1 MAYIS 1977 KATLİAMININ HATIRLATTIKLARI

Kamil Sümbül

Her 1 Mayıs günü geldiğinde hafızamı gerilere götürüp, derin derin düşünürüm. 1977 1 Mayıs’ının üzerinden 43 yıl geçti ve ben bu 43 yılı tesadüfen yaşadığımı, ölüme birkaç dakika kala nasıl kurtulabildiğim anı, gözümün önünden geçenleri hâlâ dün gibi hatırlıyorum.

 

1 Mayıs işçi ve emekçilerin bayramı Türkiye’de kitlesel olarak 1976 yılında DİSK öncülüğünde kutlanmaya başlanmıştı. 1976’da Seydişehir Etibank Alüminyum Tesisleri’nde  çalışırken DİSK’e bağlı Maden-İş üyesiydim. İlk kitlesel 1 Mayıs 1976’da İstanbul’da Taksim Meydanı’nda kutlanacağından üç otobüs dolusu işçi arkadaşlarla bir gün önceden İstanbul’a gelmiştik. Sabah erkenden Taksim’e yüzlerce işçi ile gelip kollarımıza DİSK kolluğu da takıp alanın güvenliğini sağlayacaktık. DİSK birçok işçiye sopalar da dağıtmıştı. Gruplar, en önde sendikalar alana girerken bizler de alana girmelerini izlemekteydik. Sendikalardan sonra başta İGD olmak üzere diğer Sol partiler ve kuruluşlar girmiş, en sonda ise Çin yanlısı guruplar gelince bizlere onların alana alınmaması için kolkola bir duvar gibi sıraya girmemiz istenmişti. O dönem Kürt meselesine ilgi duyup yeni çıkan Rızgari dergisinin 1. ve 2. sayısını okumuş ve Özgürlük Yolu dergilerini takip etmekteydim. Çin yanlısı gruplarla itişip kakışma olurken birden; “KURDARA AZADi”, “KAHROLSUN SÖMÜRGECİLİk” ”KAHROLSUN ŞÖVENİZM” sloganlarını bir gurup alanda atınca, duygulanmış ve onlara doğru bakarken töreni yöneten mikrofondan; bunları susturun sözlerini duyunca görevliler sopalarla bunların üzerine yürüyünce şaşırmış, bunların Kürt gruplarından olduğunu anlayınca çevremdekilere; karışmayın, diye bağırmama rağmen sesim duyulmuyor, bana da ters ters bakmışlar, kolumda DİSK kolluğunu görünce karışmamışlardı. Kalbim o sloganları atanlarlaydı ve işçilerin onların üzerine yürütülmelerine kızmış ve beni düşündürmüştü. Akşam otobüslere binip Konya Seydişehir’e dönerken DİSK’in bu Kürt sorunu konusundaki tahammülsüz durumunu düşünmekteydim. Zaten 1975 sonbaharında DİSK’in Eğitim Kampı’nın bulunduğu Gönen’e gidecek listede son anda ismimin çıkarılmasını hazmedememiştim, sebebi de aykırı görüşlerimi Maden-İş yöneticileri ile tartışmamdı. 1 Mayıs’taki Kürt gruplarına karşı olumsuz tavırlarını görünce DİSK ve Maden-İş’ten soğumaya başlamıştım.

 

