Modern dans sanatçısı Serhat Kural: Kürt sanatını tartıştığımızda neyi ele alabiliriz?
.
Ferhat Yaşarfyasar/Gazeteduvar
Uluslararası alanda birçok dans gösterisine katılan Serhat Kural’la konuştuk. Kural, “Bugün Kürt sanatı adına tartıştığımızda neyi ele alabiliriz? Kürt müziğinde bir direksiyon kaybı var" dedi.
Kürt tarihinde modern dans ile ilk tanışan ve dünyanın birçok ülkesinde dans gösterilerine katılan isim Kürt Prensesi Leyla Bedirxan olarak kayıtlara geçti. Bedirxan'la birlikte başlayan modern dansın Kürtler arasındaki dikkat çeken temsilcilerinin başında gelen isimlerden biri de Serhat Kural… Bireysel olarak başladığı dans kariyerine 2005'te Mezopotamya Kültür Merkezi çatısı altında devam eden ve dünyanın önemli festival ve organizasyonlarında sahne alan Kural, “Bugün Kürt sanatı adına tartıştığımızda neyi ele alabiliriz? Tabii ki değerli şeyler var ama bunların hepsi popülist bombardımanın altında kayboluyor” diyor.
Kürtler çok nadir ‘halay çemberi’nin dışına çıkıyor. Modern dans ile tanışma hikâyenizden bahseder misiniz?
Bu çemberi nasıl ele aldığımız önemli. Geleneksel halk dansları, bir halkın kimliğini belirgin olarak ortaya koyan çok önemli bir folklorik ögedir. Bizim açımızdan halk dansları çok önemli bir kültür temsilciliğidir. Uluslar çok uzun yıllardır kültürel buluşmaları ve farklılıkların temsiliyetini, dansları üzerinden ortaya koyuyor. Dolayısıyla benim de ilk başlangıcım aslında halk danslarıyladır. Ben de bu alanda folklorik araştırmalar ve halk dansları çalışmaları yaparak başladım. Fakat çocukluğumdan beri, fiziksel reaksiyonlarım beni biraz daha kendi anatomik ve bedensel formlarımın dışına iten bir noktadaydı. Dolayısıyla da belli bir zamana kadar halk dansları yaptıktan sonra artık bana yetmemeye başladı.
Ne zaman başladınız?
1997 ile 2003 yıları arasına halk dansları ve folklorik araştırmalara başladım. 2003'te de çağdaş dansa başladım ve bugüne değin çağdaş dansla yolculuğuma devam ediyorum. 2000'li yılların başında ‘Anadolu Ateşi’nin öncülük ettiği, dansların farklı formlarda kendini ifade eden bir platform gelişmeye başladı. İrlanda halk dansları bu akımın öncüsüydü, yapısal olarak farklı dansların buluştuğu bir şov gerçekleştirdiler. Mustafa Erdoğan da bunu olduğu gibi aldı ve Türkiye'de 'Anadolu Ateşi' şeklinde yaptı. O furya, dans ile ilgilenen herkesin kafasında farklı bir arayış yaratmaya başladı. Ondan önce farklı danslarla ilgilenme isteğim vardı. Ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordum. İç dünyamda ne olduğunu hissedebiliyorum ama gördüğüm hiçbir dansta bulamıyordum.
Çok stüdyo gezdim, çok dans izledim. En sonunda Aytül Hasaltun arkadaşımın bir dans stüdyosu vardı. Oraya gittim ve orada izlediğim ilk dans dersinde aradığım şeyin çağdaş dans olduğunu gördüm.
‘BABA TAHİRÊ ÛRYAN’IN RUBAİLERİNİ BESTELEDİK’
Şarkı söylemeye ne zaman başladınız?
2012'de başladım. Kürt şair Baba Tahirê Ûryan'ın rubailerini besteleyerek Dîwan-a Dûbeytî adlı bir proje çalışması yaptık. Fikir bana aitti. Ben, Zelal Gökçe, Nurcan Değirmenci, Meral Tekçi, Serhat Ertuna, Sabir Erdinç ve Yeşim Coşkun ile beraber bu projeyi geliştirdik. Sonra bazı arkadaşlarımız yollarını ayırdılar ama biz devam ettik. Aslında müzik de yapmak istiyordum. Ama dansçı olarak bir yere geldikten sonra müziğe zaman ayırmayı tercih ettim.
‘LEYLA BEDİRXAN BİRÇOK SANATÇININ ÖNÜNDE OLABİLECEK BİR KADINDI’
Dans ve müziği birleştirme süreci nasıl gelişti?
