MEYDAN SEVDAM
Bir süredir internette dolaşıma giren bir fotoğraf karesi, gördüğüm andan itibaren peşimi bırakmıyor. Arkadaşlarımla konuşunca, onlarda da güçlü bir etki yaptığını görüyorum. Demek ki hepimizin yazacakları ya da söyleyecekleri var bu siyah beyaz resmin hayatımıza kattığı renklerle ilgili. Herkes artık sırtındaki yaşanmışlıklar torbasından dökerek anlatacak o meydan ve çevresinde olup biteni. Ben kendi payıma düşenden dilimin döndüklerini anlatacağım: Anılarla dolu bir meydan ve bu meydanda sabitlenmiş bazı “an”lar…
Mademki konu bu meydan, yanında-yöresinde olup bitenlerse, o zaman hemen meydandan başımızı hafif sağa veya sola -hangi yönde olduğunuz ve hangi tarafa baktığınızla alakalı- çevirdiğimizde bakışımız burada mesleklerini sulu resim çekerek icra eden emektarlara yönelmeli… Memleket lügatine organize sanayi kelimesi girmeden kendi çapında orada organize olan, elleriyle suda beyaz kâğıda can veren emektarlar…
Çocukluğumun ilk sihirbazlarıydı onlar. Nasıl da karşılarına sert komutlarıyla oturturlardı insanları (Hoş, bizim memlekette yumuşak mizaçlı meslek erbabı görmedim ben. Manavı, bakkalı, berberi, terzisi -bunu babamdan da bilirim- hep beraber sert mizaçlıydılar ama kötü değillerdi. Altın kalpliydi hepsi. Demek racon öyleymiş). Uzun bir müddet hareketsiz oturttuktan sonra makinanın içinden çıkardığı beyaz parlak kâğıdı suya daldırır, sihirli parmaklarıyla biraz oynar, sonra karşısında oturttuğu kişiye benzer resimler çıkarırlardı. Suyun parmakla ortaklığının böyle harika şeyler yaratacağına onlar sayesinde tanık oldum.
Bu emektarların bir başka işleri de durup düşünülmeden, artısına eksisine bakılmadan konulmuş 15-20 harfli isimleri, onların onlar olduğunu anlatmaya çalışan ve uzun isimlerdeki harfleri andıran işaretleri küçük tunç parçalarına kazımak; mühürler yapmaktı... Okuma yazma bilmeyenler Hasan, Esat, Mustafa Amcaların yanında kendilerine ait mühürler kazıtmaya gelirdi. Bir de bunların içinde en yaşlısı olan Mustafa Amca'nın toplumsal olaylara sulh getirmek amaçlı cebinde taşıdığı düdük!
Hayvan Pazarında koyununu, ineğini satanların sonrasında uğradıkları, soluklandıkları bu meydanda bazen kavgalar da çıkardı. Dağda, bayırda birbirini sıkıştıramayanlar burada tesadüfler sonucu karşılaşınca kavgaya tutuşur, elinde en yenisinden ateşleyici olan hasımlar, Mustafa Amca'nın bu sihirli düdüğü öttürmesiyle sırra kadem basarlardı. İnsan aklı işte, ne yaparsın!
Mustafa Amca'nın bu gönüllü hizmeti, bir memleket sevdasıydı: Şahit olmuşluğum vardır, oğlu Murat'ın "baba yapma, sana mı kalmış" nidasına, " bırakayım birbirlerinin anasını mı s........" gibi sosyolojik tahliline…
Tabi, sonra, sihirli elleriyle sudaki parlak kâğıda insan kazıyan, bizden öncekilerden bize hatıralar taşıyan bu insanlar, karşılarında açılan otomatik makinalı fotoğrafçılardan sonra biraz hüzün, biraz da kadere kabul mecburiyetle, ellerini suya daldırıp negatiflere can vermeye çalışsalar da, daha birçok şey gibi zamana direnemediler ve birer birer kaybolup gittiler.
