , Avrupa ve batı devletleri ve İsrail idi. Çoğu Kürd gençleri, ulusalcı Türk solunun etkisiyle Milli Mücadele sonrasında Kürdlere karşı, M. Kemal’e silah, para dahil her türlü yardımı yapan Sovyet Rusya’ya hayranlık duydular. Rusyacı, Maocu, Kastrocu oldular. Daha sonra bu tuzağın farkına varan Kürd solcu ve devrimcileri (bir kısmı hala uyanmamış) bu nedenle Kemalistlerden ayrıldılar.
İşte Türk kamuoyunda Kürdleri ABD ve İsrail’e karşı durmaya zorlama çabasının hedefinde olan, halen işin farkına varmayan bu kesimdir. Ayrıca dini nedenlerle Müslüman Kürdlerin İsrail’e eleştirmeleri doğal kabul edilebilir. Hamas’ın başlattığı bu asimetrik savaşta, İsrail tarafından çok daha fazla çocuk, kadının öldürülmesi, Gazze’nin harabeye çevrilmesi tabiki her kesim gibi Kürdleri de üzmüştür. Bu gayet insani, vicdani bir gerekliliktir. Ancak Kürdlerin özgürlük mücadelesinde kendilerine yardımcı olan ABD, Avrupa Birliği ve İsrail gibi devletler ve BM. AGİT, AİHM gibi kurumlarla ilişkiye girmesi veya onlardan yardım talebi çok doğal ve gereklidir.
Cibranlı Xalid sağ olsaydı İsrail ve ABD’nin desteğine nasıl bakardı?
M.Emin Sever : Bağımsızlık hedefiyle yola çıkan bir hareketin dünya devletlerinin ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlarının desteğini istemesinden daha doğal ne olabilir? Cibranlı Xalid Bey ve Azadi Örgütü, o mücadele döneminde Kürdistan da etkili olan devletlerin desteğini istemek durumunda kalmışlardı.
Örneğin. Azadi örgütünün şart ve kararları ile Xalid Beyin mektubunu 1922’de Erzurum Rus Konsolosluğuna vererek yardım talebinde bulundular. Yine Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey vasıtasıyla Ankara’da bulunan Rus ve İngilz vb devletlerinin baş konsolosluklarından yardım istedi. Yine Binbaşı İsmail Hakkı Şaweys ve Tayip Ali Efendi vasıtasıyla Halep ve Bağdat Fransız ve İngiliz Konsolosluklarıyla ve Y. Ziya Bey, Bitlisli Kemal feyzi ve Şeyh Mahmut Berzeci’nin temsilcisi Ehmed Teqi vasıtasıyla İran/Urmiye Rus konsolosluklarıyla temasa geçerek yardım taleplerinde bulundular. Cibranlı Xalid Bey ve arkadaşları köyleri gezerek, köy muhtarları ve kanaat önderlerinden imzalı mazbatalar alarak Kürd Şerif Paşa, vasıtasıyla Paris Konferansına gönderdiler.
Tabii ki Xalid Bey, bugün sağ olsaydı Kürdlerin bağımsızlığı için Ortadoğu’da güç sahibi ABD, İsrail.Fransa vb. devletlerden yardım isterdi.
Burada tartışılması gereken yardım taleplerinden ziyade, bu taleplerin yerine getirilip getirilmemesi meselesidir.1900 lerin başında Kolonyalist devletler tarafında bu talepler yerine getirilmediği gibi aksine Kürdistan bölge devletleri tarafından parçalandı. Bugün mü? Şartlar Kürdler lehine sanki değişmiş gibi.
Cibranl Xalid Bey’in anısını yaşatmak için ne gibi planlarınız var? Ona dair eşya ve evrakları toplamak konusunda bir çalışmanız var mı acaba?
M. Emin Sever : Cibranlı Xalid Bey’in idam edildiği dönemde Kürdistan’da halk katliam, idam ,hapis ve sürgünlerle perişan haldeydi. Xalid Bey’in kardeşleri, akrabaları ve yakınları da aynı durumdaydı. Bu ağır şartlarda Xalid Bey ve arkadaşları devlet tarafından açılan bir çukura atılarak üstleri örtülür. Gömüldükleri yeri bile bilmiyoruz. Xalid Bey’in yazdığı “Nubara Piçukan” ve “Eqida İmanê” ile kütüphanesinde çok sayıda kitapları, kılıcı, tabancası, kalpağı, elbiseleri, saati, tesbihi, kalemi, seccadesi vb hiç bir eşyası hatıra olarak elimizde yok. O günlerin ağır şartlarında bu anlaşılır bir durumdu. Xalid Bey’e ait bir altın saat Fatma ablamda vardı. O da bir kaç sene önce birileri tarafından çalındı. Xalid Bey’in ailesi 1915’lerde Elazığ Ovası Tadım köyünde iken, çok yardımını gördüğü Tosun Ağa ailesine, Xalid Beyin iki Kılıç hediye ettiğini ancak sonradan kaybedildiğini (Tosun Ağca’nın oğlu Av Cevdet Tosun bana söylemişti)
Son zamanlarda Xalid Bey ve Azadi Örgütü panel ve çeşitli programlarla anılmakta/anlatılmaktadır. En son “Cibranlı Xalid Bey Belgeseli”ni bir arkadaşımız hazırlıyordu, tam bitmemişti, onun da tutuklandığını duyduk. Hayırlısı, bakalım…
Kaynak: Nupel tv
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.