Nizamettin Ariç: ‘Müziğim Beni Ben Kürdistan’ı Anlatıyorum’
Gazete Duvar'dan Jînda Zekioğlu yoluna Kürtçe devam etmeyi seçince 12 Eylül döneminde sürgüne giden Nizamettin Ariç'le müzik serüvenini konuştu.
Yoluna Kürtçe devam etmeyi seçince 12 Eylül döneminde sürgüne giden Nizamettin Ariç'le müzik serüvenini konuştuk. Ariç yaşadıklarını "Sadece ve sadece Kürdüm ve Kürtçe bir kilam söylemiştim. Durum böyle olunca benim daha genç yaşımda sesimi ve temburumu alıp, eşkıya olup, mücadele etmekten başka bir yolum kalmamıştı" diye anlatıyor. Ariç, "Kürt sanatının politik olması kaçınılmazdır" diyor ancak sanatçının özgürlüğünü muhafaza etmesi ve politik anlayışının sanata özgü olması gerektiğini ifade ediyor.
Henüz küçük bir çocuk için, dağlarını, yaylalarını, kavallarını, tamburlarını bırakıp beton bir kentin ortasına gelmenin zorluklarını hayal dünyasına katık etti. Murat Nehri’nin kıyısında, Ehmedê Xanî hikayeleriyle büyüyen küçük bir çocukken henüz, Ankara Halkevi korosuna seçildi. Müzikle nefes almayı seçti. Solistlik, bağlama eğitimi, folklor derken kendini Ankara Radyosu’nda, radyo-televizyon konserlerinde buldu. Aşık Veysel, Aşık Ali İzzet Özkan ile o dönemde tanıştı.
İzzet Altınmeşe, Belkıs Akkale, Bedri Ayseli, İbrahim Tatlıses, Ali Rıza Binboğa gibi isimlerin arasından Kürtçe kilamları ile sıyrılıp kendi yolunu yürümeye başladı. Kürt müziğine imzasını da bu yolda attı. Nizamettin Ariç, şüphesiz modern Kürt müziğinin en önemli isimlerinden biri.
Onlarca hatıranın sesi, eski fotoğrafların fon müziği, Kobane’ye, Roboski’ye, Serê Kaniyê’ye, yaptığı bestelerle sessiz sedasız, sadece müziğiyle konuşan, toplumsal mücadeleye sanatıyla katkı sağlayan; topraklarından uzakta, özlemle yaşayan değerli bir sanatçı. Uzun zamandır röportaj vermeyen Nizamettin Ariç’le müzik serüvenini konuştuk.
Doğup büyüdüğünüz topraklar Kürt müziğinin, dengbejler ve kilamlarının yerel bir kültüre dönüştüğü topraklar. Bu kültürün sizi etkileyen yanı neydi?
Daha çocukken evlerde ve büyüklerimle gittiğim kahvelerde dengbej divanlarını büyük bir sevgi ile dinlerdim. Kürtçe müziğe çok yakışan bir dil. Bu güzelliği Kürt kilam geleneğinde görüyoruz. Dengbejlik yıllar içinde daralarak sadece bugünkü bölgelerimizde tekrarlanır olmaya başladı. Tekrarlanır diyorum çünkü dengbêjlik tam olarak bugün tanıdığımız şekli ile değildi. Dengbêj çok iyi bir müzisyendir, şiirini de kendisi yazar, çok iyi gözlemci ve araştırmacıdır, tarih ve müzik bilgisi herkesten çok daha gelişmiş, o toplumunda bir aydındır. Dengbêjlik derin bir kültür, okuldur. Günümüzde bu saydıklarımı sürdürebilen kimse neredeyse kalmamıştır. Bu büyük bir kayıptır. Bu klasik Kürt sanatımızı bir dengbêj akademisi çatısı altında tekrar canlandırmalıyız.
SADECE BİR AŞK KİLAMI YÜZÜNDEN SÜRGÜNDE
Yıl 1976. TRT Ankara Radyosu size kapılarını açtı. Ancak birkaç yıl sonra, Ahmede Roni aslı eseri seslendirmeniz sonrasında “Komünizm propagandası ve bölücülük” suçlarıyla yargılandınız. Bir aşk kilamını, sadece anadilinizde söylediğiniz için başınıza bunların geleceğini tahmin eder miydiniz?
