'Ölen her Kürdü yüreğime gömüyor, siyah giyinerek yasını tutuyorum'
Yazar, araştırmacı ve müzisiyen Mustafa Gazî 28 Kasim 2017ê de Diyarbakirda wefat etti.
Tarihi kentimizin kendi deyimiyle “qırıxları” “Fiskaya” şarkısıyla besteleyen yazar Mistefa Gazi, şimdiye kadar 200’ün üzerinde beste yaptığını açıkladı. Herkesin farkında olmadan mırıldandığı ya da söylediği birçok Kürtçe parçanın kaynağı aslında Gazi’nin ta kendisi.
Kitap, beste ve araştırmaları ile Kürt sanatına, folkloruna katkı sunan Mustafa Gazi, diğer adıyla “Seyda” yazım serüvenini anlattı.
Kürtçe yazmaya ne zaman başladınız?
Kürtçe yazmaya 1980 sonrasında başladım. Öncesinde yine yazıyordum ama çok acemice, grameri bilmeden.
1980’lerde Kürtçe öğrenmek zor muydu?
Zordu tabi. 1980 sonrasında darbeciler siyaseti depolitize edince ben de o boşluktan istifade edip dil konusunda kendimi geliştirdim. Celadet Bedirxan’ın Roger Lescot’la birlikte yazdığı gramer kitabını alıp uzun bir süre kendimi öğrenmeye verdim. Celadet Bedirxan fiziki olarak yanımda olmasa da, onun beyninden kitaba yansımış olan o çok değerli bilgiler bana yol gösterdi, önümü açtı. Daha sonra başka gramer kitapları alıp kendimi iyice geliştirdikten sonra kendi yöremin, daha doğrusu kendi aşiretim olan Kejanların dilini derledim. Bu çalışmam uzun yıllar sonra “Ferheng” adıyla Enstîtuya Kurdî ya Amedê tarafından 2006 yılında yayınlandı.
Diyarbakır’da OHAL 2002 yılında kaldırıldı. Siz OHAL’in yürürlükte olduğu o yıllarda Kürtçe eğitim verdiniz. Sorun yaşamadınız mı?
O dönemde her yerde, kültür merkezleri, gazete büroları, kafe, konut vb. mekânlarda Kürtçe dil dersi vermeye çabalıyordum. Bazı sorunlar yaşadım. Zaten gizli ders veriyordum.
Derslere rağbet var mıydı?
Derslerime genelde üniversite öğrencileri, avukat, öğretmen, mühendis gibi çeşitli gruplardan insanlar katılırdı. O berbat süreçte “Kürdüm” demek bile suçtu. Ama ben çekinmeden insanlarımın talebini karşılamaya gayret ediyordum.
Niye bıraktınız?
2002 yılında Kürtçe kurs önündeki engeller kalkınca bıraktım. Çünkü misyonum bitmişti. Benimki bireysel bir çabaydı. Bu işi kurumların yapması gerek.
Biraz kitaplarınızdan konuşalım. “Pırpırım” ve “Pişo Miheme”nin satışları nasıl?
Aslında ismi “Diyarbekır Qabadayilari Delileri Pışo Meheme.” Kabadayı ve kabadayılık kültürü bir gerçeklik. Eskiden bu kültüre sahip pek çok insan vardı ama bugün bunların nesli tükenmek üzere. Kabadayıları çok önceden yazmak istiyordum. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, Dengbêj Evi’nde çalıştığım süreçte yazma isteğim doruğa çıktı ve araştırıp yazmaya başladım. Kitaplarım çok iyi satıyor.
Kabadayılık kültürü günümüzde çok benimsenen bir kültür değil. Neden yazmak istediniz?
Aslında kabadayıları yazarken amacım o feodal, kaba kültürü canlandırmak değildi. Böylesi bir gerçekliği kamuoyuyla, yeni nesillerle paylaşmak istedim.
Diyarbakırlıların “qırıx” dediği bu kabadayılarla ilgili mizahi dille yazdığınız bir de Türkçe besteniz var “Fiskaya” ve çok tuttu. Bunun hikayesini anlatır mısınız?
