Mehmet Gül: Dil Meselesi
.
Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Sn. R. T. Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019-2020 Özel Ödülleri Töreni’inde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Diline sahip çıkmayan milletler tıpkı kökleri kuruyan ağaçlar gibi esen rüzgarlar karşısında devrilmeye mahkumdur.”
Sn. Erdoğan’ı bu tespiti yapmaya iten faktör gerek günlük hayatta ve gerekse reklam panolarında arz-ı endam eden ‘Türkçe olmayan’ sözcük ve deyimlerdir.
Dil nedir?
Sn. Erdoğan’ın sözlerine geçmeden önce genel hatlarıyla dil hakkında bir iki söz etmek istiyorum.
Büyük araştırmalara konu olmuş dil hakkında burada dile getireceklerim tabii ki yetersiz kalacaktır fakat basitten karmaşığı doğru gidecek olursak, her şeyden önce dil, insanlar arasındaki bir anlaşma aracıdır.
Fakat bu basit bir anlaşma aracı değildir; günümüz dünyasında bir milletin ya da topluluğun varlığını sürdürmesi için üretim ve iletişim alanını dolduran ve onu geleceğe taşıyan bir mevhum olmanın ötesinde aynı zamanda ve belki de esas olarak o milletin/topluluğun oluşum sürecinde uzun periyodları kapsayan belli bir tarihsel ve toplumsal gerçekliği de ifade eder.
Bugün unutulmuş ya da gerilemiş dilleri yeniden inşa ederken karşılaşılan zorluklar hesaba katıldığında dilin oluşum çağında nelerin olduğunu daha iyi anlayabiliriz.Belirtmek gerekir ki dil, bugün masa başında yapıldığı gibi akıllı birilerinin icadı değildir; o, insanın kendini yaratma sürecinde doğayla girdiği var olma mücadelesinde kolektif olarak geliştirdiği maddi ve manevi iletişim aracıdır.
İnsan, dili yaratır ama dil de bir insanın şeklini- şemalini, hayata bakışını, hayallerini, gelecek tasavvurunu, kısacası dünyaya bakışını anlatır. Dillerin farklı ya da her dilin farklı bir toplumsal yapıyı anlatmasının sebebi, kökleri oldukça gerilere giden tarihsel insanın kendini var ederken algıladığı ve uyguladığı nesnelliği ve öznelliği farklı şekilde anlatmasıdır.
Bu nedenle birimiz için adeta hayat iksiri olan bir kelimenin fonetiği, bir başkamız için anlamsız bir şey olarak görünebilir. Her bir milletin kendi dilini sevmesi de bu nedenledir. Dil olmazsa kendimizi geçmişte tarif edemeyiz ama daha önemlisi kendimizi geleceğe taşıyamayız. İnsanın kendini yaratma sürecinin doğal ve zorunlu bir süreci olan dil aynı zamanda insanın fizyonomisini, hançeresini, çevresini ve buna bağlı olarak yaşam biçimini de anlatır.İnsana bakarak dili, dile bakarak insanı anlarız.
Bu anlamda dil, gerçek anlamda tarihsel bir insan topluluğudur ve onun yok olmasıyla birlikte söz konusu insan topluluğu da yok olur.
‘Milli ve yerli’ dil var mı?
Fakat dil canlı bir organizmadır da. Statik değil, dinamiktir; insanın üretim ve iletişim faaliyetine bağlı olarak gelişir; Sn. Erdoğan’ın yadsıdığı gerçek dil tam da budur; kendi üretiminin yanı sıra ‘piyasadan’ da kelimeler alır fakat onları kendi mantığı içinde adeta yeniden yaratır ve kendisine uyarlar. Diller bu yolla zenginleşirler. Ve bu nedenle sadece bir milletin değil, bütün insanlığın ortak değeridirler.
Bu bakımdan ele alındıklarında bütün diller aynı zamanda ‘öteki’dirler de. Bütün sözcükleri, revaçtaki tabirle, ‘milli ve yerli’ olan hiçbir dil yoktur. TDK tarafından hazırlanan Türkçe Sözlük’e baktığınız zaman bunu rahatlıkla görebiliriz. ‘Türk Milleti’nin kendi üretimi olmadığı için Türk dili tıp, felsefe, diplomasi, teknoloji vb. disiplinlerde ‘yabancı diller’den kelime almak durumunda kalmıştır. TDK Sözlüğü’nde yer alan birçok kelimenin başında yer alan kısaltmalar Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca, Sanskritçe, hatta belirtilmese de Kürtçe’den alındığına işaret eder.
