Seîd Veroj

Seîd Veroj

Yazarın Tüm Yazıları >

Mervaniler döneminde geliştirilen Meyafarkin ve Diyarbekir kütüphanesinde bir milyon kırk bin (1.040.000) cilt kitap mevcuttu

A+A-

                       

                                                                         Diyarbekir Saray

Diyarbekir ve çevresinin kültür zenginliğinin açığa çıkarılması için, öncelikle bölgenin kültürel tarihini aydınlatmak ve bunun için de ciddi bir tarihsel araştırma yapmak gerekir. Bazı dönemler yeterince aydınlatılmamış olsa da, bu konuda azımsanmayacak nispette değerli eserler ve çalışmalar yayımlanmıştır. Bu yazının hazırlanmasında da önemli derecede istifade ettiğim kaynakları ve bu çok değerli eserleri bize sunan yazarlardan birkaçını hatırlatmak gerekirse; İbnü’l Erzak, Ali Emiri, Şevket Beysanoğlu, Muhammed Emin Zeki Beg, Tomas Ripper, Nusret Aydın vd. olmak üzere bu örnek liste daha da uzatılabilir. Bu yazı, aslında bir tarihsel inceleme olarak değil, başlıkta belirtilen kültürel yazınsal birikimin oluşum süreci, bu muazzam birikimin değişen yönetimler ve gelişen tarihsel olaylarla birlikte kayboluşa doğru giden hikâyesini kronolojik olarak hatırlatmaya yöneliktir.

Diyarbekir-Dağkapı

Bunun için başlangıçtan itibaren bölgede iz bırakan kültürel-etnik toplulukların etkin ve egemen oldukları tarihsel dönemleri kısaca hatırlamakta fayda vardır. Subartular ile Mitannilere de akraba olan Hurriler, hali hazırda bölgenin en eski medeni halkı olarak bilinir ve Zagros’lardan bölgeye yayılmışlar. Bu kadim kavimlerin bölgedeki geçmişleri yaklaşık M. Ö. 3000 yıllarına kadar ulaşır. “Huriler bölgeye geldikten sonra bugünkü Amida (Diyarbekir) yöresinde büyük bir medeniyet yarattılar. Hata Amida (Diyarbekir) ilinin temelinin Huriler tarafından atıldığı ileri sürülmektedir.”[1]  Babil dilinde “Hurri”, mağara anlamına gelir ve farklı kaynaklarda “Khurrî, Kurrî, Xurrî, Kharru, Xorr, Hor, Horît” olarak geçer. Bölge M. Ö. 2300 yıllarından itibaren yaklaşık olarak beş yüz yıl Akadların hükmünde kalır ve daha sonra “Hurriler bütün bölgede egemenliklerini yeniden kurarlar. Egemen oldukları bölgenin sınırları doğuda Zağros dağlarına, batıda Akdeniz’e, güneyde Kerkük’e ve güneybatıda Kenan ülkesine kadar genişlettiler.”[2] M. Ö. 1600’den 1300 yıllarına kadar bölgede Hurrilerin akrabaları olan Mitanniler hüküm sürer ve 1260’li yıllarında ise Diyarbekir’in önemli bir bölümü de içinde olmak üzere “Mitanni ülkesinin bir kısmı Asurların ve diğer bir kısmı da Hititlerin hükmü altına girer. Asurların Diyarbekir ve çevresi üzerindeki egemenlikleri (M.Ö. 1260-653) yıllarına kadar devam eder, ondan sonra da Diyarbekir’in doğu ve güneydoğu bölgesi yaklaşık 75 yıl Nerib* ve Kirhi (Kirhu) yerel prenslikleri, batı ve kuzeybatısı da Kummuh prensliklerinin yönetimi altına girer. M. Ö. 1116 yıllarında bütün Diyarbekir bölgesi tekrar yaklaşık altmış yıl Asurların hükmü altında kalır.”[3]

Bu dönemde Asurların zayıflamasıyla birlikte bölgeye Arami akınları başlar ve Aramiler yaklaşık 225 yıl bölgede hüküm sürdükten sonra, M. Ö. 825 yıllarında bölge tekrar Asurların hükmü altına girer ki bu Asurların bölgedeki üçüncü egemenlik dönemidir. Bu dönem de yaklaşık yetmiş beş yıl sürer ve ondan sonra Amid ya da diğer adıyla Diyarbekir yaklaşık 40 yıl da Urartuların (775-735) egemenliği altında kalır. Kısa süreli İskit egemenliğinden sonra başta Urartu ülkesi olmak üzere tüm bölge M. Ö. 630 yıllarında Medlerin yönetimine geçer. Medlerin yaklaşık seksen yıl süren idaresinden sonra Diyarbekir, 220 yıl da Pers idaresinde kalır.