Bunu espri olsun diye yaptım. “Fiskaya” adlı bu şarkı blues tarzında yapılmış ve Diyarbakır Türkçe’siyle yazılmış. Ben şahsen kendi halkının müziğinin yanı sıra blues tarzı müziğe de hayran olan biriyim. Bir ara 1995’li yıllarda Roj adında bir gazetede Diyarbakır Türkçe’siyle Kürtçe alfabeyi kullanarak mizahi yazılar yazıyordum ki amacım insanları güldürerek Kürtçe alfabeyi öğretmekti. İşte o yazılarımdan birinde “Fiskaya” adlı şiiri de yayınlamıştım. Şiiri evde besteledim. 1996 ya da 1997’iydi, Med-Kom adlı kültür merkezindeki arkadaşlardan bir kısmına bu şarkıyı okuttum. Ben de elimdeki sazla müziğini çalıyordum onlara. Şarkı böyle çıktı ortaya. Şarkı bütün kafelerin, müzik ortamlarının en çok dinlenen şarkısı oldu. Daha sonra Şoreş adlı arkadaşımla bir albüm yaptık. Bu şarkıyı ona okuttum.
Şarkı “Diyarbakır qırıxı” olarak bilinen birinin ağzından yazılmış gibi. Bu dili biliyor musunuz?
1980 öncesinde Diyarbakır’da epey kabadayı vardı ve bu kentte yaşayan insanlar ister istemez onlarla karşılaşmak zorunda kalırdı. Ben asla “qırıx” olmadım ama onları tanıdım, sohbetlerinde bulundum. Kabadayıların kullandığı dil aslında Diyarbakır’da konuşulan Türkçenin kabalaşmış, argolaşmış şekli. Buradaki Türkçe zaten çok kaba. Kabadayılar bu dili alıp kendi kültür dünyalarına adapte ettiklerinde pek zorlanmamışlar. Aslında ben Kürt dili ve kültürü üzerine araştırma yaptığım için Diyarbakır’da konuşulan Türkçeyi merak etmiş, kitaplaştırmayı kafama koymuştum. Nitekim sonunda kitaplaştırdım da. Bu dil Osmanlılar döneminde bu denli yoğun kullanılmazdı ki, bilenlerin sayısı çok azdı. Ama Cumhuriyetten sonra yoğun asimilasyon politikaları sonucunda Kürt halkı öğrenmek zorunda bırakıldı. Burada kullanılan Türkçe, Kürtçe’nin bir çevirisi gibi. Hatta bazı atasözü ve deyimler bile Türkçe’ye çevrilip kullanılmakta.
Kürtçe düşünüp Türkçe’yi kabadayıca, ya da “qırıxça” kullanmak Diyarbakır’da Türkçe’nin bir şivesi halini almış. Birkaç kelime ile örnek verebilir misiniz?
Diyarbakır kabadayılarının hemen hemen hepsi zaten Kürt ve çoğu Kürtçe’yi doğal olarak biliyor. İstisna olarak birkaç Arap, Süryani, Ermeni vardı. Kabadayıların çoğu Kürtçe düşünüp Türkçe konuşurdu. Örnek: “birê min”, (kardeşim), “ben bahan” (kendi kendime. Kürtçesi: ez ji xwe re), “bêmehne” (ayıp olmasın, "yanlış anlaşılma*sın", "sözüm meclisten dışarı" anlamında), “devşorbe” (“çorba ağızlı", "ağzı salyalı", "sersem, aptal" anlamına gelen hakaret sözcüğü), “dêmisen” (meğer. Kürtçesi: tu nabê!), “dıqidıqına” (ucu ucuna, santimi santimine. Kürtçesi: deqadeq), “şebşebok” ("yarasa" anlamına gelen bu Kürtçe sözcük hakaret amacıyla kullanılır), “isot olmax” (çok kızmak, çok öfkelenmek. Kürtçesi: bûn îsot), “mala minê Erzincan” (alay yollu “vah vah! Yazık oldu!”), “qulax arxasi êtmax” (işleri umursamamak, savsak*lamak. Kürtçesi: avêtin pişt guhê xwe.)
Bu konuda, bir şarkı, bir de kitap yazdığınıza göre, Diyarbakır kabadayılarının özellikleri üzerine konuşabiliriz. Kimdir bu insanlar, nasıl yaşarlar?