Yıllar önce bir-kaç arkadaş erinmemiş, TDK tarafından çıkarılan ve 120.000 kelimeden müteşekkil iki ciltlik Türkçe Sözlük’ü taramış, sözlükte yer alan kelimelerin %65’nin yabancı olduğunu tespit etmiştik.
Birçok dil için bu böyledir; eğer ‘yerli ve milli’ saf bir dil arıyorsak, henüz ‘medeni dünyaya’ katılmamış yerel kabileler bulmak lazım, ancak onların dili kendilerine özgü, su katılmamış derecede ‘saf’ olabilir. Gene de inancını Arapça yaşayan ve Türkçe’nin ‘sadeleştirilmesine’ karşı çıkıp Osmanlıcayı gündeme getiren bir Cumhurbaşkanı için bu tepki ya da uyarı, takdir edilecek türdendir.
İleri gidenler de var
Fakat daha farklı düşünen biri daha var: İyi Parti Genel Başkanı Sn. M. Akşener! Türk Dil Kurumunun 88. Kuruluş Yılı’nda yayınladığı mesajda bakın ne diyor:
“Dil, bir milletin şerefidir. Ancak şerefini koruyan milletler dünyada ciddiye alınır. Dil olmazsa kültür olmaz. Kültür olmazsa kimlik, kimlik olmazsa haysiyet ve şeref olmaz!”
Doğrusu, Sn. R. T. Erdoğan, tarihsel bir gerçeklikten söz ediyor; dilini koruyamayan milletler yok olup gidiyorlar. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) tahminlerine göre,bugüne kadar yok olup gitmiş diller dışında, yer yüzünde konuşulmakta olan 6.000 dilden 2,500’ü yok olma sürecinde. Kirdkî: Kirmanckî/Zazakî de bu dillerden biri.
Akşener’e de hak vermeli: bu kadar zulüm karşısında bu kadar sessiz kalmak kendi dilimizi, giderek buna bağlı kültürel ve ahlaki değerlerimizi yitirmemizle yakından alakalı olmalı! Kuşkusuz bu kötü ve bir an önce kurtulmamız gereken bir durum.
Peki neden bu diller yok oluyor? Diyelim ki biz kendi dilimizi sevmediğimiz için mi unuttuk? Tabii ki değil! M. Akşener’in söylediği sebeplerden ötürü dilimizi unutmadık; tenzih ederek söylüyorum, dillerini kaybeden halklar, şeref ve haysiyetle sorunu olduğu için değil, sadece kendi maddi çıkarlarını düşünen, örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi ırkçı ve diğer halklarınhak ve hukukunu tanımayan devletlerin politikaları yüzünden dillerini yitiriyor. Tabi dilleriyle birlikte onları var eden her türlü değeri de yitiriyorlar.
Bundan ne çıkar?
Bundan şu sonuç çıkar ki, gerek Sn. Erdoğan ve gerekse Sn. Akşener, her bir milletin kendi diline sahip çıkmasını istiyorlar. Biri ‘eğer bir millet kendi diline sahip çıkmazsa yok olup gider’ diyor, diğeri buna bir takım ahlaki değer ve görevler yükleyerek diyor ki, kısaca, ‘namusu ve şerefi olan her millet’ diline sahip çıkmalıdır.
Umarım dilini konuşmayan bütün halklar ‘onur ve şereflerini korumak’ için bir an önce kendi dillerini konuşmaya başlar ve bu tahakkümcü zihniyete gerekli cevabı verirler.
Burada, diline sahip çıkmayan bir milletin ahlaki değerlerinden kuşku duymak gerektiğini söyleyenlere şunu hatırlatmak isterim: Acaba, bir milletin kendi dilini kullanmasını engelleyen kişi/kurum/devletlere ne denir? Bir millet kendi dilini konuşmak ve o dilde eğitim görmek istiyorsa fakat birileri bunu her türlü zalimlikle önlüyorsa durum nedir? İstedikleri halde dilini kullanamayanlar mı kötü yoksa onları dillerini kullanmaktan alıkoyanlar mı daha kötü?
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.