Dans ve müziği birleştirme süreci bende tam olarak oturmuş değil. Bir arayış içerisindeyim aynı zamanda… Türkiye’de dans ve müziği prodüksiyon olarak bir şeye dönüştürme noktasında sıkıntılar var. Nerede hem dans edip hem de şarkı söyleyeceksin ki? O teknik altyapı, sahne özellikleri yok ama bir şekilde amacım ikisini birleştirmek.
Bazen ovada, bazen Mardin'in binlerce yıllık tarihi yapılarında, bazen de İstanbul gibi büyük bir kentin sokaklarında dans ederken görüyoruz sizi. İnsan doğal olarak şöyle düşünüyor: Bir arayışta ve bunu dans ederek yapıyor. Az önce siz de bir arayışta olduğunuzu dile getirdiniz. Aradığınız şey nedir?
Dans, icra ettiğim bir meslek değil sadece; benim hayat tarzım. Bu kendini müzikle tamamlayan bir noktaya geliyor. Ben bir iş olarak yapmıyorum. Hiçbir zamanda böyle yapmadım. Şahitlik ettiğiniz o mekânlar ve bedenim, aslında o an bir insanın gidip bir müzede dolaşmasına benzer. Ben orada sadece Serhat olarak varım, orada bir şey icra etmek için yokum.
‘Bizim toplumumuza yabancı’ dediniz dans için ama toplumumuza aslında yabancı değil. Mesela Leyla Bedirxan yüz yıl önce bu dans alanına yönelmiş ve icra etmiş bir kadın. Eğer tarihimiz ya da ‘tarihi yazan’ Bedirxan ailesi görmek isteseydi belki şu an Leyla Bedirxan birçok tarihsel sanatçımızın önünde olabilecek bir kadındı.
Leyla Bedirxan bütün kıtaları gezip turneler düzenlemiş. Dünyanın en iyi gazetelerinde hakkında makaleler yazılmış, dönemin en iyi yazarları, en iyi sanat eleştirmenleri sahnelerine gidip performansını izleyip eleştiri yazmış. Dünyada bizi temsil eden, başımızı her zaman dik tutabilecek çok önemli bir sanatçı. Ama maalesef o dönemde müzik ön planda olduğu için müzik yapan şahsiyetler daha fazla tanınıyor.
‘DANSI HİÇBİR TOPLUMDAN UZAK BULMUYORUM’
Dolayısıyla yabancı değil… Yabancı olmamasını şöyle örneklendirerek devam etmek istiyorum: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin ‘Mem û Zin’ adlı bir projesinde yer aldık. Cemil Paşa Konağı’nda iki yıl boyunca sahne aldık. ‘En cesaretli sahneler’ diye tarif ederlerdi. En cesaretli sahnelerde dans vardı ve en çok alkışı da dans alırdı. İzleyici olumlu tepki verdi, saygı duydu.
Biz kendi bedenimizi her zaman taşımak zorundayız. Sistemin ataerkil-anaerkil yaklaşımı burada ne kadar beden üzerine etkili oldu? Ataerkil sistem bizi bedenimizden ne kadar uzaklaştırdı? Ne kadar yakın tuttu bütün bunlar analiz etmeye ihtiyaç duyulan şeyler ve ben dansı hiçbir toplumdan uzak bulmuyorum. En nihayetinde bedenimizle varız ve herkesin bir bedeni var.
‘KÜRT SANATININ ELEŞTİRİYE İHTİYACI VAR’
Leyla Bedirxan ile başlayan süreç sonraki yıllarda aynı ivmeyle devam etmiyor. Süreç yeniden ne zaman başladı?
2003'te başlıyor. Dans ve son yıllarda tiyatro gibi alanlar güç kazandı. Ama dans ve tiyatro gibi alanlar maalesef hiçbir zaman sinema sektörü ve müzik kadar popüler olmadı. Fırsatları ve imkânları yakalayamadı. Belki yakalamaması bir yandan değerli bir şey. Kendisini, özünü koruyabilmesi adına önemli ama destek alarak tabii ki…
Kürt sanatını görüyoruz, hakikaten eleştiriye çok ihtiyaç var. 90'lı yıllardaki Kürt sanatçıların üretimlerine bakın, gerçekten bir farkındalıkla birlikte bir sorumluluk misyonu da söz konusuydu. Ama bugün deyim yerindeyse 90'lı yıllarda ortaya çıkan üretimleri göremiyoruz. Örnek veriyorum, Ciwan Haco'nun 'Destana Egîdekî' bugün çıkarsa belki insanlar güler. ‘Ne yapmış’ derler. Ya da Nizamettin Ariç’in 'Kurdish Ballads' çalışmaları... O dönemde gerçekten toplum çok farklı bir noktadaydı ve entelektüel bir yapıya da sahipti. Hala da o derinlikte çalışmalar yapan müzisyen arkadaşlarımız var fakat çok marjinal kalıyor, çünkü desteklenmiyorlar...
