Mehmet Emin Aslan

Mehmet Emin Aslan

Yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

Ortadoğu ve Kürdistan’da Yaşanan Gelişmelere Eleştirel Bir Yaklaşım

A+A-

c-001.webp

Konuşmama başlamadan önce, HAK-PAR, PSK VE PWK’nin ortaklaşa 22.12.2024 tarihinde "Yaşanan Gelişmelerin Değerlendirilmesi ve Kürdler Ne Yapmalıdır” gündemi ile bir çalıştay düzenlemelerini tebrik ediyor ve biz konuşmacılara görüşümüzü açıklama fırsatını verdikleri için de ayrıca teşekkür ediyorum.

Ortadoğu ve Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerden hareketle Kürdistan siyasi akımlarının içinden geçtiğimiz bu süreçte nasıl bir siyasi tutum ortaya koymaları gerektiği konusunda görüşlerimi açıklamaya çalışacağım. Ancak önce söylenilenin anlaşılması için, ulus-devlet kavramı ve siyaset bilimin konusunu çok kısa olarak açıklamaya ihtiyaç vardır.    

Ulus-Devlet Kavramının tanımı

 Ulus-devlet; sabit, değişmez, olmazsa olmaz öğelerin örgütlenmenin ve değişebilen özelliklerin örgütlenmenin bütünselliğinin oluşturduğu bir siyasi örgütlenme sistemidir. Devlet öğelerinden oluşan örgüte ulus örgütlenme, devlet özelliklerinden oluşan örgüte de idari örgütlenme ya da siyasal rejim denilebilinir. Bir bütünsellik halinde olan bu iki örgütün arasında ayrım çizgilerini şöyle çekebiliriz.  

Ulus Örgütlenme

Ulus-devletin ülke, ulus ve egemenlik olmak üzere üç ögesi vardır. Bu üç öge, tüm ulus-devletlerin ortak yanıdırDemek ki, ulus-devlet, ülke, ulus ve egemenlik ögelerinin bütünselliğinden oluşmuş bir ulus örgütlenmesine sahiptir. O zaman ulus-devleti öğeleri bakımından şöyle tanımlayabiliriz. Ulus-devlet, belli bir coğrafya üzerinde egemen olan belli bir toplumun oluşturduğu bir siyasi örgütlenmedir.

 Siyasal Rejim veya İdari Örgütlenme

Devleti oluşturan üç öğenin yanı sıra bir de devleti oluşturan özellikler vardır. Bu özelliklerin sayısı devletten devlete değişebilir. Bize göre, devletin üç temel özelliği vardır. Bunlar; devletin örgütlenme (yürütme, yasama, yargı organların) biçiminin özelliği, hukuksal özelliği (yasal-ussal meşruiyet ve yurttaş), ve meşru şiddet tekelidir. Bu durumda ulus-devletin hem öğeleri hem de özelliklerini içeren daha geniş bir tanım yapılabilir. Ulus-devlet, belli bir coğrafya üzerinde belli bir toplumun egemen olmasıyla oluşan, rasyonel örgüte, pozitif hukuka, meşru şiddet tekeline sahip bir siyasal örgütlenmedir. 

Modern çağda, modern toplum, ulus, modern-devlet, ulus-devlet kavramları özdeş kavramlardır. “Modern toplumlar, bir ulus-devlet sistemi içerisinde var olan ulus-devletlerdir.”[1] Bu nedenledir ki, bazen ulus-devlet yerine ulus ya da millet kavramı kullanılır. Örneğin “Birleşmiş Milletler” kavramı kullanılmaktadır. Devletlerarasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk için de “milletlerarası hukuk” ya da “uluslararası hukuk” kavramı kullanılmaktadır.