Diyarbekir M. Ö. 330 yıllarında kısa bir dönem Büyük İskender’in hükmünde kaldıktan sonra, yaklaşık 80 yıl da Selevkoslar buraya hüküm eder. 140 yıllarından itibaren yaklaşık 55 yıl Partların hükmüne giren Diyarbekir, 85-69 yılları arasında da Büyük Tigran’ın idaresinde kalır. M. Ö. 69 yılında Diyarbekir Romalıların (Bizanslıların) egemenliği altına girer ve zamanla Romalılar ile Partlar arasında el değiştirse de M. S. 226 yıllarına kadar onların yönetiminde kalır. Bu tarihten sonra, yaklaşık 170 yıl Sasaniler bölgede hüküm sürer. M. S. 395 yılında bölge Roma İmparatoru ile Sasani hükümdarı arasında paylaşılır[4] ve bugünkü Kuzey Kürdistan coğrafyasının çok önemli bir bölümü Bizans İmparatorluğu idaresi altına girer.

240 yıl Bizans yönetiminde kalan Amid/Diyarbekir ve çevresi, Ömer Bin Hattab’ın halifeliği döneminde Arap-İslam egemenliği altına girer (639) ve böylece Sasanilerin de bölge üzerindeki egemenliği son bulur. Arap-İslam egemenliği altına giren Amid, 984 yılında Asıl adı Abdullah Hüseyin olan ve Bad adıyla bilinen Badü’l Kurdî Beni Dostık yönetimindeki Mervanilerin egemenliğine girene kadar, yaklaşık 345 yıl Arap egemenliği altında Emevi, Abbasi ve Hamdaniler tarafında yönetilmiş. Dostık, dört yıl sonra öldürüldüğünde onun yerine, yeğeni “Ebû Ali El Hasan bin Mervan-ül Kurdî, Mervanî hükümdarlığını teşkil etmiştir.”[5] Ebû Ali 997 senesinde öldürüldükten sonra yerine El Malik Ebû Mansur Said geçti. Ebû Mansur Said, 1011/12 yıllarında veziri Şîro ve Şîro’nun oğlu Felyus tarafından öldürüldü. Ondan sonra da Meyafarkin’in en uzun süreli hükümdarlığını yapacak olan Ebû Nasr Ahmed bin Mervan yönetime geçti.

Amid, yaklaşık 100 yıl Mervani yönetiminde kaldı. Mervanilerin en uzun dönemli hükümdarları Ebû Nasr Ahmed bin Mervan, 1011’de hükümdar oldu, “Nasruddevle” unvanını aldı, 53 yıl hüküm sürdü ve 29 Şevval 453 (Miladi 1062) tarihinde vefat etti.[6] “Nasruddevle Ebû Nasr Ahmed dönemi (1011-12/ 9 Kasım 1061); hakikaten bu bölgenin altın devri olmuştur. Kendisi bütün Diyarbekir bölgesi şehirlerini, bilhassa Amid (Amed) şehrini ve surlarını, Meyafarkini imar ve tahkim etmiştir.”[7] Ebû Nasr bin Mervân’ın ölümünden sonra ülke toprakları Nasır ve Saîd adlı oğulları arasında bölüşüldü ve bu bölünme nedeniyle Mervanilerin gücü zayıflamaya başladı. 1096 senesinde Dimeşk Selçukluları şiddetli bir çarpışmadan sonra bölgeyi ele geçirdi. Mervani Hükümdarlığının son bulduğu yıllarda, aynı zamanda bölgeye Haçlı seferleri de başlamıştı.

