Haber Merkezi- Türkiye'de Alevi toplumu, LGBT+ bireyler ile KHK'lar ile işlerinden ihraç olanlar hak arama mücadelesi verirken, yargılama sürecinde yaşanan sorunlar da ülke gündeminden düşmüyor.
Peki, ırk, renk, din, cinsiyet, dil, siyasi veya diğer görüşler, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler sebebiyle ayrımı gözetmeksizin herkesin doğal insan haklarına sahip olduğunun vurgulandığı bu günde Türkiye’deki tablo genel hatlarıyla nasıl?
Resmi rakamlara göre son 20 yılda Avrupa Konseyi standartları ve Avrupa Birliği Müktesebatı ile uyumlu 2 binden fazla yasanın geçtiği Türkiye’de uygulamadaki sorunlar neler?
2015 yılında kurulan Alevi Düşünce Ocağı (ADO) kurucularından Doğan Bermek, “insan haklarının özü, karşılıklı saygı ve herkesin yaşam hakkının kabul edilmesidir. Ancak Türkiye’de bu konsensüste sorunlar yaşıyoruz, zira bir kesim kendisinin daha çok hakkı olduğunu düşünüyor. Ancak insan hakları doğaldır, kimse kimseye veremez, kimse kimseden alamaz” diyor.
Alevi Düşünce Ocağı, “Anadolu Buluşmaları” başlığıyla düzenlenen toplantıları Türkiye geneline yaymak üzere çabalıyor. Bu buluşmalar çerçevesinde Alevi yurttaşların bir araya gelerek sorun ve ihtiyaçlarını birlikte konuşma, tartışma ve çözüm yolları aramaları için zemin hazırlanıyor.
AİHM’in 2014 yılında Cem evlerinin ibadethane olduğu, 2015 yılında ise zorunlu din derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun hale getirilmesi gereği doğrultusunda verdiği kararlar oldukça tartışma konusu olmuştu.
Alevilerin din ve inanç özgürlüğüne dair ihlallere dikkat çeken Bermek, “inanma hakkı sadece Hanefi Sünnilere ait gibi algılanıyor. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri sadece Sünni cemaate göre hazırlanıyor, çocuklara diğer dinler, inançlar ve kültürler hakkında bilgi verilmiyor” diyor.
Türkiye’de halihazırda 5 bine yakın cemevi bulunuyor. euronews Türkçe’ye konuşan Bermek, Alevi toplulukların kendi okullarını açamadıklarına, ibadethanelerine ise camilere tanınan hak ve kolaylıkların verilmediğine dikkat çekiyor. “Bu çerçevede Alevi dedelerin en temel sorunu, hiçbir sosyo-ekonomik güvencesi olmadan yaşamını sürdürmeleri ve aynı anda yaşamlarını Alevi toplumuna hizmet etmekle geçirmeleri” diyor Bermek.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, “Alevi toplumunun devletin inançlara sağladığı mali desteklerinden tümü ile hariç tutulma halini” raporlarında sık sık eleştiri konusu yapıyor.
İzmir Gaziemir’de geçtiğimiz ay Alevi bir ailenin evinin duvarına “Defol Alevi” yazılarak çarpı işareti konması, Alevi topluluklar arasında bir korku havası yaratmıştı.
Olay üzerine AKP Sözcüsü Ömer Çelik, "Gerek bizlere ulaşarak gerek sosyal medyada hassasiyet gösteren vatandaşlarımız müsterih olsunlar. İlgililer konuyu hassasiyetle takip ediyorlar. Her şey açığa çıkarılacaktır” diyerek güvence vermişti.
Bermek, toplumda Sünnilerle Aleviler arasında tabanda bir çatışma olmadığını, kültürel ve sosyolojik olarak iç içe geçtiklerini, ancak geçmişte Çorum ve Maraş katliamlarından sonra Alevilerin yurtiçi ve yurtdışı göçe mecbur kaldıklarını aktarıyor.
“Nefret suçları sonucunda Alevi topluluklar yılmak yerine hukuka ve değerlerine daha çok bağlanıyorlar. Kin ve nefret beslemiyorlar ama tedirginlikler onları inançlarına daha çok sarılmaya itiyor” diye ekliyor Bermek.
Alevi haklarındaki gecikmelerin sebepleri ne?
