Prof. Dr. Bilmez: Mesele e-reçete gibi bir konunun çok ötesinde

Prof. Dr. Bilmez: Mesele e-reçete gibi bir konunun çok ötesinde

.

A+A-

Prof. Dr. Bilmez, e-reçete'de Türkiye dillerinin bulunmamasını yorumladı: "Asıl mesele, e-reçete gibi bir konunun ötesinde, sağlık, hukuk ve eğitim başta olmak üzere birçok kamu hizmetine bu ülke vatandaşlarının kendi anadillerinde erişiminin olmamasıdır."

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, geçtiğimiz hafta sonu sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda e-reçetem sistemine İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Fransızca dillerini eklendiğini açıkladı.

Sistem her ne kadar hekimler ile eczacılar arasında iletişim amaçlı olup, doğrudan yurttaşları etkilemese de, Kürtçe başta olmak üzere Türkiye'de yaşayan diğer dillere yer verilmemesi tepkilere neden oldu.

Söz konusu uygulamayla birlikte anadili tartışması yeniden gündeme geldi. Devletin Türkiye'de konuşulan anadillere karşı yaklaşımını dil alanında çalışmalar yapan Dil Hakları İzleme Belgeleme ve Raporlama Ağı'ndan (DHİBRA) akademisyen Prof. Dr. Bülent Bilmez ile konuştuk.

Prof. Dr. Bilmez, e-reçete'de Türkiye dillerinin bulunmamasını "Söz konusu görece spesifik ve teknik uygulamada Türkiye dillerinin olmaması değil, ama birçok alanda olduğu gibi sağlık hizmetlerinde de bu dillerin kullanılamaması demokratik bir ülke için büyük eksikliktir" diye yorumladı.

"Türkiye dillerinin olmaması büyük eksiklik"

E-reçete sistemine Rusça, Fransızca, İngilizce, Almanca ve Arapça eklendi. Fakat sistemde Türkiye'de konuşulan (Arapça dışında) Kürtçe, Ermenice, Lazca ve diğer birçok dil yok. Dil alanında çalışan bir akademisyen olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Kabul etmek gerekir ki bir kez daha bazı insanların üzüm yemekten çok bağcıyı dövmeye çalıştığı bir vakayla karşı karşıyayız.

Öncelikle konunun, e-reçete yazılması meselesinden ibaret olduğu ve aslında ‘sağlık turizmi’ne yönelik ticari bir hamle olduğu anlaşıyor. Nitekim ilk etapta, (tamamen haklı bir duyarlılıktan dolayı) Türkiye dillerinin listede olmamasına tepki gösterildi, ancak sayın bakanın açıklaması sonrasında, hedef kitlenin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmadığı, yani ‘turistler’ olduğu anlaşıldı.

Nitekim ilk açıklamaya bir tepki de başından beri milliyetçi-ırkçı söylem üzerinden geldi. Arapça üzerinden göçmen karşıtlığı ve diğer diller üzerinden içine kapalı üçüncü dünyacılık anlayışı bence çok kaygı verici.

Diğer yandan, söz konusu görece spesifik ve teknik uygulamada Türkiye dillerinin olmaması değil, ama birçok alanda olduğu gibi sağlık hizmetlerinde de bu dillerin diğer kullanılamaması demokratik bir ülke için büyük eksikliktir.

Türkçü milliyetçi rejimler, partiler ve aktörler söz konusu olduğunda böyle bir yasakçılık beklenilen bir politika, ancak Müslüman veya İslamcı olanlar için bu kendi söylemlerine ve ideolojilerine ters düşmek anlamına geliyor. Kendini iyice Türkçü milliyetçi cendereye kaptıran Müslüman veya İslamcı cenahta yaşananlar, kendileri için acınılacak bir durum ortaya çıkarıyor maalesef.

"Asimilasyon politikalarıyla yüzleşmeliyiz"

*Sağlık gibi önemli bir alanda Türkiye dillerine yer verilmemesi ne anlama geliyor,  sadece ticari mi bakılıyor?

Hayır, tam tersine ticari bakış, dil yasakçılığının ötesinde, kâr merkezli piyasa ilişkileri gereği, talebi karşılamaya yönelik gayri-ideolojik uygulamalara öncelik verirdi. İdeolojik yasakçılık, ticari bakışa darbe vuruyor, olağan piyasa ilişkilerinin önünü kesiyor ve olası ‘müşteri’ kayıplarına yol açıyor olabilir. Türkiye özelinde bağnazlık seviyesinde uygulanan yasakçılık, ticaret gibi diğer birçok alanı olumsuz etkiliyor.