Mervaniler başta olmak üzere bu dönemde Kürdistan coğrafyasının farklı bölgelerinde egemenliğini sürdüren Kürd emirlikleri adeta birer bağımsız devlet gibiydi. Mervaniler izledikleri dış siyasetle dönemin büyük güçleri arasında varlığını sürdüren bir denge politikası izlemişler. İçerde de “Nasr ud-Dewle’nin yönetiminde Kürtler, Ermeniler/Süryani Hıristiyanlar gibi yerli halklar siyasi nüfuzlarını ve kültürel yaşamlarını geliştirme imkânı bulmuştu. Meyafarqin bilim insanları için bir çekim merkezi haline gelmişti.”[8] “Mervanilerin Şark tarihindeki rolü hakkında genel olarak şu tespiti yapmak mümkündür: Hakimiyetleri süresinde Diyarbekir ülkesinde kültürel düzeyin ve kamu hizmetlerinin geliştiği, görece barışçıl bir devre yaşanmıştır.”[9]

Mervanilerin hüküm sürdükleri bölgelerde ekonomik ve kültürel açıda önemli gelişmeler sağlanmış.  Ebu Nasr Ahmed bin Mervân’ın 53 senelik hükümdarlığı boyunca hâkim olduğu topraklarda bir sulh ve asayiş devri yaşandı. Diyarbakır, Meyafarkin ve çevresindeki şehirlerin hayat seviyesi yükseldi, yeni hastaneler kuruldu, yeni kültür ve sanat eserleri meydana getirildi. “Nasruddevle, düzgün idaresi, adaleti, cömertliği ile kendisini halka çok sevdirmiş bir hükümdardı. İlim ve sanat adamlarını korur, saygı gösterir, fikirlerine değer verirdi. Bu nedenledir ki onun zamanı idaresinde Amid ve Meyafarkin, bilginlerin, şairlerin barınağı haline gelmiştir.”[10] Bu dönemde Meyafarkin ve Diyarbekir’de hastaneler yapılmış, kütüphaneler donatılmıştır. “Öyle büyük âlimler ortaya çıktı ki, her birisinin tasnif ettiği değerli eserler, bir kütüphane teşkil edecek mertebeye vardı.”[11]

Bu dönemde oluşturulan ve zenginleştirilen çok önemli kütüphanelerden biri Meyafarkin’de ve diğeri de Amid Cami-i Kebir (bugünkü Ulu Camii)’de bulunmaktaydı. Bu kütüphanenin zenginliği ve tarihsel önemi özerine meşhur yazar Ali Emiri Amidi şöyle demektedir:

“O zamanlarda dünya medeniyetinin en ileri giden bir yüce bölgesi de Elcezire, Diyarbekir ve Kürdistan idi. İslam âleminin en kıymettar kütüphanelerinden biri de “Amid” şehrindeydi.

Bu kütüphane, Amid şehrinin hala mevcut olan Cami-i Kebir civarında vaki olup büyük hicretin altıncı asrında mevcut miktarı, bir milyon kırk bin (1.040.000) cilt nefis ve nadir kitaplara ulaşmıştı.

Bu derece pek çok kitabın ne suretle toplanıp bir araya getirildiğine gelince; İslam’ın ilk başlarında Amid Cami-i Kebir’inde bazı dini kitaplar için bir kütüphane hazırlanmış ve ondan beşinci hicri asra kadar geçmiş melikler tarafından peyderpey genişletilmiş ve nefis kitapları teksir edildiği gibi diğer müellif ve hayır sahipleri tarafından da bir hayli çeşitli değişik kitaplar vakfedilmiştir.

Beşinci asrın başlangıcından itibaren yarım asrı geçkin Diyarbekir Meliki bulunan Ebû n-Nasır Amed’in meşhur veziri olup 437 senesinde vefat eden ilim ve edebiyatın ileri gelenlerinden olan Ebû n-Nasır Ahmed b. Yusuf el-Menazi; fazilet, kemal ve serveti sayikiyle her taraftan pek çok kitap alıp toplamakla gayret etmiş ve hatta bizzat kendisi yolculuk yaparak defaatle Bağdat, Kostantiniye ve Mısır taraflarına giderek faziletli, ehl-i hikmet ve meşhur müelliflerle sohbette bulunmuş ve oralardan dahi felsefe, astronomi, nûcum [yıldızlar], edebiyat, değişik ilim ve fenlere dair kitaplar araştırmış ve parayla satın alarak mükerrerlerini ikiye ayırmış ve mükerrer olmayanlardan dahi nefis yazılarla istinsah (kopya) ettirip gayet mahir ciltçilere cilt ve tezhip ettirdikten sonra şu nefis kitapların tümünü “Amid” ve “Meyafarkin” cami-i kebirlerinin kütüphanelerine vakfetmekle, kütüphanemiz zenginleştikçe zenginleşmişti.