‘BAZI SANATÇILARIN TİKTOK KİTLESİNE DÖNÜŞTÜĞÜNÜ GÖRÜYORUZ’
Bugün, 90'lı yıllardaki entelektüel birikim ve misyon yok mu?
Ben çok gerilediğini düşünüyorum. Hatta o döneme şahitlik etmiş bazı sanatçıların bile Tiktok kitlesine dönüştüğünü görüyoruz. Maalesef genel atmosfere bakıldığında kriter sosyal medya! Organizasyon yapanların bile kriteri o! Bugün biz Kürt sanatı adına tartıştığımızda neyi ele alabiliriz? Tabii ki değerli şeyler var ama bunların hepsi popülist bombardımanın altında kayboluyor.
Buraya gelirken yolda bir kez daha düşündüm: Söyleşeceğiz de neyi söyleşebiliriz? ‘Destana Egîdekî’ albümü Kürt müziğinde yer edindi, o dönemde kabul gördü ve çok değerli bir yerdeydi.
90'larda yapılmış bir çalışmadan söz ediyoruz. Ama bugün öyle müzikal ve sanatsal olarak derinlikli bir çalışmalar görünür kılınmıyor. Bu durumda bir direksiyon kaybının olduğunu düşünüyorum. Bu paralelde baktığınızda, diğer sanat disiplinlerinde de bir sıkıntı var. Bu, dönemin bir sıkıntısı olabilir. 21. yüzyıl postmodern çağın ya da teknolojik ve sosyal medya ağları insanların önceliklerini değiştirmiş olabilir.
Hangi önceliklerini değiştirdi? Örnek verebilir misiniz?
Bence sanat üreten çoğu insan artık sanatsal olarak toplumu dönüştürme endeksli bir çalışma değil de ne kadar tık alabilirim noktasına odaklanıyor. Şimdi ne kadar tıklanabilirim mevzusu, aynı zamanda sanatsal tercihlere daha kolaycı bir yerden bakarak kitleye hızlı bir şekilde çok kolay bir şey vermek... İnsanların üzerine düşünmediği, acaba burada ne yapmak istemiş diye soru sormayacak, izleyen kişinin duygularına o anda hitap edebilecek ya da coşturacağı bir şeyi seçmek durumunda kalıyor. Belki kalıyoruz. Kendimi de buna dahil ederek söyleyebilirim. Kürt müziğinde ya da sanatında bu süreç aslında biraz 2000'lerin başlarında başladı. Ama son zamanlarda bu tavan yapmış durumda.
‘KÜRT SANATI AKADEMİDEN YOKSUN…’
Sizce böyle olmasının nedeni nedir? Bu süreç nasıl aşılacak? Ne yapılsa Kürt sanatı 90'lı yıllardaki verimliliğine, misyonuna, sorumluluk bilincine ve toplumu dönüştürme gücüne dönebilir?
Bence şöyle bir sorun var: Kürt sanatına genel olarak baktığımızda, akademiden yoksun bir alan. Zaten akademik alandan yoksun ‘bireyi’ sanatsal açıdan da ehlileştiren biraz da nerede duracağını bilen, ya da neyi nasıl niçin yapacağının az çok farkındalığını kazandıran bir alan olduğu için, biz de böyle bir imkân da yok. İmkânın olmamasına rağmen çok değerli sanatçılarımız var ama bu sanatçılarımızı örnek alma durumu da yok. Herkes biraz daha sosyal medyaya odaklanmış durumda. Kürt müziği sadece insanın ses güzelliğinden kurtulmalı.
‘KÜRT MÜZİĞİ SADECE SES GÜZELLİĞİNDEN İBARET OLMAMALI…’
Bunu biraz açar mısınız? Ses var ama bir üretim mi yok?
Evet... Maalesef çoğu öyle. Çoğu sadece ses güzelliğinden ibaret. Kürt müziği sadece ses güzelliğinden ibaret olmamalı. Kürtçe müzik yapan insanlar ağırlıklı olarak sadece ses güzelliği üzerinden yürüyor. Aslında çok güzel, çok yetenekli enstrümanist arkadaşlar var. Aranjörler var. Kim onları tanıyor? Kimse onları tanımaz. Herkes sadece şarkı söyleyeni bilir. Bizim bir Fazıl Sayımız var mı? Belki de vardır. Ama biliyor ve tanıyor muyuz?
