Mustafa Aydoğan’la Söze Dair Üzerine
.
Bir öykü yazarı olarak, edebiyata ve bilhassa dile (anlamın ve anlatımın hammaddesine) ilgi duyan, bu konuda araştırmalar yaparak kendini geliştirmeye çalışan biri olarak, Mustafa Aydoğan'ın temelde meselesinin edebiyat olduğunu gördüm.
Eleştiri konusu eseri elime aldığımda bunun bir röportaj olduğunu biliyordum. Kendim bir hikâye ve roman yazarı olarak röportajlara çok da ilgi duyan biri olmadığımı söylemekte fayda görüyorum. Çünkü birçok röportajda, kişinin kendini olduğundan farklı yansıttığını, bunu bir tür reklam aracı olarak kullandığını, eserleri için tanıtıma bir malzeme yapmaya çalıştığını gördükçe röportaj okuma hevesim kaçalı çok olmuştu. Genellikle üç beş sayfalık röportajları bile sıkılarak okuduğumu itiraf ederek konuya girmek istiyorum.
Şimdi ben röportajları bu kadar sıkıcı ve gereksiz bulurken, bir arkadaşım bu kitabı elime tutuşturup, ‘’Bu kitap hakkında bir değerlendirme yapmanı istiyorum" deyince, beni kitap kalınlığında bir kesafet bürüdü. Üç sayfalık yazıları okuyamayan ben, yüz seksen dört sayfalık bir röportaj okumak zorunda bırakıldım.
İlk sayfalarını okuyup bir nefes aldığımda otuz dördüncü sayfada olduğumu ve neredeyse bir romanın gizemine kapılmış olduğumu hissettim. İkinci nefesi yetmiş altıncı sayfada aldığımda, bana kitabı veren arkadaşı arayarak, “bu bir röportaj değil!” dedim…
1957 doğumlu olan Mustafa Aydoğan’a sorulan ilk soru, kendinizi tanıtır mısınız, olmuş. Tabii ki bir röportajın ilk sorusu için uygun bir soru olmuşsa da, Mustafa Aydoğan’ın neredeyse sadece doğum yılını ve yerini söylemekle yetinmiş olduğunu görüyoruz. ‘’Benim için en zor soru insanın kendisini anlatmasıdır’’ diyerek söze giren eleştirmen, yazar, çevirmen Mustafa Aydoğan bu konuda ketum davranıp, öz geçmişi konusunda çok da bilgi vermemiştir. Şahsımdan çok davamla bilinmek istiyorum, diyen her dava adamında olduğu gibi, bu tutumunda haklı olduğunu düşünüyorum.
Bir öykü yazarı olarak, edebiyata ve bilhassa dile (anlamın ve anlatımın hammaddesine) ilgi duyan, bu konuda araştırmalar yaparak kendini geliştirmeye çalışan biri olarak, Mustafa Aydoğan'ın temelde meselesinin edebiyat olduğunu gördüm.
Platon’dan bu yana, edebiyat ve kuramları üzerine nice araştırmalar yapılmış olsa da, edebiyatta dilin önemi her şeyden daha önemlidir.
Sanal üretimin konusu, biçimi, gerçekliği gibi yüzlerce soru veya sorun muhaceresinde ezile ezile, özü çıkarıla çıkarıla bu günlere değin gelmiştir edebiyat. Görünen o ki, edebiyatı tarih ve felsefeden mümtaz kılan özelliklerinin bulunması lazımdır. Tarih olanı, felsefe ise olması gerekeni anlatırken, edebiyat ne tarih gibi gerçekliğin yüzeyiyle, ne de felsefe gibi sadece ideal olanın ne olması gerektiğiyle değil, insanlığın tümelleri üzerine evrensel çıkarımlar yaparak işlevini yerine getirmeyi amaç edinmiştir. Bu özelliğinden dolayı edebi eserler klasikleşerek her çağın okurlarınca, kendi çıkarsamaları doğrultusunda, okunma imkânına sahip olmuştur. Bu da gösteriyor ki, dillerin ve kültürlerin barındırdığı evrensel tümeller, bütün insanlığın ortak yönüdür. Her dil ve her kültür bundan dolayı değerlidir, dışlanamaz!
M.Mahsum Oral’ın 'Söze Dair' adlı eserinde, Mustafa Aydoğan’a sorduğu soruların yerinde ve nitelikli sorular olduğunu, bununla beraber, sorulara verilen cevapların, bir söyleşiden çok akademik bir nitelik taşıdığına şahit oldum. 'Ana dilin' öneminden, kültürler ve uluslararası kültür alışverişinin zenginleştirdiği insandan; yine, baskın olmak isteyen milletlerin kendi dil ve kültürlerini bir asimilasyon aracı olarak kullanmakta olduklarına kadar geniş bir spektrumda işlenen eserde, dillerin asimilasyona alet edilmesinden rahatsız olan Mustafa Aydoğan, "Beni asimile etmek isteyen bir miletlin dilini kullanarak kendi dilimin gerçeklerini öğrendim ve anladım ki: benim, hiçbir dille sorunum yok ve olamaz; ancak dillerin asimilasyona alet edilmesini, bir milletin kendi kültürüne ve diline hakaret etmesi olarak kabul ediyorum" diyerek izah etmiştir.
