Selim Çürükkaya: Yanlış adrese gitmişim, hayatımı yitirmişim
Beni Süleymaniye’de asayiş binasına götürdüler, korona testi yapacaklarını söyleyerek bir odaya koydular. Gece yarısı geldiler, hiçbir şey sormadan ellerimi arkadan bağladılar.
Ey Kürt halkı,
Ey o halkın aydınları,
Vicdan sahipleri,
Ey yazarlar,
Sanatçılar,
Ey gün görmüş yaşlılar,
Ey acı çekmiş, elleri hünerli kadınlar,
Ey geleceğimizin gençleri!
Sesim size ulaşacak mı? Bilemiyorum... Avazım çıktığı kadar bağıracağım, lütfen beni dinleyin ve anlatacağım öykünün üzerine birazcık olsun düşünün!
Ben 2003 yıllarında, Doğu Kürdistan’da, İran devletinin zulmüne karşı Kürt halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele veren bir Peşmergeydim.
Elim yalınız silah değil, kalem de tutuyordu. Silahımla zulüm ordusunu köylerden püskürtmeye çalışıyor, kalemimle insanlığa, halkıma yapılanları anlatıyordum.
Şansım yaver gitmedi, bir faka düştüm; zalim İran devleti tarafından tutuklandım. Bana yapılan muameleleri size anlatmayacağım. Adalet yoksunu bir mahkemede nasıl yargılandığımdan da söz etmeyeceğim. 17 yıl boyunca ceza çektiğim hücreyi, bilmenizi de istemeyeceğim.
Ben yakalandıktan ve cezaevindeki hücreme konulduktan sonra, Saddam Hüseyin rejimi yıkıldı. Güney Kürdistan Federe Devleti kuruldu ya, o anki sevincimi size anlatacağım.
Sanki dünya benim olmuştu; evrenin ve okyanusların derinliklerinin sahibi sanki bendim. Bana yapılan bütün işkencelerin acılarını unutmuştum. Hapisteydim ama düşlerim Simurg Kuşu gibi beni terk etmiş, Federe Kürdistan’ın üzerinde dolaşıyordu.
Hevler Kalesi’nden özgürlük şarkıları yükseliyor, Halepçe’de Newroz çiçekleri boy veriyordu. Kerkük, Süleymaniye ele ele vermiş halay çekiyordu. Duhok ve Barzan sevinç gösterileriyle oralara katılıyordu.
Bedenim demirlerin mengenesindeydi ama, ruhum bağımsızlığını elde etmiş şehirlerde sevinle çekilen halaylarda raks ediyordu.
Yıllarca kaldım cezaevinde, saçlarıma aklar düştü. Ama umudumu hiçbir zaman kaybetmedim. Bir gün çıkarım, Federe Kürdistan Devleti’ne gider, özgürlüğün ve bağımsızlığın tadını çıkarırım diye düşünürdüm.
O gün geldi...
Hiç hesapta olmayan Korona adlı bir virüs dünyaya yayıldı. İran’da binlerce kişi bu virüsten öldü, ölüm korkusu her tarafı sardı. Hapishanedeki zalimler de can derdine düştü; ben ve arkadaşlarım bu durumdan yararlanarak önce isyan, ardından firar ettik.
Yüzümü Federe Kürdistan’a çevirdim...
Annemin ellerini öpmeye gitmedim. Babamın kabrini ziyaret etmedim. Kardeşlerimin halini sormadım. Beni yıllardır bekleyen sevgilimi görmedim. Tek hayalim Kürdistandı, kıbleme doğru gittim.
Gündüzleri çalıların arasında saklandım, geceleri yerleşim yerlerinden uzak, aç susuz yol aldım.
Bir gecenin karanlığında gizliden İran sınırını tek başıma geçtim. Kürdistan topraklarına ayak basınca yere düz çöktüm, ülkemin toprağını, taşını öptüm. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Çektiğim bütün acıları çok uzak yıldızlara gönderdim. Ayağa kalkıp yürüdüm. Süleymaniye’ye bağlı Pencivin ilçesinin Germen Köyü’ne vardım.
Bu köydeyken Kürdistan Yurtseverler Birliği asayişi beni almaya geldi; çok sevindim.
Ülkem kurtulmuş, hükümeti var, ordusu var, üstelik asayişi arabayla beni almaya gelmişti. Dünyalar benim olmuştu. Yeryüzünün en mutlu insanı yine bendim. Bu duygularla beni almaya gelenlerin araçlarına bindim.
Arabanın arka koltuğuna oturur oturmaz,“Ben Doğu Kürdistanlı Mustafa Selimi’yim, İran’ın Saqqez Cezaevinde 17 yıl yattım. Cezaevinde isyan çıkararak firar ettim” le başlayan hikayemi anlatmaya başladım. 17 yıldır doğru dürüst konuşmamıştım, on yedi yıldır derdimi güvenebileceğim kimselere açamamıştım. Artık özgür ülkeme gelmiştim ya, Mam Celal’ı sordum, kek Mesud’u merak ettim, Kusret Resul’ü, Azad Cindiyani’yi, Berhem Salih’i görmeyi hayal ettim.
Ülkemin hasretini anlatırken öylesine coşmuştum ki, beni dinleyenler adeta heykel kesilmişti. Ben hâlâ beni götürenleri anlamamış, anlatıyordum.
Beni Süleymaniye’de asayiş binasına götürdüler, korona testi yapacaklarını söyleyerek bir odaya koydular. Gece yarısı geldiler, hiçbir şey sormadan ellerimi arkadan bağladılar. O halde beni dışarı çıkardılar, kapıda çalışır vaziyette bekleyen araçlardan birine bindirdiler.
Kimse konuşmuyordu, ben de susmuştum! Ne olmuştu? Bilmiyordum! Yanlış yere mi gelmiştim? Yoksa burası Kürdistan değil miydi? Yoksa yanlışlıkla İran’ın köyüne mi gitmiştim?
Ama köydekiler Soranice konuşuyordu, beni köyden alıp Süleymaniye’ye götürenler de Kürt’tü! Bu sorularla kafam meşgul iken, İran’ın BANE şehri hududundaki Pasdaran güçlerine ait Ramazani Karargahı’na getirildiğimi anladım.
Bir yanlış mı yapmıştım?
Demek ki yanlış yere gitmiştim! Gittiğim köy, Kürdistan’ın köyü değildi! Öykümü baştan sona anlattığım asayişçiler Kürdistan asayişçileri, Süleymaniye Süleymaniye değildi!
Eğer gidip sığındığım yer Kürdistan olsaydı, beni cellatlarımın karargâhına getirirler miydi? Mam Celâl mezarda bile olsaydı, haberi olurdu, gittiğimden.
Kürdistan İstihbaratı duyardı, hükümeti haber alırdı. Demek ki gittiğim yer Kürdistan değildi!!!
Beni götürenler, bindirildiğim arabadan indirdiler, cellatlarıma beni teslim ettiler….
Ve uyduruk bir mahkemede yargılandım, idam edildim.
Son nefesimi verirken hâlâ düşünüyordum, Kürdistan’a mı gitmiştim, yoksa yanlışlıkla İran’ın bir şehrine mi?
Selim Çürükkaya- Basnews
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.