Allame Kadi Ahmed b. Halikan “Vefatü’l A’yan” adlı kitabında Ahmed b. Yusuf el-Menazi’nin[12] Amid ve Meyafarkin kütüphanelerine vakfettiği kitaplardan şöylece bahsediyor:

“Kendisi (Ahmed b. Yusuf el-Menazi’den bahsediyor) faziletli, şair, ilim sahibiydi. Kostantaniye’ye defalarca adam göndermiş ve pek çok kitap toplamış, sonra onları Meyafarkin ve Amid camilerine vakfetmiştir. Ve onlar şu anda mevcut olup her iki beldenin cami kütüphanelerinde “Menazi kitapları”yla bilinmektedir.

437 (M-1046) senesinde vefat eden Ahmet b. Yusuf el-Menazi’den sonra da melik ve emirler kütüphaneyi genişletmiş ve tezyininde bulunmuş, edipler, faziletli şahsiyetler ve hükema dahi nefis eserlerini bu kütüphaneye bırakarak hediye edilen kitapların mevcudu akıllara hayret verecek derecede çoğalmıştır.”[13]

Diyarbekir eski Saray Kapısı

Mervanilerden sonra, Diyarbekir Eyyubilerin yönetimine geçene kadar, 92 sene boyunca İnaloğulları (1097-1142) ve Nisanoğulları (1142-1183) tarafında yönetildi. Şevket Beysanoğlu, İmaddedin İsfahânî’den aktararak Amid’in Eyyubiler tarafından zaptı hakkında şu bilgileri veriyor: “17 Zilhicce (13 Nisan 1183) Perşembe günü Amid’e geldik. Şehrin surları dibinde karargâhımızı kurduk ve muhasara hazırlıklarına başladık (…)”[14] Eyyubiler Diyarbekir’i muhasara altına aldıkları zaman şehir, Nisanoğlu Bahüddin Mesud tarafından yönetilmekteydi. “Selahaddin Eyyubi ve yanındaki müttefiki Artukoğlu Nureddin Muhammed ile birlikte Urfa kapısından şehre girdiler ve İçkale’deki emaret sarayına yerleştiler.”[15] Tarixul Dewletul Kurd [Tarîxa Dewleta Kurdan] adlı eserin yazarı da Selahaddin Eyyubî’nin Diyarbekir’e girişini şöyle aktarmış: “Sultan, Muharrem ayında Amed’i teslim alarak Saraya yerleşti ve daha sonra Amed ve ona bağlı bölgelerin yönetimini Nurettin Muhammed Karaaslan’a teslim etti.”[16] Eyyubiler ve onlara bağlı Mardin Artukiye hükümdarları, Diyarbekir’de eli sene hüküm sürmüşler. Bu dönemde “Hasnkeyf’de ve Diyarbekir’de pek büyük eserler ve namlarına olarak zemane bilginlerinin kıymetli yazmaları vardır.”[17] 1243/1244 yıllarında Diyarbekir 3-4 yıllık bir süreliğine Konya Selçuklularından Gıyaseddin Keyhusrev’in yönetimine geçmiş ancak ondan sonra tekrar El Melikü’l Muazzam Torınşah-î Eyyubî yönetimine geçti ve böylece Diyarbekir ve çevresi yirmi beş yıl daha Eyyubilerin yönetiminde kaldı.

Ramadi aşiretine mensup bir Kürd olan Selahaddin Eyyubî Diyarbekir’de kaldığı müddet içerisinde çeşitli etkinliklerde bulunur ve Cami-i Kebir’de bulunan büyük kütüphaneyi de ziyaret eder. Ali Emiri Amidi’nin aktarımına göre:

“Selahaddin Eyyubî Hazretlerinin 579 senesinde vuku bulan Amid seferi esnasında bu kütüphanenin mevcut kitapları yukarıda beyan olduğu üzere tamamı bir milyon kırk bin (1.040.000) cilde ulaşarak gerek kitapların çokluğu, gerek nadir ve nefis kıymetli cihetleriyle dünyanın en meşhur ve en düzenli kütüphanelerinden sayılırdı.