Siyaset Bilimin Konusu

İkinci Dünya Savaşı’na kadar Siyaset biliminin konusu devlettir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, siyaset biliminin konusu giderek siyasal iktidar ya da siyasal rejim üzerine yoğunlaşmıştır. UNESCO’nun öncülüğünde kurulan ve Batı Bloku, Doğu Bloku ve Üçüncü Dünya ülkelerinden bilimsel derneklerin ve bilim adamlarının üye olarak katıldıkları “Uluslararası Siyasal Bilim Deneği”, 1949 yılından bu yana her üç yılda bir kongreler düzenlemişlerdir. Bu kongrelerde siyaset biliminin konusunun siyasal iktidar ya da siyasal rejim olduğu fikrinde birleşmişlerdir.[2]

Böylece 1950’lerden itibaren dünya düzeyinde egemen olan siyasal anlayışa göre, siyaset bilimin konusu devlet değil, siyasal iktidar ya da siyasal rejimdir. Bu egemen siyasal anlayışa göre, devlet bir soyut kavram oluşundan ötürü, siyaset bilimin konusu olamaz. Böylece siyaset arenasında devlet değil, siyasal iktidar ya da siyasal rejimler tartışılmaktadır. Bize göre, siyaset biliminin konusu devlet ’in kendisidir. Siyasal iktidar, yani demokrasi, faşizm, tek ya da çok partili sistem, federal yönetim, merkeziyetçi yönetim gibi örgütlenme biçimleri, devletin idari örgütlenmesinin konularıdır. Devleti siyaset biliminin konusunun dışına çıkararak, devlet ögelerini yani ulus, ülke ve egemenlik kavramlarını siyasal alanın dışında tutmayı amaçlamışlardır. Çünkü tüm devletlerin farklı düzeyde ulusal ve etnik sorunları vardır. Devletin ögelerinin siyaset bilimi konusu dışına itilmesi dolayısıyla ezilen-ulusların ve farklı kültürel kimliklerin sorunlarının siyasetin dışına itilmesi sonucunu getirmiştir.  Bu kısa tanımlamalardan sonra Ortadoğu ve Kürdistan’daki gelişmelere bakalım.

İçinden Geçtiğimiz Süreçte Ortadoğu’daki Gelişmeler

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin başını çektiği Doğu Bloku dağılır dağılmaz, Batı Dünyası’nın hegemon gücü olan ABD, Irak ve Güney Kürdistan’ı işgal ederek Ortadoğu ve Güney Kürdistan’a yerleşmiştir. Ve o günden bugüne Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında farklı neden ve biçimlerle aralıksız olarak çekişmeler ve çatışmalar sürmektedir. O zaman sözkonusu coğrafyalardaki çalkantıların, çatışmaların nedenlerine bakalım.

Birincisi, günümüzde küresel güçler Güneybatı Asya kavramı ile tanımladıkları alanda hegemonya mücadelesine girmişlerdir. Güneybatı Asya kavramı ile tanımlanan yer Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya, Uzakdoğu ve Pasifik’i içine alır. Hegemonya mücadelesinin kızıştığı Güneybatı Asya’nın stratejik noktası Ortadoğu coğrafyasıdır. Ortadoğu, Asya ile Afrika, Asya ile Avrupa, Akdeniz ile Hint Okyanusunun bağlantı alanıdır. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Akdeniz ve Kafkasya’yı birbirine bağlayan yolun geçtiği alandır. Ortadoğu’da hegemonyasını kuramayan bir küresel gücün Güneybatı Asya’da kendi denetimini kurması mümkün değildir.

İkincisi, Ortadoğu Birinci Dünya Savaşından buyana çelişki ve çatışmaların yoğun olduğu bir bölge olmuştur. Birinci Dünya Savaşının galipleri ve onların yönlendirmesindeki uluslararası örgütü olan Cemiyeti Akvam tarafından kurulan yapay devletlerin (Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Katar, Kuveyt vb.) ve belirlenen yapay sınır çizgilerinin her an değişebilirliği, ulusal ve toplumsal çatışmaların potansiyeli ile yüklü olarak orta yerde durmaktadır. Küresel güçlerin Ortadoğu’daki hegemonya savaşının akıbeti, Güneybatı Asya’daki hegemonya savaşının kaderini de belirleyecektir. Ortadoğu’nun başlıca stratejik noktasını Kürdistan ve Irak oluşturmaktadır. Kürdistan ve Irak’ın üzerinde denetimini kurabilen herhangi bir küresel güç, Ortadoğu’da hegemonyasını rahatlıkla kurabilir. Güneybatı Asya’da hegemonyanın yolu Ortadoğu’dan ve Ortadoğu’daki hegemonyanın yolu da Kürdistan ve Irak’tan geçer.