AİHM’de karara bağlanan Alevi davaları Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Aralık 2019 toplantısının da gündemine alınmıştı. Bunun üzerine de Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’ne 18 Ekim 2019’da sunduğu yol haritasına göre, Türkiye Alevi hakları konusundaki gecikmelerinin sebeplerini şu şekilde açıklamıştı:
“Türkiye, bu konuyla ilgili sorunların AİHM kararlarından çok önce farkındaydı. Ancak, bu konuyu ele almaya yönelik bu çabalar, ülkenin çoğu zaman güvenlik ve demokratik yapısını hedef alan girişimlerle aniden ve ciddi şekilde durdurulmuştu. Başka bir deyişle, Türkiye, ne yazık ki 2011 yılından başlayarak bugüne kadar, “Alevi Açılımı” raporunda ve yukarıda geçen kararlarda değinilen reform politikaları üzerinde ciddi etkisi olan çok zor ve istisnai bir dönem geçirmektedir.”
Türkiye’nin Alevi sorunlarına dair kesin bir uygulama takvimi içeren yol haritasını, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne 1 Haziran 2020 tarihine kadar sunması gerekiyor.
LGBT+ bireylerin hak arayışı
Aynı zamanda ADİP Anadolu Din ve İnançlar Platformu kurucularından olan Bermek, geçtiğimiz hafta kurulan ADİP aracılığıyla her türlü siyasi ve ayrımcı görüşten bağımsız olarak, kamu ve sivil kuruluşları ile sürekli ve düzenli olarak iletişim ve bilgi alışverişi içerisinde akademik ve bilimsel araştırmalar, yayınlar ve etkinlikler yapmayı hedefliyor.
Türkiye’de farklı cinsel kimliklere sahip LGBTİ (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel ve interseks) bireylerin toplumsal yaşamın her türlü alanında -toplanma, düşünce, örgütlenmeden istihdama dek- karşılaştıkları sorunlar da insan hakları gününde ön planda tutulması gereken ayrı bir alan.
Merkezi Ankara’da bulunan ve LGBTİ haklarının yıllardır savunuculuğunu yapan Kaos GL Derneği'nden Murat Köylü, Türkiye’de LGBTİ bireylere yönelik yasal koruma eksikliğine dikkat çekiyor.
Bu kapsamda Türk Ceza Kanunu’nun nefret ve ayrımcılığa ilişkin 122.maddesi ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik, aşağılamaya dair 216.maddenin yanı sıra 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım” konulu 5.maddesi çerçevesinde koruma getirilmesi talep ediliyor.
Gökkuşağı Endeksi'nde sondan ikinci sırada
Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks Derneği’nin (ILGA) hazırladığı son Gökkuşağı Endeksi'ne göre, bu alanda 2015 yılından beri bir gerilemenin yaşandığı Türkiye, Avrupa çapında LGBTİ haklarını korumada Azerbaycan’dan sonra sondan ikinci sırada yer alıyor.
Euronews Türkçe’ye konuşan Köylü, “2015 yılından beri barışçıl nitelikteki tüm Onur yürüyüşleri yasaklandı. Ankara Valiliği ise, Kasım 2017'de OHAL Kanunu’na dayanarak, LGBTİ örgütlerinin düzenlediği “birtakım toplumsal hassasiyet ve duyarlılıklar" içeren panel, söyleşi, sergi gibi etkinlikleri süresiz olarak yasakladı” diyor.
Nisan 2019’da ise, valilik tarafından LGBTİ+ etkinliklerine getirilen süresiz yasak Bölge İdare Mahkemesi tarafından hukuka aykırı bulunmuş olsa da, örneğin 10 Mayıs’ta yapılması planlanan ODTÜ Onur Yürüyüşüne ODTÜ Rektörlüğü tarafından izin verilmemişti.
Kadir Has Üniversitesi ve Kaos GL’nin özel ve kamu alanında 287 katılımcı ile geçtiğimiz yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “İstihdamda LGBTİ+ Anketi 2018” sonuçlarına göre, özel sektörde tamamen açık çalışan LGBTİ+ oranı yüzde 22, kamu sektöründe yüzde 6,7. Ayrıca mobbing, işten atılma, aşağılanma gibi vakalar da oldukça yaygın.
Söz konusu raporun 2019 yılı verileri bugün Kadir Has Üniversitesi'nde kamuoyuna duyurulacak.
