Ortadoğu’daki Gelişmeler ve Kürd Ulusal Hareketi Üzerine

Ortadoğu’daki Gelişmeler ve Kürd Ulusal Hareketi Üzerine

Ortadoğu’daki gelişmeleri ve yaşanan savaşları güncel gelişmelerden ziyade, içinden geçtiğimiz süreçte dünya ve Ortadoğu düzleminde ortaya çıkan krizlerin perspektifinden okumak ve yorumlamak gerekmektedir.

A+A-

 Mehmet Emin Aslan

Dünyanın Yaşadığı Krizler

İçinden geçtiğimiz süreçte dünya dört farklı krizi birlikte yaşamaktadır.  Bunlar; 1-ekonomik ve siyasi kriz, 2- dünya genelindeki siyasi ve ekonomik işleyişin neoliberalizmden neomerkantilizme doğru evrilmesi, 3- dünyanın başını ABD ve Çin’in çektiği iki kutuplu dünyaya dönüşme evresine girmesi ve bu kutupların dünyayı yeniden paylaşma mücadelesine girmeleri, 4. 1960’larda Batı dünyasının ortak kabulüne dönüşen pozitivist siyasal gelişme paradigmasının ve Birleşmiş Milletler ‘in “ülkenin toprak bütünlüğü” ilkesinin iflasıdır. Yani az gelişmiş ve gelişmekte olan devletlerin coğrafyalarının bütünlüğü ilkesinin ve siyasi istikrarın öncelliği görüşünün çöküşüdür. İlk üç maddede bahsedilen krizler geçmiş dönemlerde de yaşanmış ve deneyimlenmiştir. Dördüncü maddede söz konusu olan kriz ise, Kırım, Karabağ’ ın ilhakı, Afganistan ve benzeri olgularda olduğu gibi ilk olarak yaşanmaktadır. Bu belirtilen tüm krizler iç içe geçmiştir ve her biri diğerlerinin sonucunu etkileme potansiyeline sahiptir. Bu krizler ve bu krizlerden kaynaklanan dünyanın kaotik durumunu Kovara Bir dergisinde Ulusal-Demokratik Program ve Federal Konsensüs Demokrasi Üzerine”  başlığı altında ve dört bölümden oluşan yazımda açıklamaya çalışmıştım.

Günümüzde küresel siyasi ve ekonomik meseleler daha fazla çatışma ve bölünmeye doğru ilerliyor. Bunun bir nedeni ABD ile Çin arasında küresel hegemonik mücadeleler olup ve bundan kaynaklanan gerilim her geçen gün keskinleşmektedir.  Diğer bir nedeni de, ABD ile Çin arasında küresel hegemonik mücadelelerin etkisiyle neo-liberalizmle yönetilen küresel güçler de dâhil olmak üzere devletlerin siyasi ve ekonomik uygulamaları, neo-merkantilizme doğru kaymaktadır.  Neo-merkantilizmin özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: ekonomik siyaseti korumacı; dış siyaseti yayılmacı;  iç siyaseti ise güçlü bir ulus- devlet oluşturmadır.   Günümüzdeki siyasal-toplumsal gelişmelerin yönünü belirleyen bu neo-merkantilist politikalardır. Çünkü neo-liberalizm, siyasal ve ekonomik olarak tıkanmış ve kriz içine girmiştir.  Siyasi ve ekonomik güçler siyasi ve ekonomik krizlerini çözemeyen ve tıkanan neo-liberalizm yerine neo- merkantilizmi ikame etme gayreti içine girmiştir. Siyasal, ekonomik ve sosyal altüst oluşların yaşandığı bu kaotik dönemin önemli bir nedeni de, neo-liberalizmden neo-merkantilizme geçiş süreci ile hem ezilen uluslarda hem de egemen uluslarda yükselen milliyetçi siyasetin çakışmasıdır. Neomerkantilist siyaset ile milliyetçi siyasetin bu tarihsel çakışması Rusya'nın Ukrayna’yı işgale kalkışması, İsrail-Filistin (Hamas) Savaşı, İsrail-Lübnan (Hizbullah) savaşı ve ardından Suriye BAAS rejiminin yıkılması ile birlikte çok daha şiddetli bir hale gelmiştir. Demek ki, günümüzde ulusal ve uluslararası çatışmaları tetikleyen önemli bir neden ulusal ve etnik sorunlardan kaynaklanmakta ve küresel güçler de bu sorunları kendi hegemonik çıkarları açısından yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Yaşanan Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin, İsrail- Lübnan ( Hizbullah) savaşları, Suriye iç savaşı ve Suriye BAAS rejiminin yıkılması bunun örnekleridir. Küresel krizler ve hegemonik mücadeleler, Ortadoğu ulus-devletlerini ve baskı altında olan Kürd, Filistin, Beluç, Azeri gibi ulusların ve etnik kimliklerin geleceği üzerinde kaçınılmaz olarak ciddi etkilere yol açacaktır.