Üçüncüsü ise, Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve Ortadoğu’nun Batı Dünyasının kapitalist ilişkilerine açılmasını ve entegrasyonunu sağlamaktır.

Günümüzde ABD, İngiltere, AB ve İsrail Ortadoğu’da hegemonyasını kurmak ve pekiştirmek için ortak hareket etmektedir. Ancak bu güçlerin amaçları ve çıkarları farklıdır. Bunları kısaca belirtmekte fayda vardır.  ABD için Ortadoğu’nun asıl önemi, Güneybatı Asya’nın stratejik noktası olmasıdır. ABD’nin ekonomik üstünlüğü ele geçirme mücadelesinde rakibi Çin’dir. Onun için tüm dikkatini Asya ve Pasifik’e çevirmiş ve Çin’e karşı ekonomik, siyasi ve askeri kuşatma harekâtını başlatmıştır. Günümüzde Asya ve Pasifik’te yaşanan siyasi gerilimin asıl nedeni ABD ile Çin arasında süren ekonomik rekabettir. ABD’nin rakiplerine karşı başarılı olmasının yolu da Ortadoğu’yu nüfuz alanına dönüştürmesinden geçer.  2003’te Irak’a müdahale etmesinin nedeni budur.

Ancak ABD’nin Ortadoğu’ya siyasi istikrar getirme modeli Irak’ta denendi ve bu modelin, istikrarı sağlayan bir çözüm olmadığı açığa çıkmıştır. ABD, Ortadoğu’daki ezilen ulusların sorununa, egemenlik sorunu olarak değil, demokratik ve kültürel sorun olarak yaklaşmaktadır. Böylelikle ezilen ulusların sorununu bir ulusal-azınlık sorununa indirgemekte ve bu da siyasi durumu daha karmaşık ve istikrarsız hale getirmektedir. ABD’nin Kürd ulusal sorunu için çözüm projesi, ulusal egemenlik değil, ulusal kültürel özerkliktir. Güneyli ulusal güçlerin direnmelerine karşın, ABD’nin Irak’ta oluşturduğu federal devlet; ismi federal devlet cismi ise bir federal devletten ziyade bir bölgeli devlete benzemektedir. Bundandır ki, Irak Federal Yönetimin ve kurumlarının ürettiği ve uyguladığı politikalar, federal devletin değil, bir bölgeli devletin politikaları niteliğindedir. Kürdistan Federe Yönetimi de sözkonusu politikaları kabullenmediğinden ötürü, Federal Irak kuruluşundan beri siyasi istikrarsızlık içinde debelenmektedir. Bu da apaçık gösteriyor ki, ABD’nin bu siyasi modeli, Irak ve Güney Kürdistan’a siyasi istikrar getirememiştir.  Bu gelişmelerden dolayı ABD, Ortadoğu ve Kürdistan siyasetini yeniden değerlendirebilir ve değiştirebilir.

