Pençe-Kılıç’tan Dersim’de ‘Hayat’a
.
Nevzat Onaran
Bugüne kadar ne harekât isimleri duyduk. 12 Eylül’deki harekâtın adı: ‘Bayrak’tı. Birkaçını da ben hatırlatayım. ’38 Dersim harekâtının adını duydunuz mu? 2000’de cezaevlerine yapılan operasyonun adını hatırlar mısınız? Dersim’deki ‘Hayat’tı… Cezaevleri operasyonu da ‘Hayata Dönüş’tü… Bunlar, öylesine şıp diye bulunacak isimler değil. Acaba birim çalışanları “oldu” deyip, çak yapıyorlar mıdır? Veya üstleri “iyi olmuş, bir maaş ikramiye” demiş midir?
Kurtla kuzu hikayesini biliriz. Kurt: “Suyumu bulandırma.” Kuzu: “Su yukarı akmıyor ki.” Kuzu yemdir… “Suyumu bulandırma.” Öylesine söylenen bahanedir. İstanbul-İstiklal Caddesi’nde bomba patlatıldı, ifadeler ortada. Resmi matbuata göre 2000 kilometre ötede onlarca yer vuruldu, onlarca insan öldü. Harekâtın adı: Pençe-Kılıç. Öncesi de Pençe-Kilit’ti. Ve içeride MHP’ye gösterilen yakın alaka da “bizden olan kurtarılır” beyanıydı. Şırnak valiliği İstiklal bombacısıyla, MHP Güçlükonak İlçe Başkanı Mehmet Emin İlhan arasında telefon görüşmesi için açıklama yaptı. Emin olun ki bu kişi MHP’li değil de HDP’li olsaydı neler yapılacaktı neler?
AKP tellalları da karadan harekât için “bugün, yarın” diye papatya falına bakıyor. Bugüne kadar ne harekât isimleri duyduk. 12 Eylül’deki harekâtın adı: ‘Bayrak’tı. Birkaçını da ben hatırlatayım. ’38 Dersim harekâtının adını duydunuz mu? 2000’de cezaevlerine yapılan operasyonun adını hatırlar mısınız? Dersim’deki ‘Hayat’tı… Cezaevleri operasyonu da ‘Hayata Dönüş’tü…
Ölümle hayat arasında böylesine ilişki nasıl kurulabilir? Yakın dönemin vakası, cezaevleri operasyonu. 19 Aralık 2000’de sabaha karşı 20 cezaevinde operasyon yapıldı. On bine yakın güvenlik görevlisiyle yüksek enerjili silah ve askeri malzemenin kullanıldığı operasyonda ikisi asker 32 kişi yaşamını yitirdi. Nasıl ‘Hayata dönüş’tü, bu?
Harekât veya operasyon adı belirlemekle görevli sivil ya da askeri bürokrasinin ilgili birimi yoktur diyemeyiz. Bunlar, öylesine şıp diye bulunacak isimler değil. Acaba birim çalışanları “oldu” deyip, çak yapıyorlar mıdır? Veya üstleri “iyi olmuş, bir maaş ikramiye” demiş midir?
Sadece 2000 kilometre ötesi değil, 9-10 bin kilometre ötesi de hedef değil miydi? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun beyanına göre Amerika da bombalanacak mı? Yoksa es mi geçilecek? Bakan Soylu’nun yardımcısı İsmail Çıtak’ın Kobani, Münbiç ve Kamışlı coğrafi kokteyli, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2015’te 10 Ekim Gar Katliamı’ndaki ‘kokteyl terörünü’ hatırlattı. Olsun, bahanesi bulundu gerisi teferruat… Hatta İstiklal’de ölen 3-4 yaşındaki çocukla seçim sandığı arasında ilişki kurmak da unutulmamıştı.