Bugünkü günde böyle milyonluk kütüphane şöyle dursun, yüz bin cilt kitap içeren bir kütüphane yeryüzünde mevcut olmadığından bundan altı yedi asır önce yalnız Amid kütüphanesinde bu kadar enfes eserlerin mevcut olması hayrete düşürebilirse de bunun sıhhatını ve hata kitapların mevcut miktarlarını Alleme Abdurrahman Şihabüddin Ebi Şame Hazretleri; “Kitabür- Ravdetey fi Ahbari’d Devleteyn” unvanlı muteber tarihinde bizzat Yusuf, Selahaddin Eyyubi ile kütüphane ziyaretinde hazır bulunan meşhur edip ve emsalsiz katip İmadeddin İsfehani’den ve tarih-i kebir sahibi Ebi Tay’den naklen ve aynen şöyle yazıyor:

“Orada büyük bir kütüphane var ve onda bir milyon kırk bin (1.040.000)  kitap mevcuttur. Allame Ebu Şame Hazretleri mevcut kitapların miktarını bu şekilde açıkladıktan sonra: “Sultan, faziletli kadi’ya kitapları hibe etti, o da seçerek yetmiş deve yükünü aldı.” ibaresini yazıyor ki o vakit Mısır, Şam ve Halep gibi ilim ve medeniyet merkezleri olan meşhur beldelerin Şeyhü’l-İslam’ı bulunan faziletli Kadi gibi bir zatın bu kütüphaneden kitap almasına ihtiyacı bir mecburiyet olması, bunda mevcut olan nadir eserlerin kıymet derecesini ve ehemmiyetini tayin eder.” [18]

Belirtilen kitap sayısında bir abartı olduğu düşünülse dahi, o tarihlerde Diyarbekir’de böyle bir kütüphanenin bulunması, bu bölgedeki fikir ve sanat hayatının ne kadar gelişkin olduğunun göstergesidir. Peki bölgede emsali az bulunan böylesine zengin ve büyük bir kütüphane ne oldu, bu kitaplar nereye gitti?  Bu sorunun cevabı elbette ki çok yönlü olarak araştırılmalıdır. Ali Emiri’nin aktarımına göre, Sultan Selahaddin’in emriyle kitapların bir kısmı Mısır kütüphanesine gönderilir.

“Mamafih Sultan’ın müsaadesiyle adı geçen faziletli Kadı Hazretlerinin bu kütüphaneden yetmiş deve yükü kitap seçip aldığına ve bir deve yükünün azami olmak üzere beş yüz ciltten ziyade olamayacağından, yetmiş deve yükünün nihayet otuz beş bin (35.000) cilt kitap demek olmasına ve geride daha bir milyondan fazla kitap kalmasına ve Sultan Yusuf, Selahaddin Eyyubi’nin Amid’den çıkış tarihi olan 579 senesinden 629 senesine kadar Amid şehri, Artuki melikleri ve ondan 658 senesine kadar da Eyyubî melikleri şubesinin hükümet karargâhı olup bunların her iki kısmı da ilim ve âlimleri sevenler olduklarından şu müddet zarfında dahi mezkûr kütüphanenin eksilmeyip çoğaldığı, şüpheden verasettir.”[19]

Öyle anlaşılıyor ki geride kalan kitapların çok önemli bir bölümü de, Haçlı seferleri ve Hulagu’nun komutasındaki Moğol (1258) saldırıları-istilaları döneminde imha veya talan edilmiştir. Çünkü bu süreçte hem bölgenin geneli ve hem de Kürdistan tekrardan talan, yağma ve yıkıma uğrar. Bu gelişmeler, bölgede büyük bir ekonomik ve sosyal yıkımla birlikte, kültürel tahribat da yaratmıştır. Moğollar 1258 yıllarında Bağdat’ı işgal ettiklerinde, “Kenti yağmaladılar; okul ve kütüphaneleri yaktılar, cami ve sarayları yıktılar, yaklaşık bir milyon Müslümanı katlettiler. Sonunda bütün Abbasi ailesini halılara sarıp atlarının arkasına bağlayıp sürükleyerek öldürdüler…”[20]