Antik çağ filozoflarından modern toplumlara gelinceye kadar süren edebiyat eleştirileri, edebiyatın ne olduğuna dair sorulan sorular, bu gün edebiyatın işlevine odaklanmış görünmektedir. Felsefe ve tarihin diğer lojik bilimler gibi kendi terminolojisini oluşturduğu ve bir aşamadan sonra bunu belirli bir zümrenin (İlgili kişilerce konuşulabilen) konular haline geldiği su götürmez bir hakikat iken, edebiyat, özelde bir milletin ve genelde bütün insanlığın ürettiği kültürel ve bilimsel değerlerin sosyalizasyonunda kullanımını olanaklı kılan bir şey olduğu anlaşılmıştır. Edebiyat yapmanın aracı ise dildir.
Söze Dair'in ana konusunu özelde Kürt Dili ve Kültürünün sorunları teşkil etse de, genelde, bütün dillerin ve kültürlerin maruz kaldığı dejenerasyondan kurtarma çabalarına odak olmayı amaç edindiğini görüyoruz.
Adeta bir belgesel niteliğinde olan bu eserde Mustafa Aydoğan’ın kendi varoluşsal sorunları üzerinden yaşadığı iç savaşımın, onu Dunaysır’dan İsveç diasporasına sürükleyen hayat hikâyesini, bir roman okur gibi okumak mümkündür.
Yine Söze Dair’in konuları arasına giren, popülerlik sorurunu, yazınsal sorunlar, editörlük ve sorunları, eleştirmenliğin ne olduğu ile ilgili soru ve sorunlar, birçok yazarın gündemini meşgul eden, içini bulandıran, acil ve elzem çözümler aradığı problemlerdir. Mustafa Aydoğan’ın bu konulara dair anlatılarının, bir tarihçi gibi olanı, bir filozof gibi olması gerekeni ve bir edip olarak hakikatini ortaya koyduğuna şahit oluyoruz. Bu nedenle yazın hayatına dair problemler yaşayan her yazarın, bu eserden faydalanabileceğini de söylemek gerektiğine inanıyorum.
Bir diğer hususun da filolojinin ve filologların insanı anlama ve anlamlandırma çabalarını takdire şayan görüyorum. Filolog Mustafa Aydoğan’ın çok dilli bir filolog olması hasebiyle, hem ana dilinde hem de diğer diller üzerinden insanı anlama çabasına şahit oluyoruz. Hatta buna şahit olmakla kalmıyor, geliştirdiği üslubun, dillerin derinliklerinden damıtılan kültürel bir miras taşıdığına da şahit oluyoruz.
Bir insanın beynine giden, anladığı dil ile yüreğine giden, ana dili kadar; hem anlam ve anlatım, hem de yüreğe dokunmak isteyen bir hümanizm... İşte Mustafa Aydoğan’ı farklı ve özel yapan da budur zaten!
Söze Dair’de sorulan sorulardan biri de, neden yazıyorsunuz, olmuş. ‘’Yazı aslında bir kurtarıcı işlevi gördü bende. Ayakta kalmamı sağlayan temel bir özellik olarak hayatıma girdi. Ben neden yazıyorum, yazı yazmak aslında beni özgür kılıyor; çünkü kalemi elime aldığımda kendimi çok özgür hissediyorum. Bir de yazmayı, dünyam ile daha yoğun bir ilişkiyi olanaklı kıldığı için, hayatımı değiştirdiği ve daha anlamlı kıldığı için seviyorum.’’ Soruya bu karşılığı veren Mustafa Aydoğan’ın çok dilli, çok yönlü bir insan olduğunu; anlatılarının akademik bir düzeyde olmasına karşın herkesin anlayabileceği kadar sade ve faydalı olduğunu söylemek gerekir.
Söze Dair, başta kendi yazın hayatıma katkılar sağladığını, değerli ve önemli bir eser olduğunu; dillerle ve dillerin yaşadığı sorunlarla ilgilenen herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm bir eser olduğunu söylemek istiyorum.
Bu eseri hazırlayan M. Mahsun Oral’a ve bizi bir kandil gibi aydınlatan Mustafa Aydoğan’a teşekkürlerimi sunarım…
Kaynak: oggito.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.