İkinci bir Mayıs gösterisine ise, 1977’de Ankara’da Mühendislikte okurken RIZGARİ pankartı altında katılmıştım. Yine bir gurup arkadaşla Devrimci Yol grubunun tuttuğu bir otobüsü paylaşarak İstanbul’a sabah varınca, Beşiktaş semtinde toplanılacak yerimize geldik. İstanbul ve diğer yerlerden gelen arkadaşlar da gelince RIZGARİ pankartı arkasında yerimizi aldık. Önümüzde Devrimci Yol grubu kalabalık kitlesiyle vardı ve onların arkasından Taksim’e yürüdük. Sanırım Türkiye’de yapılan en büyük katılımın olduğu bir gösteri 1977 1 Mayıs gösterisiydi. 1 milyona yakın insan; işçisi, memuru, öğrencisi ve meslek kuruluşları ile alana girdiğimizde tıklım tıklım dolu olduğunu gördüm. Büyük bir slogan yarışı arasında birden silahlar ve bombalar patlamaya başladı. Alanda birden panik başlayınca ve silah sesleri de durmak bilmeyince kaçışmalar başlarken bazı grupların üyeleri arasında silah taşıyanlar, silahlarını havaya sıkarken panik daha da artmaktaydı. Bulunduğum yere en yakın olan Kazancı Yokuşu’na doğru koştum. Tam yokuş girişinde bir kamyon park etmiş yolun yarısına yakınını kapatmıştı. Yokuşun girişinde büyük bir yığılma olmuş sıkışmaya başlamıştık. Giderek arkadan gelenler de yüklenince bir an ayaklarımın yerden kesildiğini, önümdeki sıranın üzerine sıkışmış, arkadan gelenlerde beni sıkıştırınca ezilme korkusunu yaşadım. Sıkışmadan nefesimin de daraldığını fark etmiş, en alttakilerin boğuk bağırma sesleri gelirken öndeki bir kaç kişi; geri çekilin, insanlar eziliyor, demesine rağmen insanlar alandan can havliyle kaçarken sıkışma artmaktaydı. Göğüs kafesim gittikçe sıkışıyor nefes almakta zorlanıyordum. Önümdekinin üzerine 70 derecelik bir eğimle dururken öndekilerden biri tabancasını havaya ateşleyip geriye doğru bir gevşeme olunca, hemen öne fırlayıp yerde yatanların üzerine yuvarlanmıştım. Sıkışmadan kurtulup kaçmaya başlarken üzerimde çokça kan lekeleri görünce daha da endişelenmiştim. Yokuş aşağı Karaköy’e doğru var gücümle koşmaktaydım. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Daha alana girdiğimizde başka bir caddeden alana girmek isteyen, Çin ve Arnavutluk yanlısı guruplarla kavga başladığını duymuştuk. Kendi kendime bu saldırı acaba onların işimi, diye soruyor fakat onlar alana daha girmeden alanı çevreleyen binalardan ateş açıldığını görmüş, büyük bir komplo olabileceği daha bana mantıklı gelmişti. Karaköy’e indiğimde üzerimdeki kan lekelerini görenler bana tuhaf bakmaktaydı. Bu arada Çermikli deniz astsubayı olan bir hemşerimle karşılaşınca, beni Eminönü camisi çeşmesine götürüp elimi yüzümü yıkarken sağ elimin avuç içi ve bileğimin kanadığını gördüm. Astsubay hemşerim mendilini de ıslatıp kan lekelerini silmeye çalışırken bir yerimde yara olup olmadığını sormuş; sadece sağ kolum ve elimde acı var, vücudumda bir şey hissetmediğimi söyleyip caket ve gömleğimi çıkarıp vücuduma bakmış, kan lekelerinin sıkışmada yaralı birinden bulaştığı sonuca vardık. Sağ elim; alanda ilk silahlar patladığında yere yatarken kırılmış bir tahta sopasının üstüne basmış ve sivri parçaları elime batmıştı. Cami kenarına yakın bir kahvede oturup hemşerim bana çay ısmarladı ve bir bardak su içince biraz daha şoktan sıyrıldım. Hemşerim Çin yanlısı bir guruptandı ona; acaba sizinkiler mi yaptı sorunca bana: Ben de alana yakın bir yerdeydim bunu devlet güçleri yapmıştır büyük bir ihtimalle, diye söyleyince ona; benimde kanaatim onlar demiştim. Birlikte geldiğimiz arkadaşlar ne oldu acaba, merak etmiş, Yusuf Andiç’i düşünmüştüm. Acaba buluşma yerime gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken kan lekelerinin olduğu elbisemle, yeniden Beşiktaş sahiline yürüyecek hali kendimde göremedim. Hemşerim de; böyle kan lekelerini polis görse seni alırlar, uyarısını da yapınca, Eminönü’nden kalkan ve akrabalarımın oturduğu Küçükköy semtine giden bir otobüse atladım. Akrabalarımın evine vardığımda beni öyle görüp şaşırdıklarında; korkmayın yaralı değilim kan başkasının, deyince rahatlayıp üstümü başımı değiştirdim. Elimden akıp pıhtılaşan kanı temizleyip sargı bezi ile sardılar. Akşam 10 haberleri için televizyonu açtıklarında görüntü korkunçtu. Polis panzerleri alana hızla girip bazılarını ezdiği görüntülerini, silah ve bomba seslerini, insanların panik içinde kaçışlarını görünce donup kalmıştım. Sabah akrabama; beni Topkapı garajına bırakmasını, söyleyince garaja gelip hemen Ankara otobüslerinden birine atlayıp Ankara’ya geldim. Hala olayların şokunu tam atlatamamış, kazancı yokuşundaki sıkışmada nefes alamaz duruma gelip nasıl kurtulduğumun şaşkınlığını taşımaktaydım. Yorgun ve uykusuzluktan o gün de arkadaşları arayamadım, sadece Çermik’teki aileme bir telgraf çekip ben iyiyim mesajını verdim. Ailem kesin İstanbul’a gideceğimi düşüneceklerinden tedirginlik duymasınlar diye telgrafı çekmiştim.