İçinden Geçtiğimiz Süreçte Ortadoğu’daki Gelişmeler

 “7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’yla başlayan İsrail-Filistin Savaşı’nın tüm Ortadoğu’ya yayılma ihtimali bulunmaktadır ve bu yönde işaretler de mevcuttur.  Çünkü İsrail-Filistin Savaşı, farklı bir biçimde Irak, Suriye, Lübnan ve Kızıldeniz’de de yaşanmaktadır.  Artık Ortadoğu, Birinci Dünya Savaşı sonucunda oluşturulan yapay siyasi yapılanmalarla ve yapay sınır çizgileriyle kendini sürdürememektedir.  Çünkü küresel güçler Güneybatı Asya tanımıyla kavramlaştırdıkları alanda hegemonya mücadelesine girmişlerdir. Güneybatı Asya olarak tanımlanan yer Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya, Uzakdoğu ve Pasifik’i içine alır. Hegemonya mücadelesinin kızıştığı Güneybatı Asya’nın stratejik noktası Ortadoğu coğrafyasıdır. Ortadoğu, Asya ile Afrika, Asya ile Avrupa, Akdeniz ile Hint Okyanusunun bağlantı alanıdır. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Akdeniz ve Kafkasya’yı birbirine bağlayan yolun geçtiği alandır. Ortadoğu’da hegemonyasını kuramayan bir küresel gücün Güneybatı Asya’da kendi denetimini kurması mümkün değildir. Ne var ki Ortadoğu Birinci Dünya Savaşından buyana çelişki ve çatışmaların yoğun olduğu bir bölge olmuştur her zaman. Birinci Dünya Savaşının galipleri ve onların yönlendirmesindeki uluslararası örgütü olan Cemiyeti Akvam tarafından kurulan yapay devletlerin (Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Katar, Kuveyt vb.) ve belirlenen yapay sınır çizgilerinin her an değişebilirligi, toplumsal patlamaların potansiyeli ile yüklü olarak orta yerde durmaktadır. Küresel güçlerin Ortadoğu’daki hegemonya savaşının akıbeti, Güneybatı Asya’daki hegemonya savaşının kaderini de belirleyecektir. Ortadoğu’nun başlıca stratejik noktasını Kürdistan ve Irak oluşturmaktadır. Kürdistan ve Irak’ın üzerinde denetimini kurabilen herhangi bir küresel güç, Ortadoğu’da hegemonyasını rahatlıkla kurabilir. Güneybatı Asya’da hegemonyanın yolu Ortadoğu’dan ve Ortadoğu’daki hegemonyanın yolu da Kürdistan ve Irak’tan geçer. Demek ki, Ortadoğu üzerindeki hegemonya mücadelesi, sadece bölgenin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve Ortadoğu’nun Batı Dünyasının kapitalist ilişkilerine açılmasını ve entegrasyonunu sağlamak olarak değil, ayni zamanda bölgenin Güneybatı Asya’nın stratejik noktası olmasından da kaynaklanmaktadır.”[1]