Hayır. Kürtçeden, hele siyasi olmayan bir aşk kilamından bile o denli rahatsız olunacağını ve tavrın sertliğini hiç tahmin edememiştim. Çok genç, saf ve yeterince tecrübe sahibi değildim. Dünyanın her dilini tanıyan, ona açık olan bir devlet neden Kürtçeye karşı bu kadar alerjik bir tepki gösteriyor? Ben şiddet içeren bir eylem içinde olmamıştım, devleti, Türkleri, kimseyi rencide etmemiştim. Sadece ve sadece Kürdüm ve Kürtçe bir kilam söylemiştim. Durum böyle olunca benim daha genç yaşımda sesimi ve temburumu alıp, eşkıya olup, mücadele etmekten başka bir yolum kalmamıştı.
O dönemin müzikteki baskı ortamını nasıl hatırlıyorsunuz?
1960 öncesi Kürt aristokrasi ve aydınlarının dışında Türkçe bilinmez, konuşulmazdı. İşte bu ortamda devlet gruplar halinde kendi müzik memurlarını gönderip, kilam ve müziklerimizi orijinal halleriyle kaydettirip getirtir. Kürtçe sözler atılır, Türkçe ile yamanıp radyolarda yayınlanmaya başlar. Bu kültürel hırsızlık planı bugün de aynı hızı ile devam ettiriliyor. TRT ve Kültür Bakanlığı arşivleri bizim müziklerimizle dolu. Devletin bunu yapmasının altında zorla yaratılmaya çalışılan ulusal kültürün altındaki boşluğu böylece doldurma çabasıdır. Bu kültür talanına karşı Türkiye’deki aydınlar, sanatçılar, özellikle de müzisyenler tepki göstermediler, bu konuları hiç dile getirmediler.
‘LİVANELİ’NİN CEVABI KABUL EDİLEBİLİR DEĞİL’
Sosyal medyada Zülfü Livaneli adına kayıtlı Mayın adlı eserin, Kürt halk ezgisi Keleşo ile birebir benzediği tartışıldı. Ancak Livaneli bunu kabul etmedi. Siz ise kendisini özür dilemeye davet ettiniz. Böylesi durumlarda gerekli olan aydın tavrı nedir sizce?
Daha başında belirtmek isterim, benim niyetim kimseyi şahsen kırmak veya haksız yere suçlamak değil. Zülfü Livaneli benim meslektaşım. Onu hak etmediği bir konuda eleştirmek aklımdan bile geçmez. Bir sanatçının yanında durmak benim sanatçı ahlakımdır. Fakat Sayın Livaneli’nin verdiği cevap kabul edilir cinsten değil. Livaneli, 1978’de çekilen Maden filmi için bestelediği bir melodi olduğunu, yani kendisinin yazdığı bir müzik olduğunu iddia edip, makamsal benzerlikten bahsediyor. Yaşar Kemal ve Ahmet Arif le arkadaş olduğunu, Kürt hakları ve kültürünün yanında olduğunu söylüyor.
Teknik açıdan nasıl bir benzerlik söz konusu?
Müziği bilen bir sanatçı, enstrumentalist ve besteciyim. Kürt ve Türk halk müziğinde yüzlerce şarkıda benzer makamlar vardır. Böylesi makamsal benzerlikler Fars, Azeri, Ermeni ve Arap müziğiyle de vardır. Bu normal bir durumdur ancak bunun konumuzla alakası yok. Livaneli’nin Mayın adını verdiği şarkıda intro ve ara müziklerde başka bir melodik atmosfer kurmaya çalışılsa da ‘Şan melodisi’ bire bir Kürt halk ezgisi Keleşo’nun müziğidir. Sözlerinin kim tarafından yazıldığı, ne zaman yazıldığı, içeriği beni ilgilendirmiyor. Ben Şan melodisinden bahsediyorum, bu melodi beş notadan oluşan Hüseyni makamıdır ve Keleşo adlı kilamımızdan çalınmadır. Bunu isterseniz sıradan bir insana dinletin, istediğiniz müzisyene veya bir bilirkişiye dinletin, değişen bir şey olmayacak.