Zaman zaman Kürt müziğine yönelik, 'yeni bir şey yok, eski eserler tüketiliyor' eleştirileri dillendiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Tam olarak böyle söylesem haksızlık etmiş olurum ama burada bir gerçeklik var. Kültürel anlamda Kürt folk müziğini günümüzde tekrar yorumlamak, tarihsel değere sahip çıkmak önemlidir. Hatırlıyorum; bundan on yıl önce de neden geleneksel müziğimiz yorumlanmıyor deniyordu. Bu nedenle bu eleştirilere katılmıyorum. İkisi paralel yürümeli… Beste ve söz yazarlığı alanında çalışmalar yapan arkadaşlarımız var. Ama maalesef kendilerini ifade edemiyorlar.
‘KÜRT MÜZİĞİNİN BİR SEKTÖRÜ, PRODÜKSİYON GÜCÜ YOK’
Nasıl?
Müzikal kriterlerin kaygısında olan ve gerçekten müzikal olarak biraz daha derinlikli düşünüp müzik yapan insanlar, bugün kitlesine ulaşamıyor. Marjinal kalıyor. Burada prodüksiyon gücünün çok etkisi var. Kürt müziğinin bir sektörü yok. Prodüksiyon gücü yok.
Dijitalde de mi bir sektörü yok?
Hiçbir alanda Kürt müziğinin sektörü yok. Kürt müzisyenlerin haklarını sahiplenen, sahip çıkan hiçbir yer yok. Bu anlamda çok büyük bir talihsizlik yaşanıyor. Sponsorluk desteği de yok.
‘SANAT RUHSUZ BİR ŞEY DEĞİLDİR
Birçok uluslararası dans gösterisine de katıldınız... Nerelere gittiniz?
En son 2019'da New York Battery Dans Festivali’ne gittik. Ama ondan önceki yıllarda hemen hemen yılda birkaç kez Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Avusturya gibi birçok ülkede çok fazla turneler gerçekleştirdik. İran, Güney Kürdistan gibi yerlerde de turneler gerçekleştirdik. 15 yıllık topluluk sürecimizde çok fazla turne yaptık. Bireysel olarak birçok farklı deneyimim oldu. Dünyadaki çok önemli dans festivallerine katıldım.
Kendinize has bir tarzınız da var…
Hiçbir şeyi tarz olsun diye yapmadım. İçsel refleksimde çıkan şey neyse müziğime, sesime ve bedenime yansıyan o oldu. İnsanın iç dünyasından bir şey vardır ve bir refleks olarak kendini dışarıya verir. Üretimine de öyle yansır. Zaten öbür türlü çok sentetik bir şey olur. Sanat öyle ruhsuz bir şey değil. Onu hisseder, ister, arzular, içinden o çıkar ve bir bakıyorsun o iç dünyanız zaten bir tarz yaratmış.
Kürdistan politik olarak baskının yaşandığı bir coğrafya… Gençleri sanata yönlendirmek, psikolojik buhrandan korumanın bir yolu olabilir mi?
Kürt kurumlarından, siyasi partilere ve kültür kurumlarına kadar herkese kendi adıma şöyle çağrıda bulunabilirim: Söylemde sadece kültür ve sanatın önemine atıfta bulunarak, söylemekten öteye geçerek bunu artık gerçek hayatta yaşamsallaştırarak, belki de ekstradan bir şey yapmaya gerek kalmadan çocuklar, gençler zaten bu yola girecekler. Zaten kültür sanata çok meyilli bir halkız.
‘KÜRT MÜZİĞİ, TİYATRO YA DA DANS ÇEREZ GİBİ KULLANILIYOR’
Benim burada şöyle bir eleştirim var: Kültür sanat adına yapılan açıklamaları gerçek anlamda samimi bulmuyorum. Kürt müziği, tiyatro ya da dans hala çerez gibi kullanılıyor. Bir organizasyon gerçekleştirildiğinde, müzik gelsin eğlendirsin mantığı ile bakılıyor. Bundan kurtulmadığı ve bu mesleği yapan meslektaşlarıma hak ettiği değer verilmediği sürece bu sorun devam eder. Yıllardır sadece kültür sanat önemli deniyor. E önemli evet ama biz ne yapmışız ki kültür sanat için? Birçok meslektaşımız ciddi anlamda hayat mücadelesi veriyor. Bu gerçeklik içinde gençlere çağrıda bulunmak istemiyorum. Ne yapsınlar? Onlar da şu anki meslektaşlarımız gibi sürünsün mü? Bence Kürt kurumlarının her şeyden önce bu alanlara hak ettiği değeri vermeleri gerekiyor. Ancak o zaman bir şeyler değişmeye başlar. Sanatçılarımızın her anlamda desteklenerek kendilerini ifade etme alanları yaratılması gerekiyor. Sanat yapan bir insanın bu değeri gördüğünde motivasyonu daha fazla artacağını göreceğiz.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.