Günümüzde Ortadoğu’da hegemonyasını kurmak ve pekiştirmek için ABD, İngiltere, AB ve İsrail ortak hareket etmektedir. Ancak bu güçlerin amaçları ve çıkarları farklıdır. Bunları kısaca belirtmekte fayda vardır.  ABD için Ortadoğu’nun asıl önemi, Güneybatı Asya’nın stratejik noktası olmasıdır. Soğuk Savaş döneminde askeri üstünlüğü ele geçirme mücadelesinde rakibi Sovyet Rusya idi, bugün de ekonomik üstünlüğü ele geçirme mücadelesinde rakibi Çin’dir. O dönemde Sovyet Rusya’ya karşı uyguladığı politikanın aynısını şimdi Çin’e uygulamaya girişmiştir. Onun için tüm dikkatini Asya ve Pasifik’e çevirmiş ve Çin’e karşı ekonomik, siyasi ve askeri kuşatma harekâtını başlatmıştır. Günümüzde Asya ve Pasifik’te yaşanan siyasi gerilimin nedeni ABD ile Çin arasında süren ekonomik rekabettir. ABD’nin bu rekabete başarılı olmasının yolu da Ortadoğu’yu nüfuz alanına dönüştürmesinden geçer. İşte 1991 ve 2003’te Irak’a müdahale etmesinin nedeni budur. Ancak gelinen yerde ABD’nin Ortadoğu politikası, daha Çin güçlü bir rakip haline dönüşmemişken bile iflas etmiştir. Çünkü ABD’nin Ortadoğu’ya siyasi istikrar getirme modeli Irak’ta denendi ve bu modelin çözüm olmadığı ve olamayacağı artık açığa çıkmıştır. ABD modeli, Ortadoğu’daki ezilen ulusların sorununa, egemenlik sorunu olarak değil, demokratik ve kültürel sorun olarak yaklaşmaktadır. Böylelikle ezilen ulusların sorunu bir ulusal-azınlık sorununa indirgenmekte ve bu da siyasi durumu daha karmaşık ve istikrarsız hale getirmektedir. ABD’nin bu Ortadoğu siyasi projesi, 1991 Körfez Savaşı’ndan beri Güney Kürdistan somutunda açığa çıkmıştır. ABD’nin Kürd ulusal sorunu için çözüm projesi, ulusal siyasal özerklik değil, ulusal kültürel özerkliktir. Güneyli ulusal güçlerin direnmelerine rağmen, ABD’nin Irak’ta oluşturduğu federal devlet; ismi federal devlet cismi ise bir federal devletten ziyade bir bölgeli devlete benzemektedir[2].   Bugün Bağdat Federal Hükümeti ile Kürdistan Federe hükümet arasında yaşanmakta olan gerilimin nedeni, Irak Federal Devleti’nin hukuki ve siyasi bakımından federal devlet modeline uygun olmayışıdır. Üstelik demokrasi ve insan hakları tecrübesine ve zihniyetine sahip olmayan Irak Arap toplumun egemen olduğu Irak Federal Devleti, kuruluşundan bugüne kadar, başta Kürdlere olmak üzere diğer etnik ve dinsel gruplara anayasanın tanıdığı hakları tanımamakta ve baskı politikaları uygulamaktadır. Bu da sürekli siyasi istikrarsızlık, yoksulluk, yolsuzluk politikalarının üretilmesinin yanısıra Irak’ı oluşturan bileşenler arasında çatışmaların ve çatlamaların daha da artmasına ve derinleşmesine sebep olmaktadır.

Oysa federal devlet, sürekli bir birlik sözleşmesiyle ve merkeziyetçi olmama ilkesi üzerine kurulur. Federal devlette, yetkilerin toplandığı tek bir merkez yoktur. Onun için federal ve federe yönetimler, yetkilerini birbirinden değil, anayasadan alırlar. Zaten merkeziyetçi olmama ilkesi, bir devlet içinde, yasa/uygulama ilişkisinin tek bir merkezin yetkisinde olmamasının anlatımıdır. Egemenlik yetkileri, biri federal yönetim, diğerleri de en az iki federe yönetim olmak üzere üç siyasal iktidar merkezi arasında paylaşılır. Başka bir deyişle bir devletin federal olabilmesi için en az iki federe birimin ortak kararı ile oluşturulan federal yönetimden oluşur.  Oysa Irak örneğinde tek bir federe ve tek bir federal yönetim bulunmaktadır. Bundandır ki, Irak Federal Yönetiminin ve kurumlarının ürettiği ve uyguladığı politikalar, federal devletin değil, bir bölgeli devletin politikaları niteliğindedir. Kürdler de sözkonusu politikaları kabullenmediğinden ötürü, Federal Irak kuruluşundan beri siyasi istikrarsızlık içinde debelenmektedir, bu da apaçık gösteriyor ki, ABD’nin bu siyasi model iflas etmiştir.