Bağdat’tan Kuzey Mezopotamya’ya yönelen Moğollar, “Cizre ve Amid (Diyarbekir) bölgelerine saldırıp önlerine çıkan şehirleri işgal ettikten sonra yakıp yıktılar. Taş üzerinde taş bırakmadılar, Amid kütüphanesinde bulunan binlerce ciltlik eserleri yaktılar.”[21] “1258’den 1335’e tarihine kadar Diyarbekir, Hulagu Han’ın evlat ve mensuplarının mülkünde kaldı. Gerek Diyarbekir’in ve gerek Meyafarkin’in zaptında o kadar yıkım gerçekleştirdiler ki yerli halktan kimse kalmadı denilse mübalağa edilmemiş olur. Çünkü o vakit Diyarbekir şehirlerinin pek büyük ve en azametlisi Meyafarkin şehri idi.”[22]

Aslen Meyafarkinli olup Mısır’da yetişmiş olan Şemseddin-i Zehebî, Tarih-i İslam adlı büyük yazmasında der ki: “Yaşmut Han’ın şiddetli hücumu ve Meyafarkin hükümdarı bulunan Melik Kamil Eyyubî’nin yirmi aydan ziyade süren kararlı savunması üzerine Meyafarkin şehri öyle bir harabeye döndü ki adı geçen Melik, Yaşmut Han’a teslim olduğunda o azametli şehirde ancak yetmiş adam kalmıştı. Melik Kamil ile hayatta kalan yetmiş adam da şehit edildiler.”[23] Tarih boyunca istilacılar ve işgalciler sadece can almakla yetinmemişler, maddi manevi üretilen ne kadar değer varsa bunları talan ve tahrip etmişler. Bu zihniyetle dönemin en büyük kütüphanelerinden biri olan, çok sayıda elyazması, nefis ve nadir kitaplarla dolu zamanın Diyarbekir kütüphanesi de talan ve tahrip edilen eserlerden biridir.

“Şu büyük kütüphanenin kimler tarafından ne suretle mahv ve tahrip edildiği bahsine gelince: “654 (1256/1256) senesinde Vefeyatü’l-A’yn,ı tamamlayan cenabı İbni Halikkan, bu kitaplar hakkında; “O kitaplar şu anda iki caminin (Amid ve Meyafarkin) kütüphanelerinde mevcuttur.” Sarahatle kaydetmesine ve halbuki 672 senesinde doğan 732 senesinde vefat eden el- Melikü’l Müeyyed Ebü’l Fida Eyyubî, “Kitabü’l Muhtasar fi Ahbar’ıl-Beşer” namındaki meşhur tarihinde: “O kitaplar yakın zamana kadar her iki şehrin kütüphanelerinde mevcuttu” ibaresini yazmış olduğuna göre, o esnada zuhur eden Tatar (Moğol) büyük belasında böyle altı yedi asırlık kadim ve emsali nadir bir kütüphanenin de mahv ve yok edildiği anlaşılıyor.”[24]

 

“Mezkûr kütüphanenin mevkii [yeri], Cami-i Kebir’in sağ tarafında ve o mukaddes mabedin en sonundaydı. Bu kütüphane bazı üst kemerlerle Cami-i Kebir’in o taraftaki sokağı üzerinden karşı tarafa geçirilip güneyde Sipahiler Çarşısı hizasına ve sağda Zincirye Medresesi’ne kadar bir büyük harika daire meydana getirmiştir. Zaman aşımıyla bu büyük dairenin enkazı bile yok edilmiş ise de, Cami-i Şerif’in sağ tarafında şimdi mevcut olan Sarı Abdurrahman Paşa Kütüphanesi civarında sokak ortasında karşı tarafa atılmış bir taş kemer ile kemerin altındaki caddeden Sipahiler Çarşısına doğru bazı sütunlar ve kemerlerin alamet ve eseri mevcut olduğu gibi, Zinciriye Medresesi ile Cami-i Kebir arasında hala kereste ve sair eşya konulur bazı taş ve metin binalar bakidir ki, dikkat ve basiret erbabının nazarına o büyük kütüphanenin hatıralarını getirebilir.

Bu büyük kütüphaneden başka Amid şehrinde ve ona bağlı yerlerde (ilçelerde) daha başka kıymetli kütüphaneler de mevcuttu. Cümleden Amid şehrinde “Alyanal” kütüphanesi, Mardin, Hasankeyf, Meyafarkin şehirlerindeki kütüphaneler dahi dünyanın nadir kütüphanelerindendi. Hususuyla tabip Fadıl b. Ebi İsbie “Uyunü’l-Enba fi Tabakati’l Efibba” kitabında, Diyarbekir Meliki Ebu Nasır Ahmed tarafından Amid civarında bulunan Meyafarkin şehrinde, gayet büyük bir hastane ile tıp kitaplarına mahsus kıymetli bir kütüphane inşa ve ihya eylediğini yazıyor.