‘UMARIM YANLIŞINI DÜZELTİR’
Etkilenmiş olabilir aslında…
Kesinlikle. Sanatçıların bazı melodi ve kültürlerden etkilenmesi çok doğal bir şeydir. Ama sanatçı etkilendiği melodi, resim veya anlatımdan başka bir tat, başka bir dünya ve melodiye giden ‘yeni’ pencereler açar, açmalıdır. Livaneli introsunda küçük değişik eklemeler yaparak ve temposunu ağırlaştırarak yeni bir şarki yaratamaya çalışsa da Şan kısmına gelince Keleşo’nun 5 notasından uzak kalmayı beceremiyor. Tam tersi bire bir Keleşo’nun bütün var olan melodisini Türkçe okuyor. Bu bariz Keleşo’dur.
Geç kalınmış değil. Livaneli’den nasıl bir duruş bekliyorsunuz?
Umarım Sayın Livaneli Mayın bestesini Keleşo’dan aldığını itiraf ederek bu yanlışını düzeltir. Böylelikle herkes için de güzel bir örnek olur. Aksi takdirde, bu yanlış tutumunu devam ettirmekte ısrar ederse korkarım bu daha da büyüyecek. Bir meslektaş olarak umut ediyorum ama diğer taraftan hayat tecrübem bütün umutlarımı kırıyor. Çünkü Livaneli, ne elle tutulur bir cevap, ne de itirafta bulunacak. Öyle bir niyeti olsaydı benim yapacağım baskıyı beklemez, şimdiye kadar çoktan itiraf ederdi. Şarkının melodisi küçük olabilir ama bizim için yüzlerce yıllık müzik kültürümüz. Bir tarihi ve hikayesi var. Biz insan ve kültür değerlerimizi artık kimseye yedirmek istemiyoruz. Barışçıl, sağduyulu, eşitlikten yana bir halk olarak, geçmişle yüzleşme bekliyoruz.
Sizin müziğinize dönecek olursak, Nizamettin Ariç’in müziğinin adı nedir? Hissettirdiği duyguyu siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Ah, bu bir müzisyene sorulacak en zor soru. Sanat çok bireysel bir davranış biçimi. Her şeyi ile benim adımı taşıyamıyorsa o zaman ben işimde başarılı değilim demektir. Kurdi duygularla yoğrulmuş bir sürgün sanatçı olarak sanatımı da Kürt yapan çok şey var. Ama ona rağmen her yüreğe dokunabiliyor sanırım.
‘MÜZİĞİM BENİ BEN KÜRDİSTAN’I ANLATIYORUM’
Sadece Kürt halkı ile sınırlı mı sizce?
Küçük bir hikaye anlatayım; Londra’da bir restoranda Wêneyên Xewnan adlı enstrumental eserim fonda çalıyormuş. Ganalı Siyah bir müşteri garsonu çağırıp müziği sormuş. Mekan sahibi de merak edip adamın masasına gelip, benimle ilgili bilgi vermiş. Sonra adam bu albümü almak istemiş. Mekan sahibi de ertesi gün getirmesi için vermiş. Bu Ganalı bir şair eve gidip müziğim eşliğinde bir sayfalık İngilizce bir şiir yazmış. Ertesi gün restorana gidip şiirinden bahsedince, restoranın sahibi albümü kendisine hediye etmiş. Ganalı şair kitabında bu şiiri bana ithaf ederek yer vermiş. İmzalı bir şekilde bana ulaştırdılar. Böyle örnekler çok. Demek istediğim bestecinin yazdığı müzik doğru duyguları anlatıyorsa ve iyi yapıldıysa siyah, beyaz, sarı, her kıtadan insana hitap eder. O akşam şair benim müziğimle Kürdistan’ı dinliyordu. Müziğim beni, ben ise Kürdistan’ı anlatıyorum.
Siz bestelerinizi, kilamlarınızı hangi motivasyonla ortaya çıkarıyorsunuz?
