" Riyad orta ya da uzun vadeli bir stratejik hedef belirlenmiş durumda!"
Ortadoğu Uzmanı Tarihçi, Siyasal Bilimci ve Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Suudi Arabistan'daki gelişmeleri Evrensel Gazetesi'nden Şerif Karataş'a değerlendirdi.
Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ‘Ilımlı İslama döneceğiz’ ifadesinin ardından ülkede baş döndüren gelişmeler yaşanmış, aralarında prens ve bakanlarında olduğu çok sayıda kişi yolsuzluk operasyonları kapsamında göz altına alınmış, Suudi Prens Mnasur bin Mokren Yemen sınırında bir helikopter kazasıyla beraberindeki bir grup üst düzey yetkiliyle hayatını kaybetmişti.
Yemen ile de gerilim yaşayan Suudi Arabistan son olarak dün gece Yemen’in başkenti Sana’ya hava saldırısı düzenlemişti. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Riyad’da istifa etmesiyle Lübnan merkezli yükseltilen İran-Hizbullah hedefli bölgesel gerilim de yükseliyor.
Prens Selman’ın iktidarını kuvvetlendirmek olarak değerlendirilen bu gelişmeleri Evrensel Gazetesi’nden Şerif Karataş’a değerlendiren Ortadoğu Uzmanı Tarihçi, Siyasal Bilimci ve Paris Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan; gelişmelerin Riyad’ın İslamcılıkla arasına net bir hat çizeceğini gösterdiğini ancak, bunun ne mezhep savaşlarının ne de bölgesel hegemonya projelerinin sona erdiği anlamına gelmediğinin altını çizdi. Riyad, Tel Aviv, Kahire ve Washington arasında orta ya da uzun vadeli bir stratejik hedef belirlenmiş olduğunu da vurgulayan Bozarslan'a göre: Sudayrilerin kendi 'evlerini' düzene sokmaları, onları bölgesel düzeyde güçlendiriyor.
‘Türkiye’nin ise manevra sahası dar. Çünkü Kürt düşmanlığı, rejimin temel tutkusu!
Sözkonusu denklemde Türkiye’nin işgal edebileceği pozisyonu da değerlendiren Bozarslan; Türkiye’nin manevra sahasının dar olduğunu, çünkü Kürt düşmanlığının rejimin temel tutkusu olduğunu ve dış siyasetinin temeli olduğunu ifade etti.
Röportajın tamamı:
DARBE SELMAN’IN TAHTA GEÇMESİYLE BAŞLADI
Suudi Arabistan’da Veliaht Prens’in ‘ılımlı İslam’ açıklamasının hemen ardından ülkenin önde gelenlerine yaptığı ‘saray darbesi’ ile 11 prens ve ‘onlarca’ eski ve yeni bakan ile iş adamları gözaltına alındı. Ayrıca bir prens ve üst düzey yetkililerin içinde olduğu helikopter de düştü. Suudi Arabistan’da üst üste yaşanan bu gelişmelere ilişkin yorumunuz nedir?
Sarayı ele geçiren ve krallığı yeniden inşa etmek isteyen Sudayriler açısından Suudi Hanedanı’nın diğer üyelerinin tasfiyesi kaçınılmazdı. Aslında darbe 2015’te Selman’ın tahta geçmesiyle başlamıştı. Son iki yılda hanedanın marjinalleştirilen prensleri açıktan açığa Selman’ın ve oğlunun öldürülmesi için çağrıda bulunuyorlardı. Sudayriler için Memlükleri toptan ortadan kaldıran Mehmed Ali çözümünden başka bir çözüm bulunmamaktaydı.
Gelişmeler aynı zamanda nesilsel kopuşların da dikkate alınması gerektiğini göstermekte. Veliaht Muhamed bin Selman 1985 doğumlu. Hem eğitimini sadece Suudi Arabistan’da yapan ve bu anlamda tümüyle Suudi olan bir şahıs, hem de krallığın ’60’ların 70’lere uzanan geleneklerinden oldukça uzak. Yayılmacı, hegemonyacı bir dünya görüşüne sahip, ama Suudi Arabistan’ın 11 Eylül’ü hazırlayan mirasına sahip çıkılamayacağını da sezebilen birisi. Di Lampedusa’nın meşhur romanında söylediği gibi, her şeyin aynı kalması için her şeyin değişmesinin gerektiğini bilen birisi. Hem rasyonel hem de bir kumar boyutu olan bu oyunda nereye kadar gidebileceğini şimdiden kestirebilmek mümkün değil.
BÖLGESEL HEGEMONYA PROJELERİ SONA ERMEDİ
Aynı gün Lübnan Başbakanı Hariri de, Suudi Arabistan’dan yaptığı açıklama ile İran’ın kendisine suikast yapacağını iddia ederek görevinden istifa etti. Suudi Arabistan’da ‘saray darbesi’yle eş zamanlı olarak; Yemen’den Riyad’a füze atıldığı iddia edildi. Arabistan Lübnan’a Hizbullah ‘nota’sı verdi. Suudi Arabistan iç ve dış politikasındaki önemli gelişmelerin bu kadar paralel gelişmesi neye işaret ediyor?