Şimdi de AB’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin nedenine bakalım. AB ülkeleri enerji bakımından Rusya’ya bağımlı olduklarından, Kırım ilhakı ve Ukrayna olayında ekonomik, siyasi ve askeri manada yeteri kadar reaksiyon gösteremediler. AB ülkelerinin bir an önce enerji bakımından Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtulmak istedikleri açıktır. Örneğin: “Bahtiyar Kerim’in (Rudaw,19. 12. 2015) yazdığına göre, Suudi Arabistan ve Katar, doğal gaz boru hattını Suriye üzerinden Akdeniz’e çekmek istemişse de, Rusya’nın muhalefetinden dolayı,  Esad yönetimi izin vermemiştir. Buna karşın İran’ın doğalgazını Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırma anlaşmasını yapmış, ancak Suriye’de yaşanan iç savaştan dolayı uygulamaya geçirilememiştir.”[3] AB ülkelerinin enerji kaynaklarını karşılama hususunda en iyi alternatif de Ortadoğu ve özellikle Kürdistan enerji kaynakları olup ve bu kaynakları Avrupa’ya taşıyan güvenlikli enerji hatlarına ihtiyacı vardır.  Onun için Rusya-Ukrayna savaşından sonra AB, Ortadoğu’yu yeniden gündemine almış ve bu yüzden ABD’nin Kürdistan politikasını değiştirme doğrultusunda zorlamıştır.  Bu durumda Ortadoğu’nun siyasi istikrarı, birinci derecede AB’nin sorunu olacaktır. Çünkü AB, Ortadoğu’da enerji ile enerji hatlarının güvenliğinin sağlanması ve ticari bloğunu oluşturmak için, Ortadoğu’da siyasi istikrarı istemekte ve hedeflemektedir. Ortadoğu’da siyasi istikrarı sağlamak için Balkanlar’da denediği ve başardığı modeli uygulamaya geçirmek durumundadır. Bu da ulusal soruna egemenlik sorunu olarak ve etnik, dinsel azınlıklar sorununa da demokratik ve kültürel sorun olarak yaklaşmaktadır. Bu model, sadece Balkanlar’da uygulanan ve ortaya çıkan bir model değil, Avrupa’nın tarihsel olarak üzerinde yükseldiği modern-devlet ya da ulus-devlet modelidir.

İsrail’in ise, Ortadoğulu bir devlet olarak, güvenlik sorunu vardır. İsrail, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan (Hizbullah) ve Filistin (Hamas) hattında oluşturduğu Şii Hilali’ni kendisi için bir tehdit unsuru olarak görmekteydi. 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları ’nın İsrail geneline geniş çaplı saldırısı ile birlikte, İsrail-Filistin (Hamas) savaşı başlamıştır. İsrail, beklentilerin aksine bu savaşı Hamas ile sınırlı tutmayıp Lübnan, Suriye ve İran’ı da içine alacak şekilde genişletmiş ve halen sürdürmektedir.  7 Ekim’den bugüne süren savaş sürecinde İran’ın Şii Hilali ortadan kaldırılmış ya da çökertilmiştir.  Suriye, Şii Hilal’in güçleri olarak İran’ın askeri gücü olan Devrim Muhafızları ve örgütlediği milisler ile Hizbullah’ın milisleri ve Rusya’nın hava gücü desteği sayesinde iç savaşını sürdürmekteydi. Bu güçlerden mahrum kalan Suriye BAAS totaliter rejimi, muhalif cihatçı güçlerine önderlik eden (HTŞ) Heyet Tahrir el-Şam’ın saldırılarına dayanamayıp yıkıldı. Daha önceleri İsrail,  Hamas’ın silahlı saldırılarına birkaç kat daha fazla misilleme yaparak karşılık veriyordu. Bu sefer sadece Hamas’a karşı değil, Iran ve İran’ın Ortadoğu’daki tüm uzantılarını etkisiz kılacak ve ortadan kaldıracak türden bir karşılık vermektedir. Israil’in bu sert ve yok edici saldırılarını tetikleyen asil sebep ABD ile rakibi olan Çin’in arasındaki mesafenin kısa sürede kapanabileceği ihtimalini göz önünde tutmasıdır. Ortadoğu’da etkin olan bir Çin’in olması koşullarında, Israil kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme ve gerçekleştirmek istedikleri hedefleri hayata geçirebilmesinin daha zor olacağının farkındadır. 7 Ekim’de Aksa Tufanı Operasyonu’yla başlayan İsrail-Filistin Savaşı’ndan günümüze kadar yaşanan gelişmeler göstermiştir ki, Ortadoğu’nun caydırıcı gücü artık ABD’den ziyade İsrail’dir.