Şimdi değil bir milyonluk, hata yirmi bin kitabı ihtiva eden bir kütüphanemiz ve hele tabipliğe mahsus bir iki dolap dolusu kitabımız bile yok…”[25]

 

Mesudiye Medresesi giriş kapısı

Başta Ebu Nasr Ahmed olmak üzere Mervanî Kürd yönetimi dönemi, hakikatten bu bölgenin altın devri olmuştur. Kendisi bütün bölgesinin şehirlerini, bilhassa Amid şehrini ve surlarını, Meyafarkin’i imar ve tahkim ettirmiştir. Mervanilerin idaresinde Amid ve Meyafarkin, bilginlerin, şairlerin barınağı haline gelmiş ve Ali Emiri’nin söz konusu yazısında da bahsedildiği gibi büyük kütüphaneler oluşturulmuştur. Fırat nehri ile Urmiye Gölü arasında kalan geniş bir alana hüküm eden Mervani Hanedanlığı yıkıldı ancak Mervaniler yok olmadı. “Mervaniler zaman içinde evrim geçirerek, başkentleri Bitlis olan Rozhakiler (Rojki) adını alırlar.”[26]

Diyarbekir, 1359-1394 tarihleri arasında Akkoyunlu ve Karakoyunlular tarafında yönetilir. Bu tarihten sonra Anadolu bir bütün olarak Timur-i Leng’in istilasına uğrar. Timur Leng 1402’de Ankara civarlarında Osmanlı kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Sultan Beyazıt’ı esir alır. Aynı dönemde Timur,  Diyarbekir’i kuşatıp, Karakoyunlu yönetimine de son verir ve buradan Şam’a gittiğinde yönetimi tekrar Akkoyunlulara bırakır. Diyarbekir 1401’den 1507 tarihine kadar Akkoyunluların yönetiminde kalır.

XV. yüzyılın başında Moğol Tatarlarının bölgede gerçekleştirdikleri terör, katliam, tahrip ve talandan sonraki en büyük yıkımlardan biri de Şah İsmail-i Safevî’nin Diyarbekir’e hüküm ettiği dönemde yaşanmıştır. Diyarbekir birçok yönüyle stratejik bir özeliğe sahip olduğu için, Şah İsmail buranın mutlak bir şekilde kendi kontrolünde olmasını istiyordu. Bu amaçla; “Eniştesi Mehmet Han’ı şehrin yöneticisi olarak tayin ediyor. “Halkın bu tayine karşı çıkması özerine, Şah İsmail büyük bir kuvvet ile Kürdistan ve ona bağlı yöreleri yıkım ve soykırıma tabi tutuyor. 913 (1508) senesinde Amid şehrini ele geçirip, karşı koyanlardan tüm eşraf ve hanedanları öldürüyor ve eniştesini Amid’in hâkimi ve bütün Kürdistan’ın valisi olarak tayin ediyor.”[27] İşte bu ve benzeri istila hareketleri, bölgedeki maddi zenginliklerle birlikte kültürel ürünleri de yok etmiştir. Benzer bir kültürel katliam da Osmanlı döneminde, 5 Temmuz 1655 senesinde Melik Ahmet Paşa tarafından Bitlis Miri Abdal Han üzerine yapılan seferde yaşanmıştır. Evliya Çelebi’nin aktarımına göre, kendisi de bir yazar olan Abdal Han’ın yetmiş altı adet kendi telifi kitabı ve çok zengin bir kütüphanesi vardı.[28]

Bu kanlı savaştan sonra Diyarbekir yönetimi Şah İsmail-i Safevî’ye geçti ancak Şah İsmail’in bölgedeki egemenliği fazla sürmedi. 1514’teki Çildêran (Çaldıran) Savaşı’nda Kürtlerle Osmanlı yönetimi arasında yapılan bir anlaşmayla Sünni Kürdlerin desteğini alan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i bozguna uğratır. Bu tarihten sonra Osmanlı yönetimine katılan Kürdistan bölgesi, yaklaşık üç yüz yıl devam eden özerk yerel hükümetler ve mirlikler şeklinde kendi kendini yönetmiştir. 01.01.2018