Aslında kabadayıyı biraz da Robin Hood gibi düşünmek gerek. Zenginden alır fakire verir, kimsenin ırzına, namusuna göz dikmez, etrafındakileri korur, mahallesinin bekçisidir. Bunlar genelde ceketlerini omuzlarına atarlar, ellerinde sürekli bir tespih bulunur, ayakkabılarının topuğunu kırarlar ve bir omuzları kırık bir şekilde yürürler. Üzerlerinde muhakkak delici, kesici alet ya da silah bulunur. Çok cesaretli ve gözü kara insanlardır. Çok iyi kavga etmesini bilirler ve asla kavgadan kaçmazlar. Selamı sağ ellerini sol omuzlarının üzerine koyarak verirler.
Bu insanlar günümüzde de bu şekilde mi yaşıyor? Yoksa kabadayılar da asimile mi oldu?
Feodal sistemin çökmesiyle birlikte bu kurum da çöktü. Ama bölgedeki silahlı çatışmalar zaman içinde bu kurumun çöküşünü hızlandırdı. Çoğu kabadayı kabadayı olmaktan uzaklaşıp birer mafya üyesi olmaya başladı. Ki bu da kaçınılmazdı. Bugün kabadayılık geleneğini sürdüren çok az insan kaldı, bunlar da içine kapanık bir şekilde yaşamakta. Evet, kabadayıların kendilerine özgü bir dilleri var ve bu dil feodal sistem içinde şekillenip 1980 sonrasında yok olmaya yüz tuttu. Kabadayılar asimile olmadılar, sadece kabadayılık bitti.
Dengbêjlerin okuduğu “kilamları” da hikayeleri ile birlikte yazıyorsunuz. Bunların çoğu sözlü edebiyat. Ulaşmak zor değil mi?
Diyarbakır’daki dengbêjlerle aram çok iyi. Onlarla oturup sohbet ederken merak ettiğim her şeyi soruyorum. Ama en önemlisi dengbêjin hayat hikayesini kaydediyorum. Özellikle okudukları şarkıları kaydediyor ardından o şarkıların bir de hikayelerini anlatmalarını rica ediyorum. Dengbêj, okuduğu şarkının hikayesini biliyorsa işini ciddiye alıyor demektir. İşte ben de işimi yaparken sorulması gereken her şeyi sormaya çalışıyorum. Dengbêjlere okuttuğum şarkıları deşifre ediyor, sonra da arşivliyorum. Dengbêjlerin bir özelliği de müthiş bir belleğe sahip olmaları. Onlar aynı zamanda birer destan anlatıcısı da olabiliyor. Teknik olarak dengbêjlerin eksiklikleri bir hayli fazla. Çoğu hiç okumamış. Dengbêjler, ama dengbêjlik, özellikle dengbêjlik tekniğiyle ilgili pek bir şey bilmezler. Bu işi, okulunu okuyarak, birer okullu dengbêj gibi yapmıyorlar, başka bir ustadan öğrenerek bu sanatı sürdürüyorlar.
Bunu yaparken ne hissediyorsunuz?
Onları dinlerken kendimi daha çok Kürt hissediyor, müthiş keyifleniyorum. Onlar bu geleneğin son temsilcileri. Bu kuşak yok olunca dengbêj ve dengbêjlik geleneği de maalesef yok olacak. Bunun en büyük sebebi de köyü yakılıp yıkılan yüz binlerce Kürt köylüsünün şehirlere yerleşmesinden kaynaklanıyor. Şehre zorunlu göç eden bu insanlar köydeki o uygun ortamı, o mükemmel şartları şehirde hiçbir zaman bulamayacağı için o gelenek de kısa bir zamanda yitip gidiyor. Çünkü köydeki sosyal ortamı toplumsal ilişkiler, yaşam biçimi, geçim kaygısı şehirde farklılaşıyor.
200’den fazla besteniz var. Bunlardan en popüleri Koma Azad’ın seslendirdiği “Xerîbim”. Bu bestenizin hikâyesini anlatır mısınız?
Bu şarkıyı 1996 yılında Med-Kom adlı bir kültür merkezinde yaptım. Kültür merkezini ben yönetiyordum. Bir akşam kültür merkezi boşaldı, ben tek kaldım. Odada tek başıma oturmuşken, çok hüzünlendim, hemen sazı alıp hüznümü şarkılaştırdım. Sözlerini de aynı anda yazdım. Hüznümün nedeni şuydu; ülkemde ülkesizdim, dilim vardı ama dilsizdim, özgür değildim ve her yönden kuşatılmış, aşağılanmış, özgürlüğü elinden alınmış mazlum bir halkın evladıydım. Maalesef düşmana yetecek gücüm yoktu ve ben sadece hüznüme sığınmıştım.