Bir de bugün o meydanda kendileri yok sedaları var siyasetçilerimizin sesleri asılı durur, başınızı şöyle bir yukarı kaldırıp baktığınızda. Çok abartılı şeyler görmezsiniz burada yapılan seçim mitinglerinde. Bel altı vuruşlar da pek öyle sıkça rastlanan metotlar değildir. Ne de olsa seçimden sonra aynı masada oturup oyun oynanacak, rakı içilecek. Onun için de birbirinin yüzüne bakacak bir mesafe bırakmak lazım, her ne kadar siyasi rakip olsa da ya amcazadedir ya kirvedir ya da kız alıp vermişlerdir.
Seçim mitingleri demişken, seçim mitinglerini heyecanlı kılan, o meydanı canlandıran, coşturan; o mitinglerde sarf edilen sözlerin en şatafatlısı, en delikanlıcası, en dobrası Tenekeci Yaşar Cineviz Amca'ya aittir.
Görürsünüz o sözleri, yukarılarda bir yerlerde asılı, sizlere göz kırpıp gülümseyerek bakarken. Bu sözler, onun sahibi Yaşar Amca, halen eski, kırık sandalyelere hayat verip, canlandırabiliyor, oturdukları yerden insanları güldürüp, gıcırtılarıyla sohbete ortak edebiliyorsa, bu efsaneyle ilgili bir iki kelam etmek zaruridir diye düşünürüm.
Yaşar Amca, meydana uzak bir mesafede olmayan dükkânında lehimcilik, kaynakçılık, hafifinden de olsa radyo tamiri vs icra eden bir Siverek sevdalısıydı… Hatta o kadar sevdalıydı ki her seçimin sonu hezimet olmasına rağmen, bir sonrakine daha büyük bir şevkle hazırlanır, her seçim sonrasında kendisi ve müstakbel eşi dışında kendisine oy veren üçüncü kişiye küfür basmaktan geri kalmazdı. Siz bakmayın Yaşar Amca'nın seçimlerde üç oy aldığına, mitingleri ful çeker, en baba partiye miting alanlarında nal toplatırdı. Bunun sandığa yansımaması, uzmanların alanına girer, işin uzmanları sebebini öğrenip bize de anlatırlar elbet bir gün!
Dedim ya, Yaşar Amca'nın seçim meydanlarında özü öz, sözü sözdü. Sözünü, seçmeni de olsa sakınmazdı. Bir seçim mitinginde ona su niyetine votka vermişlerdi de o da orada seçimin etiğine-metiğine bakmamış potansiyel oy verenine ana avrat basmıştı kalayı. Bazen seçmenin kendisine yaptığı haksızlığı dile getirmiş "kim çayımı içip bana oy vermemişse” diye başlayan, ana avrat, sülaleyi minnetle anan serzenişlerde bulunmuş, orada bulunan bir seçmenin "Yaşar Amca ben oralet içtim, nasıl olacak?" meramında ki sorusuna "sen de dâhil" diye dillendirmişliği de vardır.
Oraya giderseniz bu sevda tonlarını duyarsınız. Yukarıdan gelmese de bir dostunuz kulağınıza fısıldar. Anlatır memleket sevdalıları biri birine, orada burada.
Benim dedem de vardı o hoş sevdalar içinde...
Kendine özgü sert mizacıyla daktilosunu şakırdatır, boş zamanlarında Son Havadis, gelmişse zamanı Akbaba'sını karıştırırdı. Akşamları da gönlümü hoş etmek için 25 kuruş sıkıştırırdı avucuma. Ben onu arzuhalci bilirdim, meğer emekli dava vekiliymiş Cüneyt efendi! Şimdikinin avukatı.
Ama dedim ya o benim dedemdi ve dedem de o meydana bir renk katıyordu daktilosundan çıkan ritmik seslerle. Belki ondandır benim bu meydana sevdam.