OSMAN AYDIN: ÖNEMLİ BİR AYDIN: MIGUEL DE UNAMUNO
.
OSMAN AYDIN
Aydın sorunlu toplumlarda savaşçılardan daha fazla risk altındadır. Çoğunlukla ona destek veren bir güç yoktur. O sadece doğruları telafuz etmeyi görev edinmiş tek kişilik bir ordudur.
Aydının üç temel özelliğe sahip olması gerekir. Bir subjektif vicdana, iki bilgiye, üç bu bilgisini topluma aktarma cesaretine.
Bu yazıda İspanya’da Franco’nun Falanjist diktaryosının henüz bütün İspanya’ya sahip olmadığı, ve iş savaşın başlangıcında yaşama veda eden saygın bir Basklı aydından bahsetmek istiyorum: MIGUEL de UNAMUNO (29 Eylül 1864 Bilbao- 31 Aralık 1936 Salamanca)
Felsefe ve edebiyat üzerine eğitim alır ve Bilbao'da felsefe öğretmenliği yapar. 1891 yılında Salamanca Üniversitesi'nde Eski Yunan Dili Kürsüsü'nde profesör olur ve aynı üniversitede üç kez rektörlük görevine getirilir. 1894-1897 yılları arasında İspanya Sosyalist İşçi Partisi'ne (PSOE) üye olur.1931-1933 yılları arasında Temsilciler Meclisi'ne Salamanca'dan Bask bölgesi milletvekili seçilir.
“İnsan, kafasıyla düşünür, kalbiyle duyar ve midesiyle ister” diyen Unamuno, dogmatizme ve faşizme hep karşı çıkar. 1920'de Kral XIII. Alfonso aleyhine bir yayında konuştuğu için tutuklanır. Miguel Primo de Rivera’nın diktatörlüğüne karşı çıktığı için 1924 yılında Kanarya Adaları'na sürgüne gönderilir. 1930 yılında tekrar Salamanca Üniversitesi'ndeki görevine dönen Unamuno, bu kez de diktatör Franco'ya karşı çıktığı için ev hapsine mahkûm edilir ve bu cezasını çekerken kalpten ölür. 14 yabancı dil bilen Unamuno, roman, öykü, şiir, deneme ve oyun türünde birçok eser verir. Sırf bir kitabı orijinal dilinden okumak için Danimarkaca öğrenir.
O insanı şöyle tanımlar: “Her insan, içinde temel yedi erdemi ve karşıtı yedi erdemsizliği barındırır: Kendini beğenmiştir ve alçakgönüllüdür, obur ve kanaatkardır, kösnül ve edeplidir, kıskanç ve iyilikseverdir, cimri ve eli açıktır, tembel ve çalışkandır, öfkeli ve acı çekendir. Ve kendisinden diktatör de köle de, katil de aziz de, Kabil’i de ve Habil’i de yaratır.”
Partide ve üniversitede ideallerini ve düşüncelerini,açıklaması onun görevinden alınmasına, hapse atılmasına ve sürgüne gönderilmesine mal olur ama aydın direngenliğini sürdürmekten geri kalmaz.
Yaşadığı çağı seçemese de o çağın içinde kendisinin seçtiği bir duruş vardır. İki büyük savaş arasındaki zaman kesitinde yürüttüğü kavgasında, güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin, demokrasinin ve Cumhuriyetçi cephede yerini alır. Falanjistlerin katlettiği Frederico Garcia Lorca’nın akıbeti bile onu kavgasından caydırmaz.
1931’de kurulan Cumhuriyete kendini adayan Unamuno, 1936’da başını General Franco’nun çektiği faşist hareket, özgürlükçü demokratik Cumhuriyete baş kaldırınca, üç yıl sürecek olan İç Savaş’ın içinde ve bilim-kültür cephesinin en ön saflarında yer alır.
Onun aydın cesareti ve subjektif vicdanını gösteren bir olay çok önemlidir.
Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nde 12 Ekim 1936 günü kendisinin izni olmaksızın bir “Irk Şenliği’ düzenlenir. Şenliğin onur konukları arasında, ilerde diktatör olacak Caudillo’nun (Franco) karısı Dona Carmen Franco da vardır.
Resmi erkanın ve bindirilmiş falanjist kalabalığın önünde kürsüye çıkan Francocu General Millan-Astray, Cumhuriyetin ilanı ile “İspanya’nın maruz kaldığı büyük iç ve dış tehlikeleri” sayıp döker ve faşizmi öven bir konuşma yapar. Konuşmasını,“Viva la muerta! - Yaşasın ölüm!” sloganı ile bitirir.
Kendi üniversitesinin çatısı altında böylesi bir baskına uğrayan Miguel de Unamuno, söz almaksızın, generalin ardından kürsüye çıkar ve kalabalığın şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:
“Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de suskun ve sessiz kalmayı öğrenmek istemiyorum. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem. Kısa konuşacağım. Süslemesiz ve dolambaçlı cümleler olmaksızın dile geldiğinde gerçek, daha bir gerçektir. Bu çerçevede, biraz önce dinlediğimiz ve şu an aramızda bulunan Genaral Millan-Astray’in konuşmasına, - eğer buna bir söylev denebilirse- birkaç şey eklemek istiyorum.
Basklara ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime yönelik olanları bir yana koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık dinledim: ‘Yaşasın ölüm!’ Ben ki, ömrümü, anlamını kavrayamayanların tüylerini diken diken eden paradoksları yola koyup aşmaya çalışmakla geçirdim; uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için tiksindirici olduğunu söylemeliyim. General Millan-Astray bir maluldür. Bunu, kaba bir art düşünce olmaksızın vurgulayalım. Kendisi gerçek bir harp malulüdür. Cervantes de bir harp malulü idi. Bugün İspanya’da, ne yazık ki, çok fazla sakat kimse vardır. Eğer Tanrı bize yardımcı olmaz ise yakın bir gelecekte, maalesef daha pek çok sakat insanımız olacak. General Millan-Astray’in bir kitle psikolojisinin temellerini atmakta olduğu düşüncesi, bana acı veriyor. Cervantes’in ruh büyüklüğüne sahip olmayan bir malul, bu kompleksinden kurtulup rahatlamayı, genellikle başkalarının da sakat kalmasını sağlamakta arar.
Yenmek ikna etmek demek değildir; aslolan önce ikna etmektir; oysa duyguya ve tutkuya yeterince yer vermeyen kin, hiçbir zaman ikna edemez. Siz yeneceksiniz, çünkü siz, gerekli olandan daha fazla kaba kuvvete sahipsiniz. Ama kandıramayacak, inandıramayacaksınız. Zira, inandırabilmeniz için, ikna edebilmeniz gerekli. Oysa ikna etmek için, size, sizde bulunmayan iki şey gerekir: Akıl ve mücadelede haklılık. Sizi İspanya’yı düşünmeye çağırmanın, İspanya için tasalanmanızı beklemenin bir yararı olmadığını, bunun beyhude bir çaba olduğunu biliyorum. Bu kadar!”
Aydın budur.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.