Bu durumda Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerin üç boyutu vardır. Birincisi, Ortadoğu halklarının eşitlik, özgürlük, demokratik hakları genişletme ve ezilen ulus olan toplumların ise egemenliklerini ele geçirme mücadeleleri vardır. İkincisi, otoriter, despotik ve sömürgeci devletlerin kendi konumlarını pekiştirme ve devam ettirme mücadeleleri vardır. Üçüncüsü ise, küresel güçlerin bölge üzerinde nüfuz alanlarını genişletme mücadeleleri vardır ve bu mücadeleler iç içe girmiş ve birbirlerini tetiklemekte ve etkilemektedir. Örneğin Rusya, Suriye’deki iç savaşın sayesinde Tarsus’ta donanma üssü, Lazkiye’nin 20 kilometre güneybatısındaki Himeymim hava üssüne sahip olabilmiştir. Ne var ki, Türkiye’nin sahada her türlü yardımı, İsrail’in Şii Hilal’ini çökertmesi ve İran’ın havadan silah desteğine izin vermemesi, Irak-Suriye sırının ABD tarafından kapatılmasından ötürü Irak Şii güçleri olarak Haşdi Şabi’nin yolunun kesilmesi, Ukrayna’da başı dertte olan Rusya’nın etkin bir biçimde destek veremeyişinden ötürü Suriye BAAS totaliter rejimi yıkılmıştır. Böylece Rusya ve İran cephesi yenilmiştir.  Bu koşullarda Rusya bu üstlerini kaybetmese bile, artık bu üsleri Ortadoğu’da bir denge unsuru olarak kullanamaz duruma gelmiştir.  Rusya’nın, bundan böyle Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinde bir uluslararası güç olarak yer alması zor görünmektedir. Bundan böyle Ortadoğu’da gelişmelere yön veren başat küresel güçler olarak ABD, İngiltere AB ve bölgesel güç olarak da İsrail görülmektedir. Ancak Ortadoğu’da ve özellikle Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki gelişmelerin akıbetini belirleyecek olan faillerden biri de baskı altında olan uluslar, etnik ve dinsel gruplardır.  Dolayısıyla, Kürdistan’daki siyasi akımlar Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelerden ötürü Kuzey, Doğu ve Güneybatı Kürdistan’a yönelik bir ulusal-demokratik programı acilen ortaya koyabilmelidir.   Günümüzde Suriye’nin yeniden yapılanmasının akıbeti; müdahil olan küresel güçlerin, bölgesel devletlerin ve Suriye’nin farklı kültürel kimliklerinin, dinsel gruplarının amaçlarının ve çıkarlarının farklı ve çelişik olduğundan dolayı belli değildir. Bu nedenle dört parçadaki Kürd siyasi özne ve aktörleri, ideolojik bağnazlıklara boğulmadan, Kürd ulusunun ulusal egemenlik amacı doğrultusunda siyasi özne olma ve bu doğrultuda faaliyet yürütmelidir. Uzun bir süreden beri ulusal-azınlık siyasetin başat siyasi özneleri olan PKK ve YNK, Kürd ulusunun ulusal egemenliğini ele geçirme amacı doğrultusunda bir siyasi öznenin ortaya çıkmasını sürekli olarak kösteklemiş ve engellemiştir. Gelinen yerde ulusal-azınlık siyasetin dayanakları olan Irak ve Suriye BAAS rejimleri yıkılmış, İran Molla rejimi yıkılmama uğraşıyla debelleşmekte ve Kemalistlerin de teorik-politik, pratik-politik muhteviyatının sömürgeciliğin yansıra ırkçı olduğunun da, Kürdler nezdinde de açığa çıkmıştır.  Bu gelişmeler ulusal-azınlık siyasi akımların kendilerini ideolojik bağnazlıktan kurtarma koşullarını ve fırsatını yaratmıştır. Onun içindir ki, Kürdistan siyasi akımlarının, hem dünya hem de bölge düzeyinde meşru, etkin bir ulusal, demokratik ve geniş insan haklarını içeren bir ulusal-demokrat program ortaya koyabilmeleri tarihsel görevidir.  Böyle bir programın ortaya çıkabilmesi için Kürdistan siyasi akımları ve aktörleri bu konuda görüşlerini açık bir biçimde ortaya koyabilmeli, konuşabilmeli ve tartışabilmelidir.  Ve ortaya çıkacak olan bir ulusal-demokrat program üzerinde birliğini oluşturarak bir ulusal-demokrat hareketin önü açılmalıdır. Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de yaşanan çatışmalar ve gelişmeler, Güneybatı Kürdistan’ın ya bağımsızlığını ya da bir federe birime dönüşmesini olanaklı duruma getirmiştir. Bununla birlikte Kürdistan parçaları bağımsızlık dışındaki hangi siyasi statü olursa olsun, konjonktürel ve pragmatist olma durumundadır.  Bu Kürdlerden değil, sömürgeci devletlerin ve toplumlarının siyasal zihniyetinden kaynaklanmaktadır.  Bu yazı, hem müstakbel bağımsız bir Kürdistan için hem de herhangi bir parçada oluşacak bir federe birim için, federal konsensüs demokrasi modelini önermektedir. Bu nedenle bu yazı, bağımsız Kürdistan amacından vazgeçmeden ve içinden geçtiğimiz süreçte Kuzey, Doğu ve Güneybatı Kürdistan’ın ulusal-demokratik programı olarak, Bosna-Hersek’te uygulanan federal konsensüs demokrasi modelini önermektedir.  Bu model de federe birimler egemenlik yetkisini eşit olarak paylaşmaktadır.  Bu model, baskı altında olan ulusların egemenlik yetkisi bakımından, bağımsız devlet statüsünden sonra gelen en uygun ve güvenceli olan statüdür. 

