Referandum, Barzani ve Boykot
Bayram Bozyel
Türkiye’nin içler acısı halini anlamak için fazla uzaklara gitmeye gerek yok. Siyasi tartışma seviyesinin her türlü ölçüden yoksun hali bu durumu zaten yeterince ortaya koyuyor. İçine girdiğimiz şu referandum sürecinde ise işler iyice zıvanadan çıkmış durumda.
16 Nisan referandum sürecinin yolunu açan iktidar, bütün bu kaotik durumun sebebi kendisi değilmiş gibi, pakete hayır diyecekleri FETÖ, İŞİD ve PKK’cilikle rahatlıkla suçlayabiliyor. İktidar çevresine bakarsanız, yapılan şey bir referandum değil de ülkeyi dört taraftan kuşatan düşmanlara karşı bir meydan savaşı. Zaten yaptıklarını meşru göstermek adına ikinci bir “kurtuluş savaşı” yürüttüklerini her fırsatta ifade ediyorlar
Peki “hayır” blokunda saf tutan karşı kesimin iktidar cephesinden aşağı kalan bir yanı var mı? Hayır cephesinin başını çeken CHP, ulusalcılar ve cümle Kürt karşıtları ise referandumda “evet” diyecekleri vatan hainliği itham ediyor, işin ucunda ülkenin federasyona gitme tehlikesi olduğunu ileri sürecek kadar isterik bir ruh halini ortaya koyuyorlar.
Gelinen aşamada hem “evet” cephesi hem de “hayır” cephesi, kampanyalarının odağına “beka” sorununu, başka bir ifade ile beka sorununun müsebbibi olarak gördükleri Kürt karşıtlığını koymuş bulunuyorlar.
Peki bu durumda Kürtlerin, referandumdan başka her şeye benzeyen ve Kürt karşıtlığı üzerinden işleyen bir süreci elinin tersiyle itmesi kadar doğal bir tavır olabilir mi?
Mevcut haliyle işlemekte olan referandum sürecinin hizmet ettiği bir tek amaç var, çivisi çıkmış Türk devletini yeniden restore etmek. Türk devletinin kendisini var etmek ve tahkim etmek için başvurduğu en etkili enstrüman ise geçmişte olduğu gibi bugün de “Kürt tehdidi”.
Bu bakımdan, referandumda iki karşıt cephede bulunuyor gibi görünün AKP ve CHP’nin öncülük ettiği her iki ana blok da son tahlilde ve esas olarak aynı amaca, Türklüğü yeniden inşa çabalarına hizmet ediyorlar.
Barzani hangi arada boykotu örgütledi?
Kürt düşmanlığına odaklanan ulusalcı çevreler Barzani’nin Türkiye ziyaretinin üzerine de mal bulmuş mağribi gibi çullandılar.
Bilindiği gibi, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, katıldığı Münih Konferansı esnasında Başbakan Binali Yıldırım ile görüşmüş, bu görüşmelerin devamı niteliğindeki bir buluşma için Türkiye’ye davet edilmişti.
Bu çerçevede Türkiye’ye gelen Mesud Barzani önce (26 Şubat 2017) İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la, ardından da geçtiği Ankara’da Başbakan Binali Yıldırım ile görüştü. Bu ziyarette dikkat çeken bir nokta da Barzani’nin bu ziyarette Kürt tarafından sadece Ahmet Türk ve Sırrı Sakık ile görüşmesi oldu.
Bu ziyaretten hareketle ırkçı ve ulusalcı Türk kesimleri ve onlarla göbek bağı içinde olan PKK kesiminin Barzani’ye saldırısı gecikmedi. Özellikle de Barzani’nin İstanbul Esenboğa ve Ankara Atatürk Hava Alanı’ndaki karşılanmasında Kürdistan bayrağının göndere çekilmesi bu kesimi çileden çıkarttı. Sayın Barzani’ye ve Kürdistan bayrağına yapılmadık hakaret ve çirkeflikler bırakılmadı.
Daha da ötesi Barzani’nin Kürtleri AKP lehine referandumda evet yönünde etkilemek amacıyla hükümet tarafından Türkiye’ye getirildiği iddiasıydı.