Şimdi de AB’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin nedenine bakalım. AB ülkeleri enerji bakımından Rusya’ya bağımlı olduklarından, Kırım ilhakı ve Ukrayna-Rusya savaşında ekonomik, siyasi ve askeri anlamında yeteri kadar tepki gösteremediler. AB ülkelerinin bir an önce enerji bakımından Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtulmak istedikleri açıktır. AB ülkelerinin enerji kaynaklarını karşılama hususunda en iyi alternatif de Ortadoğu ve özellikle Kürdistan enerji kaynakları olup ve bu kaynakları Avrupa’ya taşıyan güvenlikli enerji hatlarına ihtiyacı vardır. Onun için Rusya-Ukrayna savaşından sonra AB, Ortadoğu’yu yeniden gündemine almış ve bu yüzden ABD’nin özellikle 25 Eylül 2017’de Güney Kürdistan coğrafyasında yapılan bağımsızlık referandumundan sonraki Kürdistan politikasını değiştirme doğrultusunda zorlamıştır. Bu durumda Ortadoğu’nun siyasi istikrarı, birinci derecede AB’nin sorunu olacaktır. Çünkü AB, enerji kaynakların ve enerji hatlarının güvenliğinin sağlanması ve ticari bloğunu oluşturması için, Ortadoğu’da siyasi istikrar istemekte ve hedeflemektedir. Ortadoğu’da siyasi istikrarı sağlamak için Balkanlar’da denediği ve başardığı modeli uygulamaya geçirmek durumundadır. Bu da ulusal soruna egemenlik sorunu olarak ve etnik, dinsel azınlıklar sorununa da demokratik ve kültürel sorun olarak yaklaşmayı gerektirmektedir. Bu model, sadece Balkanlar’da uygulanan ve ortaya çıkan bir model değil, Avrupa’nın tarihsel olarak üzerinde yükseldiği modern-devlet ya da ulus-devlet modelidir.

İsrail’in, Ortadoğulu bir devlet olarak, güvenlik sorunu vardır. İsrail, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan (Hizbullah) ve Filistin (Hamas) hattında oluşturduğu Şii Hilali’ni kendisi için bir tehdit unsuru olarak görmekteydi. 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın İsrail geneline geniş çaplı saldırısı ile birlikte, İsrail-Filistin (Hamas) savaşı başlamıştır. İsrail, beklentilerin aksine bu savaşı Hamas ile sınırlı tutmayıp Lübnan, Suriye ve İran’ı da içine alacak şekilde genişletmiş ve halen sürdürmektedir. 7 Ekim’den bugüne süren savaş sürecinde İran’ın Şii Hilali’ni ortadan kaldırılmış ya da çökertilmiştir. Daha önceleri İsrail, Hamas’ın silahlı saldırılarına birkaç kat daha fazla misilleme yaparak karşılık veriyordu. Bu sefer sadece Hamas’a karşı değil, İran ve İran’ın Ortadoğu’daki tüm uzantılarını etkisiz kılacak ve ortadan kaldıracak türden bir karşılık vermektedir. Israil’in bu sert ve yok edici saldırılarını tetikleyen asil sebep ABD ile rakibi olan Çin’in arasındaki mesafenin kısa sürede kapanabileceği ihtimalini göz önünde tutmasıdır. Ortadoğu’da etkin olan bir Çin’in olması koşullarında, İsrail kendisine yönelik tehditleri bertaraf etmenin ve siyasi hedeflerini hayata geçirebilmenin daha zor olacağının farkındadır.

Suriye, Şii Hilal’in güçleri olarak İran’ın askeri gücü olan Devrim Muhafızları ve örgütlediği Şii milisler ile Hizbullah’ın milisleri ve Rusya’nın hava gücü desteği sayesinde iç savaşını sürdürmekteydi. Bu güçlerden mahrum kalan Suriye BAAS totaliter rejimi, muhalif cihatçı güçlerine önderlik eden (HTŞ) Heyet Tahrir el-Şam’ın saldırılarına dayanamayıp yıkıldı. 7 Ekim’de Aksa Tufanı Operasyonu’yla başlayan İsrail-Filistin Savaşı’ndan günümüze kadar yaşanan gelişmeler göstermiştir ki, Ortadoğu’nun caydırıcı gücü artık ABD’den ziyade İsrail’dir. Ayrıca İsrail’in Şii Hilali’ni çökertmesiyle birlikte, İran’ı Ortadoğu’dan izole ederek, Ortadoğu’nun statüsünü bozmuş ve akıbeti de belli değildir.

Ortadoğu’daki Siyasi Gelişmelerin Boyutları

Bu durumda Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin üç boyutu vardır. Birincisi, Ortadoğu halklarının eşitlik, özgürlük, demokratik hakları genişletme ve baskı altında olan ulusların egemenliklerini ele geçirme mücadeleleri vardır. İkincisi, despotik, totaliter ve sömürgeci devletlerin kendi konumlarını pekiştirme ve devam ettirme mücadeleleri vardır. Üçüncüsü ise, küresel güçlerin bölge üzerinde nüfuz alanlarını genişletme mücadeleleri vardır ve bu mücadeleler iç içe girmiş ve birbirlerini tetiklemekte ve etkilemektedir. Örneğin Rusya, Suriye’deki iç savaşın sayesinde Tarsus ve Himeymim ‘de deniz ve hava üssüne sahip olabilmiştir. Ancak Suriye BAAS totaliter rejimin yıkılması, aynı zamanda Rusya ve İran cephesinin de yenilmesidir.  Bu koşullarda Rusya bu üstlerini kaybetmese bile, artık bu üsleri Ortadoğu’da bir denge unsuru olarak kullanamaz.  Rusya’nın, bundan böyle Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinde bir uluslararası güç olarak yer alması zor görünmektedir. Bundan böyle Ortadoğu’da gelişmelere yön veren başat küresel güçler olarak ABD, İngiltere AB ve bölgesel güç olarak da İsrail görülmektedir. Ancak Ortadoğu’da ve özellikle Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki gelişmelerin akıbetini belirleyecek olan faillerden biri de baskı altında olan uluslar, etnik ve dinsel gruplardır. 

Kürdistan Siyasal Akımların Tarihi Görevleri

ABD’nin Irak’a müdahalesinden bu yana Ortadoğu’da yaşanan önemli çekişme ve çatışmalardan biri de, İran’ın Rusya, Çin, vb. müttefiklerinin desteğiyle Şii Hilali’ni kurmaya yönelik mücadeleleri ve ABD ile müttefiklerinin ise bunu engellemeye yönelik mücadeleleridir. Netice itibariyle Şii Hilali kavramıyla tanımlanan alanın büyük bölümü Doğu, Güney ve Güneybatı Kürdistan coğrafyasıdır. Yani Ortadoğu’da savaşın kızıştığı en büyük alan Kürdistan coğrafyasıdır. Onun içindir ki, Kürdistan’daki siyasi akımlar, Ortadoğu, Kürdistan ve Suriye’de yaşanan gelişmelerden ötürü, Kürdistan’a yönelik bir ulusal-demokratik programı acilen ortaya koyabilmelidir. Uzun bir süreden beri ulusal-azınlık siyasetin başat siyasi özneleri olan PKK ve YNK, Kürd ulusunun ulusal egemenliğini ele geçirme amacı doğrultusunda bir siyasi öznenin ortaya çıkmasını sürekli olarak kösteklemiş ve engellemiştir. Gelinen yerde ulusal-azınlık siyasetin dayanakları olan Irak ve Suriye BAAS rejimleri yıkılmış, İran Molla rejimi yıkılma sürecine girmiş ve her tür Kemalist yapılanmaların teorik ve pratiğinin muhtevasının dört parçada Kürdleri ezilen-ulus statüde tutmaya yönelik faaliyetlerinin yansıra ırkçı ve faşist olduklarının da, Kürdler nezdinde açığa çıkmıştır.  Bu gelişmeler ulusal-azınlık siyasi akımların kendilerini ideolojik bağnazlıktan kurtarma koşullarını ve fırsatını yaratmıştır. Onun içindir ki, Kürdistan siyasi akımlarının, hem dünya ve bölge düzeyinde hem de Kürdistanlılar nezdinde ulusal, demokratik ve geniş insan haklarını içeren bir ulusal-demokrat program ortaya koyabilmeleri tarihsel görevidir.  Böyle bir programın ortaya çıkabilmesi için Kürdistan siyasi akımları ve aktörleri bu konuda görüşlerini açık bir biçimde ortaya koyabilmeli, konuşabilmeli ve tartışabilmelidir.  Ve ortaya çıkacak olan bir ulusal-demokrat program üzerinde birliğini oluşturarak bir ulusal-demokrat hareketin önü açılmalıdır. Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de yaşanan çatışmalar ve gelişmeler, Güneybatı Kürdistan’ın bir federe birime kavuşmasını olanaklı duruma getirmiştir. Bununla birlikte Kürdistan parçaları, bağımsızlık dışında hangi siyasi statüye sahip olursa olsun, konjonktürel ve pragmatist olma durumundadır. Bu Kürdlerden ziyade sömürgeci devletlerin ve toplumlarının sömürgeci ve ırkçı siyasal zihniyetinden kaynaklanmaktadır.