Suudi kökenli Selefizm ve Vahabilik uzun yıllar boyunca Ortadoğu’da, Orta Asya’da, Uzak Doğu’da, hatta Avrupa’da İslamcılığı besledi. Bu Riyad’ın resmi siyaseti değildi, ama Selefizm ve Vahabizm pratikte “özerkleşebiliyor”, kendi iç dinamikleriyle radikalleşebiliyorlardı. Gelişmeler Riyad’ın İslamcılıkla arasına net bir hat çizeceğini gösteriyor, ama bu ne mezhep savaşlarının ne de bölgesel hegemonya projelerinin sona erdiği anlamına geliyor. Türkiye bu savaşa belirleyici bir aktör olarak katılmak istedi, ama sonunda savaşa giremeden tasfiye edildi. Savaşın oldukça kinik ve acımasız temel aktörleri Ortadoğu’da bir milis siyaseti izleyen İran ve buna ABD ve İsrail’le ittifakın verdiği güçle cevap veren Suudi Arabistan ve BAE. Sudayrilerin kendi “evlerini” düzene sokmaları, yani -eğer bir cinayete kurban gitmeseler- iktidara tam anlamıyla hakim olmaları onları bölgesel düzeyde de oldukça güçlendirmekte. İran’ın Irak’ta, Yemen’de, Suriye’de ve Lübnan’da giderek saldırgan bir siyaset izlemesi ise, bölgesel krizlerin iç iltisak oluşturmada işlevsel bir görev görmesini kolaylaştırmakta.
RİYAD, TEL AVİV VE WASHİNGTON ORTAKLIĞI
Trump’ın 20 Mayıs’ ta Suudi Arabistan’ı ziyaretinden beri, bölgede Suudi Arabistan’ın merkezinde olduğu önemli gelişmeler oluyordu. ABD-Mısır-Suudi Arabistan ekseninde, Türkiye’nin dışında kaldığı arkasında İsrail’in de olduğu bir İran karşıtı cephe oluştu. Bu cephe böyle ilerleyebilir mi? Hedefleri ne ve bunları gerçekleştirme koşulları nedir?
Bu cephe en azından şimdilik böyle ilerleyebilir, hatta güçlenebilir. Türkiye’nin manevra sahası dar. Kürt düşmanlığı rejimin temel tutkusu ve dolayısıyla da dış siyasetinin temeli. Ama Riyad, Tel Aviv, Kahire ve Washington arasında orta ya da uzun vadeli bir stratejik hedef belirlenmiş durumda, bu da İran’ın Arap dünyasındaki askeri varlığını ortadan kaldırmak. Haşdi Şabi, Husiler, Suriye’deki Irak ve Afganistan kökenli Şii milisler ve Lübnan’daki Hizbullah örneklerinin gösterdiği gibi, bu askeri varlık oldukça güçlü ve doğrudan Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’ye bağlı. Bu milislerin nasıl bir direniş gücüne sahip olacaklarını şimdiden kestirebilmek mümkün değil. Ama İran karşıtı cephenin ancak bu hedef gerçekleştirdikten sonra -tabii gerçekleşebilirse- çözülebileceğini düşünebiliriz.
‘TÜRKİYE’NİN DERS ALACAĞINI SANMIYORUM’
Yaşanan gelişmelerin Türkiye’nin iç ve dış siyasetine etkileri açısından nasıl yorumlarsınız?
ABD ile ciddi bir kriz yaşayan, Irak Kürdistanı’nı yıllar boyunca hakaret ettiği Şii milislere teslim eden ve beş yıl boyunca kanlı-bıçaklı olduğu İran’a övgüler düzen, “Strateji aklı”nı Ulusalcılara, MHP’ye ve Yeni Şafak editörlerine teslim etmiş bulunan Türkiye’nin son beş yıllık hezimetlerinden ders alacağını sanmıyorum.
Reforme edilmiş İslam Rusya'yı da tatmin edecek.
Suudİ Arabistan’daki darbeye, bölgedeki ‘IŞİD sonrası’nda bölgenin yeniden dizayn edilme girişimleri ve ‘ılımlı İslam’a geçiş süreci de yeni Ortadoğu projesi olarak da algılanıyor. Buna dair sizin değerlendirmeniz nedir?
Yeni Suudi Arabistan’ın böyle bir projeye sahip olduğu açık. Körfez’in petro dolarlarıyla beslenecek “Ilımlı İslam”, daha doğrusu siyasi alanla tüm bağlarını kopartmış, “reforme” edilmiş bir İslam projesinin ABD’yi, Avrupa’yı, hatta Riyad’la çok iyi ilişkiler içinde olan Rusya’yı tatmin edeceği açık. Ama bunun için her şeyden önce Riyad’ın bölgesel hegemonya savaşını kazanması gerekecek. Kaldı ki, 1970’lerde Arap alemindeki radikalizmlerden beslense de, “radikal” olarak bilinen İslam şu an sadece Arap alemiyle sınırlı değil. IŞİD’in Irak ve Suriye’de hezimete uğratılması, Afganistan-Pakistan ya da Sahel’deki dengeleri değiştirmeye en azından şimdilik yetmemekte.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.