Aynı günlerin bir karesi de AKP iktidarının ve liderinin dilinde yılların “Katil Sisi”sinin birden dost olmasıydı. Bu kaçıncı çark… Peki yılların hesabı verilecek mi? Özeleştiri yapılacak mı? Nefret dili kusanlar, utanacak mı? Ne münasebet, “dün dündür, bugün bugündür” deyip gülecekler. Sahibinin sesi kalemşörler de bildiğiniz gibi yine siperde gösterilen hedefe atışta.
Anlıyoruz ki, Putin ayarıyla “Katil Esed” de yine “Kardeşim Esad” olacak! Hadi iyi ayarlar.
DERSİM’İN ŞİFRESİ
On binlerce Dersimlinin öldürüldüğü ve sürüldüğü askerî harekâtın adı da şifresi de Hayat’tı. Devlete göre Hayat, Dersimliye göre terteleydi, soykırımdı.
Başbakan İnönü’nün Dersim’deki harekâta “sel seferleri” dediği de iddia edilir. 14 Haziran 1937’de Başbakan İnönü hükümet Dersim’e “tamamile teessüs etmiştir” dediği açıklamasında, geçmişte hükümetin, muhalefet olan mıntıkada ciddi harekât yaptığını ve buna “sel seferleri” dendiğini hatırlatarak, Dersim’de “ıslahat programına” devam edildiğini ve sadece harekâtla kalınmadığını söyledi. Bu beyan dikkate alınarak, Dersim’deki harekâta “sel seferleri” demek doğru değildir. Çünkü İnönü, geçmişte de yapıldığı gibi Dersim’de “sel seferleri” denilen harekâtla kalınmayacağını ifade etmiştir.
1938 yılının Mayıs-Eylül döneminde onlarca hatta yüzlerce Dersimlinin öldürüldüğü veya sürüldüğü yazılan pek çok şifre ve rapor ‘Hayat’ notuyla gönderildi. ‘Hayat Şifre’ de ‘Hayat harekât’ da yazıldı.
4. Umumi Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan ile Erzincan Valisi F. Özen’in şifresinde ve 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Kâzım Orbay’ın 1938 Ağustos ve Eylül’de sabah akşam Başbakana gönderdiği raporda başa yazılıp unutulmayan ‘Hayat’tı. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da Müfettiş Alpdoğan’ın “Hayat işaretiyle alınan” şifresini özetle Başbakana bildirmişti.
3. Ordu Müfettişi’nin telgraf metninin başında “Hayat Harekât, Başvekâlete Ankara” ya da “Hayat, Başvekil Celâl Bayar’a” veya “Başvekâlete Hayat” veyahut “Harekât Hayat, Başvekâlete” denilerek, raporun Dersim’e ait olduğu belirtilmiş veya Dersim’in bir parolası olarak eklenmiştir.[1]
Nitekim 3. Ordu Müfettişi Kâzım Orbay’ın Başbakan Celâl Bayar’a gönderdiği 19 sayılı raporda “Harekât, Hayat” ve 20 sayılı raporda “Harekât” yazılmıştır.[2] Raporlarda 72 ve 733 haydudun imha edildiği, 150’si çocuk olmak üzere 281 kişinin sürgün için Elazığ’a gönderildiği ve köylerin yakıldığı bildirildi.
Şifresi Hayat harekâtta, harp hükümleri geçerliydi. Bu, Dersim’de neyin amaçlandığının yalın ifadesiydi. 1938’deki harekâtın hazırlığına Haziran’da başlandı. 4. Umumi Müfettiş Alpdoğan’ın 1 Haziran 1938 tarihli şifresinde vurguladığı üzere, 9 Haziran’da iki legal kararnameyle harekâtta harp hükümlerinin geçerli olacağı kararlaştırıldı. İki ay sonra da 6 Ağustos’ta illegal kararnameyle harp planı belirlendi. Dört gün sonra da 7’nci, 8’inci ve 9’uncu kolordu birlikleri harekete geçti.
Gerek 20 Eylül 1938’de 4. Umumi Müfettişi Alpdoğan’ın Başbakana gönderdiği yazısında gerekse Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nuri Yamut’un 20 Mart 1953 tarihli raporunda, “Dersim’de harp hükümlerinin geçerli olduğu” harekâtın yapıldığı ifade edilmiştir.[3]
Sonuç olarak Dersim’de şifresi ve adı ‘Hayat’ olan harekâtta on binlerce Dersimli öldürüldü ve sürüldü.
ABDÜLHAMİD’DEN BUGÜNE
Tanzimat’tan bugüne değişmeyen temel iki talebimiz: “Eşit vatandaşlık” ve “can ve mal güvenliği”dir. İkisi de hukuken ve fiilen sağlanmadı. Resmen ‘Türk’ün millet adı olmayıp, Türk, Kürt, Çerkes vesairenin kaynaşmış bir topluluk adı olduğu iddia edilse ve TC vatandaşı olan herkese ‘Türk’ dense de kuşaklardır ne yaşamadığımız ortadadır. Türk’ten kastın ne olduğu, resmen 1934’teki İskân Kanunu’na, Türk ırkından ve ana dili Türkçe olan olmayan (madde 7, 11, 12 ve 13) ayrımıyla yazıldı. Bunun pratiği olarak Osmanlı’nın 18 ve Cumhuriyet’in 15 Dersim raporunda hedef alınan Dersimlinin kimliğiydi.
Daha dün 2015’te devrilen masanın konusu Kürt meselesiydi.
“Eşit vatandaşlık” olmadığının bir örneğini daha yeni yaşadık. Alevi-Kızılbaş kurumları asırlardır kimliğini ifade etmiş ve “eşitlik” talebinde bulunmuştur. “Sünni İslam nasıl bir dinse, Alevi-Kızılbaşlık da bir dindir” denmiştir ve “eşitlik” istenmiştir. Laiklik gereği devletin tüm dine eşit mesafede olması talebi de unutulmamıştır. Bunlar göz ardı edilmiş ve bir torba kanununda birkaç maddelik ‘düzenleme’ yapılmıştır. Bununla İmar Kanunu, Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu, Belediye Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanunlarına bir bent veya fıkra ya da ibare yahut madde eklenmiştir. Kanun öncesinde de kararnameyle Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulmuştu. Peki AKP rejiminin bu yaptığıyla talep edilen “eşit vatandaşlık” sağlandı mı? Asla.
İki asır önce II. Mahmud, yeniçeri kırımı yaptığı 1826’da Bektaşi kurumlarını darmadağın edip, el koyup, Hacı Bektaş Dergahı’na da Nakşi Şeyhi atamıştı. Bu, resmen Saray’ın Sünnileştirme operasyonuydu. Bugün de yapılanın amacı aynıdır. Cemevleri, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlanarak devletleştirilmekte, sanki bilmem neresinin halk oyunu derneği gibi dikkate alınmaktadır. Hedeflenen Alevi-Kızılbaşların asimilasyonunun hızlandırılmasıdır, “eşit vatandaşlık” değildir.
Eşitsizliğin kaynağı, Sünni İslam egemenliği ve Sünni İslamlaştırmadır. Sünni İslamlaştırma, Osmanlı’dan bugüne değişmeyen yapısal politikadır. Abdülhamid’in mirasını İttihatçılar ve Kemalistler devraldı. Bugün de aynen yürürlüktedir. Abdülhamid’den Atatürk’e ve Erdoğan’a… Aynı politik hat. Lütfen kaba analiz demeyiniz. Bu, Türk ve Sünni İslam olmayanın tasfiyesinin politiğidir… Tasfiyenin en acımasızını Hıristiyan milletler yaşadı, yaşıyor.
Eşit vatandaşlığın reddinde, Abdülhamid’den Erdoğan’a milim sapma olmadı.
Tanzimat’la “eşit vatandaşlığa” açılan kapı, 1878 Abdülhamid istibdadıyla kapatıldı, Hıristiyan Ermeni milletinin üzerine Hamidiye Alayları sürüldü. İslamcılık, 19’uncu yüzyılın sonunda devletin yeniden yapılanmasının ideolojisiydi. İttihatçılar İslamcılığı, Türkçülükle harmanladı ve bugünün ideolojik temeli atıldı.
1908’de “eşit vatandaşlığa” yeniden kapı açılır gibi oldu, fakat 1913 Ocak’taki İttihatçı darbeyle kapatıldı. Ve İttihat ve Terakki’nin Ekim 1913’teki kongresinde programının 1’inci maddesinde adem-i merkeziyet prensibi reddedildi.[4] Bu, çok milletli Osmanlı’yı, Türk-Sünni İslam’a göre “eşit vatandaşlığı reddiyenin” maddesiydi. İttihatçılar, merkeziyetçi yapıyı güçlendirmeyi bu maddeyle sınırlı tutmayıp, anayasada da ilgili değişikliği yaptı. Meclis-i Mebusan’ın feshini neredeyse olanaksız kılan engelleri kaldırdı ve sultana fesih yetkisini yeniden tanıdı[5] ve böylece 1908 öncesine dönüldü. Bununla kalınmadı İttihatçılar zamanla “Türkçü ve devletçi” olduğunu da programına yazdı.[6] Bunlar netleşen İttihatçı hattı. Bu anlamda 29 Ekim 1923, Ocak 1913’ün devamıydı ve Kemalizm de İttihatçı rotanın 1920’lerdeki adıydı. Bugün rotanın icracısıysa Erdoğan’dır.
Çok kimlikli Osmanlı’nın son çeyreğinde ve Cumhuriyet’te “eşit vatandaşlığın reddiyle” bugüne gelindi. Maalesef ‘Hayat’tan Pençe-Kilit’e ve Pençe-Kılıç’a nice harekâtlar yapıldı. Bu gidişle yarın yapılmayacak demek mümkün değildir.
NOTLAR
[1] 4. Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan’ın “Hayat Şifre” yazan iki şifresi (19.6.938 tarihli, BCA-F: 030.10/K: 111, D: 746, S: 17; 22.5.1939/Hususi Kalem Özel No: 1856, Hasan Saltık Arşivi); Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın (12.5.1938 tarihli) yazısı, BCA-F: 030.10/K: 111, D: 746, S: 9, s. 4; Erzincan Valisi F. Özen’in (30.6.1938) şifresi, BCA-F: 030.10/K: 111, D: 747, S: 22. Bazı şifrelerin BCA kaydı, F: 030.10/K: 111, D: 749, S: 1 ve F: 030.10/K: 111, D: 749, S: 3-11 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 6 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 14 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 17 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 21-30 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 32-33 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 35-36 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 38-39 ve F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 41-43.
[2] 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Kâzım Orbay’ın Başbakana gönderdiği 17 ile 18 Ağustos 1938 tarihli ve 19 ile 20 sayılı rapor, BCA-F: 030.10/K: 111, D: 750, S: 3 ve 4.
[3] BCA-F: 030.10/K: 111, D: 751, S: 1; BCA-F: 030.10/K: 112, D: 755, S: 18, s. 3-5, 13-18.
[4] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt: 1, İletişim Yayınları, İstanbul-1998, s. 62, 140, 145; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt: 3, İletişim Yayınları, İstanbul-2000, s. 293.
[5] Tarık Zafer Tunaya, cilt: 3, s. 294; Cem Eroğul makalesi, 100. Yılında Jön Türk Devrimi, Sina Akşin, Sarp Balcı, Barış Ünlü, T. İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2010, s. 85-139.
[6] Tarık Zafer Tunaya’nın 1916 yılı kongre raporundan çıkardığı sonuç: İttihat ve Terakki, Osmanlıcı (İttihad-ı Anasırcı) olmaktan çıkıp, “Türkçü (milliyetçi) ve devletçi” bir kimliği benimsemiştir (Tarık Zafer Tunaya, age, cilt: 1 ve 3, s. 62-63, 153 ve 295).
Kaynak: Gazete Duvar
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.