 

[1] Nusret Aydın, Diyarbekir ve Mırdasiler Tarihi (Piran- Gîl-Çermog-Pale), s. 23, Avesta Yayınları, İstanbul, 2011

[2] Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, s. 55, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003

* Tarihte Nihriya ve Nairi olarak da adlandırılan Nirib: Diyarbekir’e bağlı Hani kazasının kuzey ve kuzeybatısında yer alan bölgenin adıdır, bir dizi köylerden ibaret olup Kürtçe “Nêrib” şeklinde telaffuz edilir. Bugün bölgede yer alan köylerin isimleri: 1- Nêriba Axan, 2-Nêriba Çûlagan, 3- Nêriba Melîkan, 4- Nêriba Alîyan, 5- Nêriba Wisifan, 6- Nêriba Cimsatan, 7- Nêriba Topalan

[3] Şevket Beysanoğlu, Age., s. 62

[4] Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, s. 117, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003

[5]  Ali Emiri, Diyarbekir Vilayetinin Tarihçesi, War dergisi, sayı: 9, s. 105, Diyarbakır, Payîz-Zivistan 2000

[6] İbn’ül Erzak, Mervanî Kürtleri Tarihi, s. 65-66, Koral Yayınları, Çev. M Emin Bozarslan, İstanbul

[7] Şevket Beysanoğlu, Age., s. 212

[8] Thomas Ripper, Diyarbekir Mervanileri: İslami Ortaçağ’da bir Kürt Hanedanı, s. 15, Avesta Yayınları, İstanbul, 2012

[9] Thomas Ripper, Age., s. 18

[10] Şevket Beysanoğlu, Age., s. 212

[11] Ali Emiri Amidî, Amid-i Sevda, no: 3, s. 33-39, 10 Mart 1325 [23 Mart 1909] Diyarbekir-El Cezire/Mesopotamie

[12] Yusuf el-Menazî’nin asıl adı Ebû Nasr El- Menazî’ydi ve aslen Menazgirdli olduğu için memleketinin adının ilk yarısına izafetle kendisine “Menazî” denmiştir. Kendisi yetenekli bir şair olup birkaç defa elçi olarak Konstantiniye gidip Rum kralıyla da görüşmüştür.

[13] Ali Emiri Amidî, Age., s. 33-39

[14] Şevket Beysanoğlu, Age., s. 296

[15] Şevket Beysanoğlu, Age., s. 298-99

[16] Mihemed Layê Brahîm Layê Mihemed Layê Ebû L-Fewris Ebdulezîzê Ensarî yê Xerzecî, Tarîxa Dewleta Kurdan, Wergera ji Erebî: M. Emîn Narozî, r. 68, Weşanên Azad, Mersin, 2015

[17] Ali Emiri, Diyarbekir Vilayetinin Tarihçesi, War dergisi, sayı: 9, s. 107, Diyarbakır, Payîz-Zivistan 2000

[18] Ali Emiri Amidî, Age., s. 33-39

[19] Ali Emiri Amidî, Age., s. 33-39

[20] Arthur Goldschmidt JR.-Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi, s. 144, Doruk Yayınları, İstanbul, 2008

[21] Nusret Aydın, Diyarbekir ve Mırdasiler Tarihi (Piran- Gîl-Çermog-Pale), s. 204, Avesta Yayınları, İstanbul, 2011

[22] Ali Emiri, Diyarbekir Vilayetinin Tarihçesi, War dergisi, sayı: 9, s. 108, Diyarbakır, Payîz-Zivistan 2000

[23] Ali Emiri, Age., s.108

[24] Ali Emiri Amidî, Age., s. 33-39

[25] Ali Emiri Amidî, Age., s. 33-39

[26] Mehrdad R. Izady, Kürtler, s. 107, Doz Yayınları, İstanbul, 2004

[27] Ali Emiri, Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri Tarafından Amid Şehrinin Fethi ve Egemenlik Altına Alınması (Amid-i Sevda, 7 Şubat 1907), çeviren: A. Uçaman, Kovara War, no: 1, s. 57, İstanbul, Yaz 1997

[28] Evliya Çelebi, Seyahatname, 4. Cilt, haz: S. A. Kahraman-Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, 2001

Kaynak: Kovarabîr

Önceki ve Sonraki Yazılar