Sertaç Bucak: TÜSİAD'ın barış hamlesi takdire şayan!
Geçtiğimiz hafta TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik'in 'barış sürecine dönülmeli' çıkışını değerlendiren PDK- Bakûr Genel Başkanı Sertaç Bucak, Bilecik'in çıkışını 'cesur, demokrat ve takdire şayan' diye niteledi.
Geçtiğimiz hafta Türkiye Sanayi ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Erol Bilecik, Başbakan Binali Yıldırım'ın da katıldığı TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu'nda açılım sürecine yeniden dönülmesini isteyerek bir dönem hükümeti büyük riskler alarak başlattığı Kürt sorununa dair başlattığı açılımın geçmişteki tüm olumlu olumsuz tecrübeler ışığında yeniden gündeme getirilmesine ihtiyaç olduğunu söylemişti.
OHAL'den de hızla çıkılarak normalleşmeye gidilmesi gerektiğini de dile getiren Bilecik, Kürt sorununun bir vatandaşlık, hukuk ve demokrasi meselesi olduğunun unutturulmaması gerektiğini hatırlatmıştı.
Konuyla ilgili olarak, PDK-B Genel Başkanı Sertaç Bucak'ın Rûpela Nû'ya verdiği değerlendirmeyi paylaşıyoruz.
"TÜSİAD Başkanı Sayın Bilecik’in Kürt açılımının yeniden değerlendirilmesi ve OHAL’den çıkılıp hızla normalleşmeye gidilmesi gerektiği yönündeki örgütünün YİK Toplantısındaki talebi cesur, demokrat ve takdire şayan bir açıklamadır. Uzun zamandır kamuoyunda böylesine bir açıklamayı yapmaya kimse cesaret edemedi, örneğin islami sermayenin ağırlıklı örgütü MÜSİAD bu konuda suskun.
Hükümet adına bu istemi aynı toplantıda yanıtlayan Sayın Başbakan Binali Yıldırım talebi bilinen gerekçeler ile maalesef geri çevirdi.
Çözüm süreci döneminde hata üzerine hata yapan çözümün aktif tarafları Devlet ve PKK bugünkü durumun sorumlularıdırlar.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana devletin Kürt halkına yönelik uygulaya geldiği siyasette “güvenlik boyutu’nun” 2008 yılında rafa kaldırılması (tümden tedavülden çıkarılmayan), toplumsal yaşamın her alanında rahatlamaya yol açtı. 2008 Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKYB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yumuşamaya, siyasi ekonomik alanda önemli gelişmelere tanıklık ettiğimiz dönemin başlangıcı oldu. Barış sürecinin başlaması için Serok Barzanî’nin bundan sonraki dönemde de önemli ikna edici çabaları oldu.
Bir dizi eksikliklerine rağmen yaşadığımız demokratik barışçıl dönem çok şeyi değiştirdi.
2015 seçim arefesinde kızışan ortam ve karşılıklı savrulan tehditler beraberinde çıkmaz sokak olan hendekler dönemini vd. beraberinde getirdi. Bu gelişmeye karşı hazırlıklı olan devlet güçleri durumu sonuna kadar kullanarak rafa kaldırılan bugün tüm boyutları ve yönleri ile gündemde olan devletin Kürt siyasetinin ana omurgasını oluşturan “güvenlik siyasetini” modern araç ve insan kaynaklarını bu ölümcül politika için seferber etti, ediyor.
1923’ten bu yana Kürdistan sorununda “güvenlik” siyasetinin çözüm olmadığını bugünkü yöneticiler de biliyor olmalı.. Bu sorunun çözümü demokratik koşullarda siyasi ve barışçıl olmalıdır. Bugünkü koşullarda bundan uzak olduğumuzu düşünüyorum.
Toplumun siyasal yaşamını, hak ve özgürlükleri bizim coğrafyada ne yazık ki OHAL ve KHK kararları belirliyor. FETÖ’cü darbeye kararlı bir şekilde karşı çıkmıştık. Zira her darbenin mağduru özellikle Kürt halkı olmuştur. Ancak bu kez darbenin bastırılması sonrası olan gelişmelerin de ağır bedelini maalesef yine Kürt halkı ödemektedir. Bundan AK-Parti içinde de soruna eleştirel yaklaşan ve Bağımsızlık Referandumu konusundaki düşmanca tavra varan siyasete sesini yükselten veya sessizce karşı çıkanların da nasibini aldıklarını duyuyoruz.
Zaten toplumun önemli bir bölümünün güven duymadığı yargı (yalnız FETÖ döneminde değil, şimdide) hukuk devleti prensiplerinin yerleşmediği bir mekanizmada keyfi kararlar verebiliyor.
Türkiye Batı dünyasının önemli uluslararası örgütlerinin kurucusu (NATO gibi), AB aday üyesi. Konuştuğum batılı ülkelerin hepsi Türkiye’nin yönetiminin gidişatından kaygılı. Bunu açıkça ifade ediyorlar. Zaten yabancı medyayı izlediğinizde bunu açıkça görebiliyorsunuz. Batı’lı ülkeler müttefiklerini burada olduğu gibi meydanlarda alenen eleştirmez. Basın bu görevi yürütür. Ama Batı Türkiye’den de kolay kolay vazgeçmez. Tedbirlerini alır.
Kürt’ler gelişmeleri izlemeli ve stratejik düşünüp kararlar almalıdır. 2019 seçim yılı bu anlamda büyük önem taşıyor. Süreci parlamento’da ne hükümet nede muhalefet kanadı yönetemiyor. Burada halkımızın rolünü oynayabilmesi için geniş ufuklu düşünüp ulusal birlikteliği oluşturmalıyız. Bunun içinde de milli ve demokrat düşünen herkes yer alabilmelidir. Demokrasi ve siyasal statü mücadelesi her gücü ayrım gözetmeksizin kapsamalıdır."
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.