Roboskî, Kobanî, veya Serê Kaniyê, her birinin bendeki tesiri aynı acı ve çaresizlikti. Günlerce gözüme uyku girmedi. Acıyı en iyi anlatan, aslında tam da bu trajedilere tercümanlık yapan enstrumanımız meye sığındım. Mey, ses rengi harika bir enstruman ama ses alanı da o derece dar. Böyle durumlarda müziğin dramaturjisini iyi hissetmek, bilmek gerekiyor. Kobanî için yazdığım müziği de yine aynı düşünce üzerine inşa ettim. Ama Kobanî’de meyi yalnız bırakmadım. Keman, gitar, çeşitli perküsyonlar, bas, tenor, bariton saksafonlar ve klarnetler… Çalma tekniğimde bana hastır. Çünkü onlar beni söyler. Sanat da böyle bir şey. Müzik senin aynan olmalı ki sanat seni kabul etsin.
Kürt müziğinin içindeki sadece teknik, sektörel sorunlar yok. Başta dil olmak üzere ciddi kültürel baskılanma yaşandığını biliyoruz. Tüm bu etkiler müziği nasıl etkiliyor?
Bence Kürt dili ve müziği çok kötü bir yere getirilmek isteniyor. Öyle ki, birkaç kilam söyleyerek tatmin olsunlar, geri kalan yaşamın her alanını ise Türkçe ile yaşasınlar diye hedefliyorlar. Bu total asimilasyon planı Kürtçeyi tamamen eritmek içindir. Bu plan için hatta bir Türk-Kürt Neo-Kemalist kesim de oluşturulmuş. Bizlere düşen de onların bu oyununu bozmak. Mümkün olduğu kadar Kürtçe konuşup, konuşturmak, yazıp okumak, söyleyip, söyletmek olmalı artık. Kirmancki ve Kurmanci’ye sıkı sıkıya sarılmalıyız. Anadil asıl davamız, bunun böyle bilinmesi gerek. Hızla değişen dünyada kendisini yeniden var etme enerjisinin bu ilkelliği aşacak yeni nesiller yaratacağına inanıyorum, kıvılcımlarını da görüyorum.
‘KÜRT SANATININ POLİTİK OLMASI KAÇINILMAZ’
Peki sanatın politikleştirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kürt sanatının politik olması kaçınılmazdır. Sosyal meseleleri anlatmak Kürdistan’da çok eski bir kültür geleneği. Burada önemli olan nasıl ve ne için politize olduğu, hedefinin ne olduğudur. O konuda sevgili Pervin Çakar’la yaptığınız röportajda söyledikleri çok doğru tespitlerdi. Kürt siyaseti sanatçının rolünü gülünç bir duruma sokabiliyor ve onu güçsüzleştiriyor. Siyaset evet ama üçüncü bir yol olarak ben buna “özgürlüğünü muhafaza eden sanatçı siyaseti” diyorum. Sanatçı da siyasidir ama onun politik anlayışı sanata, sanatçıya özgü olmalıdır, bir ideolojinin malzemesi, dar kalıplarına hapsolmaması lazım. Sanat kolektif direniş ruhuna hizmet etmelidir. Ancak bunu yaparken de ‘her türlü sanatçı özerkliğini reddeden bir siyaset kültürünü’ kabul etmediğimi söylüyorum.
Peki sizce sanatçının politikaya dair fikir beyan etmesine neden karşı çıkılıyor?
Nasıl bir politik mesele olduğuna bağlı. Siyaseti, savaş ve zulümleri anlatmak çok eski bir Kürt müzik geleneğidir, bunu unutmamak gerek. Bir on yıl geçmiyor ki Kürtler katliama uğramasın.
Kürtçenin asimile edilip ortadan kaldırılmak istenmesi son derece politik bir durum. Ben de Kürtçemle sanat yapmış ve gelecek nesiller için de üreten biri olarak, böyle beni yüzde yüz ilgilendiren bir konuda nasıl susarım? Özgürlüklerimizin elimizden alınması politik bir meseledir, benim buna karşı sesimi yükseltmem gerekiyor. Tabi benim halkımın doğru bakış sahibi siyasileri de var ve güncel meselelere onlar cevap vermelidir. Ama dil ve kültürle ilgili konularda fikir beyan etmek, tehlikelerin adını koymak bir sanatçı olarak benim görevimdir.
Ne tür tehlikeler gözlemliyorsunuz?