Bu iddianın ciddiye alınacak en ufak bir yanı bile yok elbette. Barzani’nin, iki üç günlük ziyareti boyunca ağzından referanduma ilişkin tek bir laf çıkmadı, Kürtleri “evet”e yöneltecek tek bir imada bile bulunmadı. Ayrıca Barzani bu ziyarette A.Türk ve S. Sakık dışında hiçbir Kürt kesimi ile görüşmedi. Öte yandan Mesud Barzani referandumun Türkiye iç siyasetinin bir konusu olduğunu bilecek durumda. Sayın Barzani haklı bir biçimde HDP Genel Başkanı Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istedi ki, büyük bir olasılıkla bu AKP’nin hoşuna gitmemiştir.
Öte yandan AKP, bu referandumda geleceğini Türk milliyetçiliği eksenine oturtmuş, somut olarak da kaderini MHP’nin desteğine bağlamış görünüyor. AKP Kürtlerden bir oy almak için girişilecek herhangi bir hamlenin Türk milliyetçi kesimden iki oy kaybına yol açacağını biliyor. Bunun için de bu dönemde Kürtlerle arasına özenle bir mesafe koyduğu açık.
Ama eğer bu süreçte Kürtlerin az bir kesiminde bile “evet” yönünde bir kayma olmuşsa, bu Barzani sayesinde değil, Barzani ve Kürdistan bayrağına yönelik ulusalcı ve Kemalistlerin ırkçı saldırıları nedeniyle olmuştur.
Üç Kürt partisinin ortak tutumu
Kürt siyasi partilerinden PSK, PAK ve PDK-Bakur 03 Mart 2017 tarihinde, 16 Nisan’da yapılacak referandumu protesto ederek sandığa gitmeyeceklerini açıkladılar. Aynı zamanda sürece ilişkin görüşlerini “Tercihimiz Demokratik ve Federal Bir Anayasadan Yanadır” başlıklı bir bildiri ile kamuoyuyla paylaştılar.
Bu üç partinin aldığı ortak kararı beğenenler olduğu gibi eleştirenler de oldu. Esas ilginç -belki de alışıldık- olan şey, söz konusu üç siyasi partinin aldığı sandığa gitmeme kararının birileri tarafından el çabukluğu ile Barzani’nin Türkiye ziyareti ile bağlantılı gösterilmesi.
Ama dahası var. Gelin birlikte okuyalım.
“Ortadoğu’da yaşanan hiçbir gelişmeyi tesadüf olarak yorumlamak mümkün değil. KDP Başkanı Mesud Barzani’nin Türkiye ziyaretinin ardından aynı anda, Peşmergenin Şengal’deki Ezidi güçlere saldırması, KDP’ye yakın partilerin (PSK, PAK, PDK-Bakur kastediliyor. BB) referandumda AKP’nin istediği biçimde ‘boykot’ kararı alması ve IŞİD ile ÖSO’ya bağlı grupların Rojava’da Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) saldırmaları da elbette tesadüf olamaz.” http://gazetekarinca.com/2017/03/barzaninin-turkiye-temaslari-bir-tasla-kac-kus/
Bu, tahmin edeceğiniz gibi PKK zihniyetinin bildik şablonlarından birisi. Bu kesimin ağzından ulusal birlik lafları düşmez. Her sıkıştıklarında ulusal kongre teranesiyle yeri göğü inletirler. Türkiye’de referandum denilen bir süreçte ortaklaşmak için kılını kıpırdatmazlar. Nerede şekillendiği belli olmayan “hayır” kararını aldıktan sonra Kürt partilerini kendilerine biat etmeye çalışırlar. Buna karşın, üç Kürt partisinin uzun diyalog ve görüşmelerden sonra ortak bir tutumda uzlaşmasını ve bunu “Demokratik ve federal bir anayasa” şiarı eksenine oturtmasını karalamak için her kirli yola başvururlar.
Referandum süreci daha şimdiden hem Türk hem de Kürt siyasetinde ilke, ahlak ve uzlaşı kültürüne ilişkin çok şey götürmüş görünüyor. Seviye hiç olmadığı kadar düştü, daha da düşecek.
Bu referandumdan geriye ise iki şey kalacak gibi.
Birincisi, PSK, PAK ve PDK-Bakur’un siyasal sürecin böylesine kritik bir aşamasında ortak bir tutum almasıdır. Bu ortak tutum, alınan kararın içeriğinden bağımsız olarak Kürt ulusal mücadelesinde birlik kültürü ve pratiği bakımından son derece önemli bir adımdır.
İkincisi, yine birincisi kadar önemli olan şey üç Kürdistan partisinin yeni bir anayasaya ve Kürtlerin geleceğine ilişkin federal çözümü esas alan açık ve net bir proje ile ortaya çıkmalarıdır.
Hem ilk hem de geleceğe aktarılacak olan bu türden adımlardır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.