Ancak, diğer yandan, haklısınız: Sayın bakanın duyurduğu çok-dilli uygulamanın arkasında ticari bakış olduğu anlaşılıyor. Sonradan kendisinin açıkladığı gerekçe, asıl amacının ‘daha fazla müşteri’ veya ‘müşteriye daha iyi hizmet’ olduğunu açıkça gösteriyor. Bu da neoliberal politikalar sonucu sağlık hizmetlerinin metaya dönüşmesinden kaynaklanıyor. Eğitim de olduğu gibi, ticarileşmesi açıkça halk için olumsuz sonuçlara yol açan sağlıkta ticarileşme, bu kararın arkasındaki asıl neden olarak görünüyor.

Ancak konu yanlış anlaşılsa da bu vesileyle Türkiye’de (Kürtçe başta olmak üzere) Türkçe-dışı Türkiye dillerinde kamu hizmetlerine erişimin engellenmesinin gündeme gelmesi çok iyi oldu. Bu bağlamda yaşanan önemli hak ihlallerinin gündeme gelmesi için çok önemlidir.

Yani asıl mesele, e-reçete gibi bir konunun ötesinde, sağlık, hukuk ve eğitim başta olmak üzere birçok kamu hizmetine bu ülke vatandaşlarının kendi anadillerinde erişiminin olmamasıdır. Bir yandan, kuruluşunun yüzüncü yılında tekçi asimilasyon politikaları üzerine kurulmuş cumhuriyetin bu yönlerini tartışırken, bu antidemokratik gerçeklikle bugün bir kez daha yüzleşmeliyiz. Diğer yandan, asimilasyonu insanlık suçu ilan etmiş Müslüman bir politik lider ve partisi için ümmet anlayışına ihanet bağlamında mevcut durum, içler acısıdır.

Daha önemlisi, insan hakları ve yurttaşlık hakları bağlamında çok büyük bir yanlış söz konusudur.

"İkinci sınıf' muamelesi yapılıyor"

* Türkiye dillerini görünür kılmamak o dili konuşan halklar için nasıl bir psikoloji yaratıyordur? Yurttaşlarda "ikinci sınıf vatandaşlık" duygusu oluşmasına neden olur mu?

Evet, dilleri yasaklanan, baskılanan, görünmez kılınan veya aşağılanan her dil grubu için sözünü ettiğiniz ‘ikinci sınıf’ duygusu söz konusu olur. Ayrıca bu sadece bir algı değildir; devlet ve çoğunluk tarafından bu dillere ve konuşanlarına pratikte bir tür ‘ikinci sınıf’ muamelesi yapılıyor gerçekten. O duygu, buna gösterilen haklı tepkiden kaynaklanır.

Nitekim, bir süredir Artı Gerçek’teki köşemde işlediğim Osmanlı-Türkiye tipi kast sistemi, tam da bu ‘ikinci sınıf’ veya ‘alt kast’ muamelesiyle ilgilidir: Osmanlı’da devralınan dine/inanca dayalı Osmanlı tipi kast sistemine, Cumhuriyet’le birlikte dil-kültüre dayalı kastlaşma da eklenmiştir. Söz konusu muamele bunun sonucudur ve çoğunluğun ummadığınız aktöründe bunu ummadık bir anda gözlemleyebilirsiniz.

Dil hakları için verilen mücadeleler, aslen bu ayrımcılığı ortadan kaldırma amaçlı eşitlik mücadelesidir, ama aynı zamanda dil gruplarının aydınları/aktivistleri için bu kast sitemine karşı psikolojik olarak iyileştirici mücadeledir.

Asıl mesele, çoğunluğu oluşturan grubun, kendisi dahil toplumun tamamı için zehirleyici etkiye sahip olan üstünlük-aşağılık komplekslerinden kurtulması, eşitlikten/denklikten korkmayarak kast sistemini reddetmesidir. Ancak o zaman çok dilli kamu hizmeti ve kamusal alanın toplumun tamamı için zenginlik, huzur ve mutluluk kaynağı olduğu anlaşılır.

Ruken Tuncel / Bianet

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.