Sonuç olarak Ortadoğu Balkanlaşma sürecini yaşamaktadır. Ortadoğu’daki Balkanlaşma süreci, farklı amaç ve çıkarlara sahip olan küresel güçlerin, bölgesel devletlerin ve baskı altında olan ulusların, etnik ve dinsel grupların çatışmalarından dolayı, inişli-çıkışlı bir biçimde ve uzun bir süre devam edecektir. Belli ki bu mücadele 21. inci yüzyılı kapsayacak ve çok kanlı geçecektir. Bu süreçte Kürd ulusal sorununun çözümü; ya ulusal-demokratik siyaset üzerinde örgütlenerek ve çetin bir mücadeleyi göğüsleyerek bir ulus-devlete dönüşecek ya da tehcir ve soykırıma tabi tutulacaktır. Her iki çözüm de Kürd ulusunun tutumunun eseri olacaktır.

                                                                  16.12.2024/ Diyarbekir

 

 

[1] Mehmet Emin Aslan, Irak Federal Mahkemesi Kararları Üzerine 23.02.2024/ Kovara Bir

[2] “Günümüzde bazı üniter devletlerde, etnik, dilsel, dinsel veya tarihsel özellikleri nedeniyle farklılaşan bölgelerin, değişik ölçülerde özerklikten yararlandıkları görülüyor. Bu tür bölgelerin özerk statüleri, İtalya ve İspanya’da anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Birleşik Krallık’ta ise, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın özerklikleri anayasa ile değil, yasalar ve güçlü siyasal gelenekler ile korunmaktadır. “Oktay Uygun, Federal Devlet, XII Levha Y. İstanbul, 2007, s. 122

[3] Mehmet Emin Aslan, Balkanlaşma ile 3. Paylaşım Savaşını İç İçe Yaşayan Ortadoğu’da Kürd Ulusal Hareketi, 25. 12. 2015, Kovara Bir

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.