 

Sabahı kalkıp Kızılay’daki KOMAL Yayınevi bürosuna gittim. Beni gören oradaki  arkadaşlar sarılıp; geri dönmeyince merakta kaldık demişlerdi. Yusuf ve diğer arkadaşları sorduğumda; Yusuf’un bir bacağının ezilip kırıldığını, alçıya alınıp evde olduğunu, diğer arkadaşlarında hepsinin döndüğünü söylediklerinde sevindim. Hemen Yusuf’un kaldığı eve gittiğimde beni görünce hem sevindi hem de kızarak fırçaladı. Yusuf Kazancı yokuşunda daha alt sıralarda sıkışıp kaldığını, sonra bir ayağının çok ağrıyınca o halde buluşma yerimize gidip arkadaşlar arasında beni görmeyince bir iki hastaneye gidip sorduğunu, bulamayınca bazı gazetelere kayıp diye ismimi vermiş; Tercüman, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde kayıplar listesinde adım çıkmıştı. Gazete ve televizyondan olayların boyutunu, kimlerin yapabileceğini öğrenmeye çalışıyorduk. Bu mahşeri kalabalık Türk devleti ve egemenlerini korkutunca büyük bir katliam provası yapmışlar ve gelişen devrimci hareketi korkutup önleme girişimiydi.

 

Üçüncü katıldığım 1 Mayıs 1978 mitingi yine İstanbul Taksim meydanında yapılmadan önce DİSK tüm sol gurupları çağırmış ve yeni bir provokasyon olmaması için bazı önlemleri dayatmış, Kürtçe slogan ve pankart taşınmasına izin vermeyeceklerini söylediklerinde toplantıya katılan arkadaş; biz de ağzımıza bant vurup boş pankartlarla katılırız demişti. Bir gün önce yine kiraladığımız bir otobüsle İstanbul’a gidip sabahı Beşiktaş alanına yürüyüp toplanacağımız yere geldik. En başta RIZGARİ pankartı arkasında üç veya dört beyaz pankartlarla alana yürüdük. Alana girdiğimizde geçen yılın olayları acaba tekrar eder mi, birileri yine saldırır mı tedirginliği içindeydik. Mitingi yönetip mikrofonda konuşan ünlü tiyatrocu Genco Erkal, her alana giren gurubu tanıtıyordu. Biz araya girince; Rızgari gurubu geliyor, bir boş pankart, bir tane daha, bir tane daha derken şaşkınlık içindeydi. Sonra; Türkiye işçi sınıfı bu boş pankartların anlamını biliyor, dedi. Kafalarımız tören konuşmaları yapılırken hep alanı çevreleyen binalardaydı, acaba ateş açan olur mu diye. Bu kez olay olmadı, Çin ve Arnavut yanlıları da alanın içine girmek için daha sorumlu davranınca bu kez 1 Mayıs töreni sakin geçmişti. Beyaz pankartlarımız ses getirmiş, bulunduğumuz yere bazı yerli ve yabancı gazeteciler gelmişti. Hatice Yaşar Fransızca bir yabancı gazeteciye açıklamalar yapmıştı. Bu arada alanın ortasında bulunan İGD’li gruplar birden TKP bayraklarını ve İsmail Bilen’in resimlerini açıp ”TKP’ye özgürlük” sloganları atmaları, bizim beyaz pankartların etkisini azaltmış gibi oldu. 1978 1 Mayıs törenleri, aynı zamanda TKP’nin gücünü gösteren bir eylem oldu.

 

19791 Mayısı yasaklanmıştı. Bazı arkadaşlar yine İstanbul’a gitmişler ve korsan kutlama gösterileri yapmışlardı. Ankara’da da İstanbul’da olduğu gibi1 Mayıs törenlerine izin verilmemişti.

 

Her 1 Mayıs geldiğinde 1977`deki büyük katliam ve bu katliamdan nasıl tesadüfen kurtulduğum aklıma gelir, hüzünlenirim.

 

BİJİ 1 GULAN!

 

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız