Hüsamettin Turan

Hüsamettin Turan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ortadoğu’da Kürtlerin Devletleşme Süreci

A+A-

Hüsamettin Turan

Kürtler, yaklaşık 40 milyonluk nüfuslarıyla Ortadoğu’nun en büyük devletsiz halklarından biridir. Tarih boyunca Osmanlı ve Safevi imparatorlukları arasında bölünmüş olan Kürtler, 17 Mayıs 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Antlaşması ile bu iki imparatorluk arasında paylaşılmıştır. Ancak modern anlamda Kürtlerin bölünmesi, Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere ve Fransa’nın bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmesiyle gerçekleşti. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Kürtlere özerklik ve ilerleyen süreçte bağımsızlık vaat ederken, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, Kürtlerin statüsünü belirsiz hale getirerek onları Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri arasında dört parçaya böldü.

Bu bölünme, Kürtlerin ulus-devletleşme sürecini kesintiye uğratmış ve Ortadoğu’nun en kronik ulusal sorunlarından biri haline gelmiştir. Ancak bu süreci yalnızca dört devletin politikalarıyla açıklamak eksik kalır; belirleyici olan, İngiltere ve Fransa’nın çizdiği yeni Ortadoğu haritasıdır.

Uluslararası Hukukta Kendi Kaderini Tayin Hakkı

Halkların kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukukta temel bir prensip olarak kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 1(2) ve 55. maddelerinde bu hak açıkça belirtilmiş, özellikle 1960 tarihli BM Sömürge Ülkelerine ve Halklarına Bağımsızlık Tanınması Bildirgesi ve 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile pekiştirilmiştir. Ancak bu hak, devletlerin toprak bütünlüğü ilkesiyle çeliştiğinde büyük güçler tarafından görmezden gelinebilmektedir.

Öte yandan, Kürtler bağımsızlık talep eden bir halk olmanın ötesinde, ulusal haklarını tanımayan devletlerin baskılarına karşı siyasi, kültürel ve askeri mücadeleler yürütmektedir. Bu mücadeleler, her parçada farklı dinamiklere sahiptir ve sadece bağımsızlık ekseninde değerlendirilemez.

Kürtlerin Dört Parçaya Bölünme Süreci ve Tarihsel Dinamikler

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Sevr Antlaşması Kürtlere belirli haklar tanısa da, Lozan Antlaşması bu süreci tersine çevirdi. Kürtlerin dört parçaya bölünmesi, her devletin kendi içinde farklı baskı ve asimilasyon politikaları geliştirmesine yol açtı.

Türkiye’de 1921 Koçgiri, 1925 Şeyh Said, 1930 Ağrı, 1930 Zilan ve 1937-38 Dersim katliamları, Kürt halkının ulusal haklarını talep etmesine karşı devletin sert tepkisini gösterdi. Yakın tarihte ise Enfal (1986), Halepçe (1988), Roboski (2011), Hendek (2015), Afrin (2018) ve Serêkanîyê (2019) gibi katliamlar ve askeri operasyonlar, Kürtlerin varoluş mücadelesini devam ettirdiğini ortaya koymaktadır.

Irak’ta Kürtler, 1960’lardan itibaren Molla Mustafa Barzani liderliğinde silahlı mücadele yürüttü. 1991’de Körfez Savaşı sonrası kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), 2005’te Irak Anayasası’na resmen dahil edildi ve Kürtler federal bir yapı içinde özerklik kazandı. Ancak 2017’de yapılan bağımsızlık referandumu, bölgesel ve uluslararası aktörlerin sert tepkisiyle karşılaştı.

Suriye’de Kürtler, 2011 sonrası Rojava’da Demokratik Özerklik Projesi’ni hayata geçirerek federatif bir sistem kurdu. ABD’nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri (SDG), sahada önemli kazanımlar elde etti. Ancak Türkiye’nin 2016’dan itibaren Suriye’ye yönelik askeri operasyonları, bu yapının geleceğini belirsiz hale getirdi.

İran’da Kürtler, özellikle 1946’da Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni kurarak bağımsızlık girişiminde bulundu, ancak bu yapı kısa sürede İran tarafından bastırıldı. İran, Kürt muhalefetini sistematik baskılarla etkisizleştirme politikasını sürdürüyor.

Uluslararası Hukuk ve Kürtlerin Geleceği

Uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı genellikle sömürgecilik karşıtı mücadeleler bağlamında kabul edilmiştir. Kürtler ise klasik anlamda bir sömürge yönetimi altında olmadıkları için bu prensibin uygulanması konusunda zorluklarla karşılaşmaktadır. Ancak Kosova’nın bağımsızlığına dair 2010 tarihli Uluslararası Adalet Divanı kararı, bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka aykırı olmadığını göstermiştir.

Güney Sudan’ın 2011’de bağımsızlık kazanması da, uzun süren iç savaşlar ve uluslararası baskı sonucunda gerçekleşmiştir. Ancak Kürtlerin durumu, dört farklı devletin egemenliği altında olmaları, bölgesel dengeler, enerji kaynakları ve büyük güçlerin stratejik çıkarları nedeniyle daha karmaşıktır.

Bölgesel ve Küresel Aktörlerin Tutumu

Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürtlerin ulusal taleplerine ulusal güvenlik perspektifiyle yaklaşmaktadır. Türkiye, PKK ve YPG gibi yapıları tehdit olarak görüp askeri operasyonlarla bastırmayı tercih ederken, İran da benzer şekilde PAK ve KDP-İ gibi grupları sınırlandırmaktadır.

ABD, Irak Kürdistanı’na belirli ölçüde destek verse de, bağımsızlık konusunda net bir tutum sergilememektedir. Suriye’de ise YPG ile iş birliği yaparak Kürtleri bölgesel bir aktör haline getirmiştir. Rusya ise Kürtlerle dönemsel ittifaklar kurmuş, ancak Türkiye ve İran ile ilişkilerini riske atmamak için tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Ancak bu dinamiklerin tamamını dış aktörlere bağlamak eksik olur; Kürt hareketleri arasındaki iç dinamiklerin rolü de inkar edilemez.

Kürtlerin Ulus-Devlet Kurmasının Önündeki Engeller

Bölünmüşlük ve iç rekabet: Kürt siyasal hareketleri arasında ideolojik ve stratejik farklılıklar birlik oluşturmayı zorlaştırmaktadır.

Devletlerin baskıcı politikaları: Türkiye, İran, Irak ve Suriye, Kürtlerin ulusal haklarını tanımaktan kaçınmakta ve bunu askeri baskılarla bastırmaya çalışmaktadır.

Uluslararası desteğin sınırlılığı: Kürtler, büyük güçlerin çıkarlarına tam olarak uyum sağlamadıkları için geniş çaplı bir destek görememektedir.

Ekonomik ve askeri yetersizlik: Ulus-devletleşme süreci, ekonomik altyapı ve askeri kapasite gerektirir. Ancak bu, bir sonuçtur; Kürtlerin devletleşememesi bu yetersizliklerin sebebi değil, sonucudur.


Sonuç: Ulus-Devlet mi, Alternatif Modeller mi?

Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı uluslararası hukukta teorik olarak tanınsa da, bölgesel ve küresel güç dengeleri nedeniyle pratikte karşılık bulması oldukça zordur. Birleşik ve bağımsız bir Kürdistan fikri büyük tartışmalara yol açarken, federal veya konfederal modeller daha gerçekçi seçenekler olarak öne çıkmaktadır. Irak Kürdistanı ve Rojava’daki deneyimler, Kürtler için ulus-devlet dışında da siyasi yapıların mümkün olduğunu göstermektedir. Diplomatik girişimlerin artırılması ve bölgesel müzakerelerin teşvik edilmesi, Kürt meselesinin barışçıl bir çözüme ulaşması için kritik öneme sahiptir.

Önceki ve Sonraki Yazılar