Şarkıda daha çok anneye sesleniş var. Kendi anneniz mi?
Hayır, şarkıdaki anne, ülkemdi. İşte bu duygularla o şarkıyı yaptım.
Şimdiye kadar kaç sanatçı bestelerinizi seslendirdi?
Koma Azad, Koma Dengê Azadî, Koma Dîjle, Şiyar, Siyabend, Zinar Sozdar, Şîlan, Serdar Metîn, Sebaheddîn Xoce, Şoreş, Selînay, Oruç, Azad Bîlen, Yekbûn, Murat Küçükavcı, Alişan, Îbrahîm Nûhat, Ferhat Kanat, Alişan, Engin Derya, Evin Beyaz, Ercan Kan vb. grup ve sanatçılar tarafından okundu.
En popüler olanları hangileri?
Evîndar im, Xerîb im, Fîsqaya, Aşiqê Te Me, Bê Te Nabe, Bêrîvan, Roja Min, Hesreta Welat, Çi Bêjim, Go Na Na, Kejê, Dunya Bi Dor e, vb.
Bestelerinizin Türkçeye çevrilmesi için sizinle temasa geçen ve Türkçe söyleyen ünlü sanatçılar var mı?
Birkaç sanatçı talepte bulundu ama sert bir biçimde reddettim.
İleriki dönemler için projeleriniz nelerdir?
Kitaba dönüştürmem gereken yığınla dosyam var, onlarla uğraşacağım. Yeni şarkılar yapmak istiyorum, bunun için uygun zamanı bekliyorum. Dengbêj şarkılarıyla ilgili geniş bir çalışma yapmayı planlıyorum.
Kitap, beste çalışmalarınız geçiminizi sağlayacak kadar para sağlamıyor mu?
Hayır, işin maddi boyutu ile hiç ilgilenmedim. Hep hizmet olarak baktım.
Nasıl geçiniyorsunuz?
Diyarbakır’da Dengbêj Evi’nde çalışıyordum ayrıldım. Şuan bir iş yapmıyorum.
Diyarbakır’da yaşayan herkes sizi kostümünüzden tanıyor. Siyah bere, siyah pantolon, kazak ve siyah gözlük… Bu bir tarz mı?
Aslında bu soruyu pek çok insan sordu, asla gerçek yanıtı vermedim. İlk defa açıklıyorum; bu halkın özgürlüğü uğrunda ölen her Kürdü yüreğime gömüyor, siyah giyinerek yasını tutuyorum.
Sizi beyaz ya da farklı renk giyinirken görebilecek miyiz?
Bu sorunun yanıtını verdim.
Neden hiç evlenmediniz? Bunun da özel bir nedeni var mı?
Bir nişanlılık süreci yaşadım. Olmadı. Evlilik bana göre değil. Elbette insanlar evlenmeli. Ama ben şahsen evliliğe hiç sıcak bakmıyorum. Üretimimi engeller.
Mistefa Gazî kim?
1956 yılında Siverek’e bağlı Şêxuliya Jêrin köyünde doğdu. Henüz bir yaşındayken, babasının işi nedeniyle Diyarbakır’a taşındılar. İlkokul, orta okul ve liseyi Diyarbakır’da okudu. 1990 yılına kadar aktif Kürt siyasetinin içinde yer aldı. Daha sonra dil, kültür ve sanat çalışmalarına ağırlık verdi. Diyarbakır Türkçesi, Pırpırım, Ferheng, Gurzek Ji Zargotina Zarokan, Nifir û Duayên Kurdî, Baweriyên Batil ên Kurdan (A. Bengîn’le birlikte), Komek Stranên Folklorîk Ji Devera Silîvan, Hewêl û Batmanê, Komek Stranên Folklorîk Ji Devera Silîvan, Mûş, Şirnex, Xerzan û Batmanê, Diyarbekır Qabadayilari Delileri Pışo Meheme isimli kitapları bulunuyor. Gazi’nin bazı dosyaları kitaba dönüştürülmek üzere yayınevlerinde.
14.06.2011
Özgur haber
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.