Kürtleri temsil eden siyasetçiler ana dilde eğitimi, ‘olmazsa olmazımız’ deyip, başta kendilerinden başlatarak mücadelelerini öncelikle bu talep üzerine kurup ısrarcı olamazlar mı? Bize yakışan bir dil-kültür politikası izleyemezler mi? Ne zaman basına Kürtçe demeçler verdiler, ne zaman üniversitelerde pedagoji-sosyoloji vs. okuyan gençlerimizden oluşan ekipler kurup köylere şehirlere dil-kültür çalışmaları için seferber ettiler? Bu gözlemleri dile getirmek, sorular sormak benim görevim. Ayrıca bu konularda karşılıklı kardeşlik edebiyatı yapılan Türk aydın ve sanatçıların büyük çoğunluğu da kıllarını kıpırdatmadılar. Hani aydınlar asimilasyoncu olamazdı? Hani ulusların kaderlerini tayin hakkı vardı? Neden Kürtçe ana dilde eğitimi proje yapıp devletinizin önüne koymuyorsunuz? Hani siz aydındınız?
‘YENİ NESLİN ENERJİSİNE HAYRAN KALMAMAK MÜMKÜN DEĞİL’
Yeni nesil Kürt müzisyenleri nasıl buluyorsunuz?
Anadilimizdeki tüm çalışmalara öncelik veriyorum. Genç seslerimizin yeni çalışmalarını dinliyorum. Yeni tarz ve arayışlara açık olduklarını gördükçe mutlu oluyorum. İmkansızlıklara rağmen, yeni neslin performanslarına, enerjisine hayran kalmamak mümkün değil. Sahipsiz ve parçalanmış bir ülkenin desteksiz sanatçıları olmak kolay değil. Asıl mücadeleyi biz Kürt sanatçıları veriyoruz, bu böyle bilinmeli.
Kimleri dinliyor, okuyorsunuz?
Georg Friedrich Händel operaları ve aryalarını çok severek dinlerim. Fatma Savcı, Gulîzer, Kejal Ahmed, Jana Seyda ve Nahîd Huseynî gibi Kürt kadın şairlerini okuyorum. Araştırma kitapları, mesela çok değerli yazar, araştırmacımız Mehmet Gültekin’in dengbêjlik üzerine olan kitabı, Eskerê Boyik’ın Tolhildan, Avesta Yayınlarının Sahmaran-Taybet e bo jin. Eski Sovyet Kürt klasikleri, Fêrîkê Usiv, Sikoyê Hesen, Eskerê Boyîk, Erebê Semo, Qanadê Kurdo, Celîlê Celîl, Mikailê Resîd, Simoyê Semo, Xelîl Muradov, Şamil Eskerov ve bir an önce okumak istediğim Şêrko Bêkes’in Bakûr Kürdistan’da basılan kurmanci versiyonu, Arjen Ari, Berken Bereh, Recep Dildar roman yazarlarımızı beğeniyorum. Giden gelen dostlarımdan istediğim tek şey yeni çıkan Kürtçe kitaplardır. Kürt edebiyatı benim evimdir.
YENİ ALBÜM YOLDA
En son Covid-19 salgını nedeniyle karantina sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dolu dolu geçirdim. ‘Varyasyonan’ adıyla, halk müziğimizden tanıdığımız bazı kilamların sözlerinin üzerine yeni müzikler yazdım. Yeni albüm çalışmam, sadece mix yapılması bekliyor. Korona nedeniyle ara verdik. Şu an Geliyê Zilan üzerine yazdığım bir bestemin klibi ve de en son şair Recep Dildar’ın bir şiirine yazdığım müzik ile meşgulüm. Paralel çalıştığım projelerim var, yapılacak iş çok…
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim.
Ben de sana ve Gazete Duvar’a teşekkür ediyorum. Çalışan, üreten bütün yazar ve gazeteci dostlara başarılar ve selamlar gönderiyorum. Umarım gelecek güzel günleri hep beraber görür, yaşarız. Bir sonraki söyleşimizi Kürtçe yapmak dileğiyle. Son sözü, 20. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olan Cigerxwin’e bırakalım, benim de kısa bir eklemem ile;
“Kurdino ji bo welatê xwe, çand û zimanê xwe bibin yek.
Heger hûn nebin yek, hûn ê herin yek bi yek…”
Gazete Duvar
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.