Biz,hem müstakbel bağımsız bir Kürdistan için hem de herhangi bir parçada oluşacak bir federe birim için, Bosna-Hersek’te uygulanan federal konsensüs demokrasi modelini önermekteyiz.  Nedeni şu ki,ABD, Almanya, Kanada gibi diğer federal demokrasi modelleri, baskı altında olan ulusların ve etnik grupların çözümünü, devlet ögelerinden ziyade devlet özelliklerin reformunda ararlar. Federal konsensüs demokrasisi ve özellikle Bosna Hersek modeli ise, devlet özelliklerinden ziyade devlet ögelerinin yeniden yapılanmasında ve düzenlemesinde arar. Federal konsensüs demokrasi modelinde federe birimlerin tümü onaylamadan federal yönetim ve kurumları karar alamazlar. Yani federe birimler eşit egemenlik yetkisine sahiptirler.  Bu model, baskı altında olan ulusların egemenlik yetkisi bakımından, bağımsız devlet statüsünden sonra gelen en uygun ve güvenceli olan bir statüdür. Bu konuyu Kovara Bir dergisinde “Ulusal-Demokratik Program ve Federal Konsensüs Demokrasi Üzerine” başlığı altında ve dört bölümden oluşan yazımda açıklamaya çalışmıştım.

Bu çalıştayı birlikte düzenleyen HAK-PAR, PSK, PWK’nin Kuzey Kürdistan parçası için federasyon önermektedirler.  Bu nedenle, adı geçen Kürdistan siyasi partilerine, bağımsız Kürdistan amacından vazgeçmeden ve içinden geçtiğimiz süreçte Kuzey Kürdistan’ın ulusal-demokratik programı olarak, Bosna-Hersek’te uygulanan federal konsensüs demokrasi modelini önermekteyiz ve bu program üzerinde güçbirliği, ittifak hatta daha etkin bir birliktelik sayesinde Kürdistani bir siyasi öznenin oluşabilmesine önemli katkı sağlayabileceğini düşünmekteyiz. Ve böyle bir girişime Kürdistan’ın siyasi öznelerin, aktörlerin üzerine düşen görevlerini üstleneceklerdir.     

Sonuç olarak, federal konsensüs demokrasisi, ancak hem ezen-ulusun hem de ezilen-ulusun siyasi özneleri ve aktörlerin ortak ve kararlı mücadelesiyle kurulabilir. Yine sözkonusu öznelerin ve aktörlerin kararlı ve sürekli bir biçimde federal konsensüs demokrasinin kurumlarını, kurallarını benimsemesiyle sürdürülebilir.  Bunun da mevcut siyasal ve toplumsal koşullarda gerçekleşmesi pek mümkün görünmemektedir. Buna karşın Kürdistan siyasi öznelerin, aktörlerin Kürdlerin bir ulus olarak ulus-devletini kurma hakkına sahip olduğunun bilinciyle bu hakkın gerçekleşebilmesi için mücadele etmeleri hem hakkı hem de görevidir.

20.12. 2024/Diyarbekir

  • Bu yazı, 22.12.2024 tarihli “Yaşanan Gelişmelerin Değerlendirilmesi ve Kürdler Ne Yapmalıdır” çalıştayın konuşma metni olup, ancak süre darlığından ötürü tamamı sunulamamıştır.

 


[1] Giddens, Anthony, Ulus Devlet ve Şiddet, çeviren: Cumhur Atay, Kalkedon Y. 2008, s. 8.

[2] Kapani, Münci, Politika Bilimine Giriş, Bilgi Y. Ankara, 2014, s. 25

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.