“Son 1,5-2 yıldır çok güçlenmiş bir nefret söylemi kampanyası var. İçişleri Bakanlığı ise bu sorunu çözmedeki kilit konumuna rağmen LGBTİ örgütlerini topluma tehdit olarak tanıtıyor, kamu kurumlarından homofobik açıklamalar geliyor, Anayasa Mahkemesi AİHM içtihatlarının aksine LGBTİ bireylere yönelik nefret söylemini ifade özgürlüğü olarak görüyor. Ancak bir yandan da Avrupa’da en fazla trans ölümünün yaşandığı ülkeyiz" diyor Köylü.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Temmuz ayında Konya'da düzenlenen 8. Yurt Dışı Din Hizmetleri Konferansı'nın açılışında yaptığı konuşmasında LGBTİ+ bireyler için 'yaratılışa aykırı bir sapkınlık' ifadesini kullanmıştı.
Cezasızlık algısı etkili
Kaos GL’den Köylü’ye göre, LGBTİ bireylere yönelik cinayete varan nefret suçları ve saldırıların ardında “cezasızlık algısı” var:
“Haksız tahrik indirimleri, iyi hal indirimleriyle homofobik saldırılar neredeyse ödüllendiriliyor. Bize yapılan başvurulara göre 100 vakadan ancak 4-5 tanesi polise taşınabiliyor. Taşınanların da yarısı polis tarafından alçaltıcı ifadelerle savuşturuluyor.”
Türkiye'de 1 Ocak 2019-20 Kasım 2019 döneminde en az 4 trans kadın öldürüldü, bir trans kadın yaralandı ve en az yedisine şiddet uygulandı. Cezaevlerinde de tutuklu translara yönelik homofobik saldırılar olduğu yönünde iddialar söz konusu.
Adalet Bakanlığı geçtiğimiz günlerde İnsan Hakları Eylem Planı’nı konuşmak üzere ilgili tarafları davet ederken, LGBTİ dernekleri bu toplantıya çağrılması, Sağlık Bakanlığı ise HİV / AİDS stratejisini hazırlarken, yine söz konusu dernekleri kapsam dışı bıraktı. “Toplantının olduğunu biz gazetelerden öğrendik” diyor Köylü.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, yeni bir İnsan Hakları Eylem Planı hazırladıklarını söylemiş, söz konusu planda AİHM kararlarının yanı sıra diğer uluslararası belgeleri de titizlikle inceleyerek referans olarak alacaklarını açıklamıştı.
Adil yargılanma ilkesinin önemi
Uzun yıllar Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye temsilciliğini yürütmüş olan hukukçu Levent Korkut ise, Türkiye’nin 2019 yılı insan hakları karnesine yargı süreçlerinde kullanılan hakların ve bunların yerine getirilmesinin, masumiyet karinesi ve adil yargılanma ilkelerinin uygulamalarının damgasını vurduğunu kaydediyor.
euronews Türkçe’ye konuşan Korkut, “Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması, yargılama süreçlerinin ve hukuk devletinin önemli unsurlarıdır. Garanti sistemleri iyi işletilmelidir. Aynı nitelikli olaylarda farklı kararlar alınması keyfiliğe işaret ediyor,” diyor.
Ayrıca çözüm sürecine katkı vermek üzere zamanında kurulan Akil İnsanlar Heyeti Marmara Grubu Sekreteri olan Korkut, Osman Kavala davası gibi yıllardır devam eden tutukluluk süreçlerinde ilerleme kaydedilmemesinin yargılama hukukuna bağlı haklardaki sorunları gösterdiğini de belirtiyor.
Korkut’a göre, tutukluluk sürelerinin uzunluğu, tutuklamanın disiplin amacıyla kullanılmaması, tutuklamama gerekçelerinin gereği gibi yazılmaması da insan hakları konusunda sorun alanlarına işaret ediyor.
Dünya İnsan Hakları Günü'nde AİHM, 770 gündür hapiste tutulan Osman Kavala ile ilgili kararını açıklayacak.
CHP İnsan Hakları Raporu açıklandı
Cumhuriyet Halk Partisi, 2019 yılına dair hazırladıkları insan hakları raporunu Pazartesi günü açıkladı. Demokrasi, internet özgürlükleri, cinsiyet eşitliği ve basın özgürlüğünde 2015 yılından beri bir gerilemeye dikkat çekilen raporda, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların yüzde 95,9’unun esastan incelenmediği; AİHM’in Türkiye hakkında verdiği kararlarda 2019 yılında işkence ve kötü muamele yasağının 17, özgürlük ve güvenlik hakkının 15, ifade özgürlüğünün 22, örgütlenme özgürlüğünün 7, özel yaşama saygı hakkının 31, adil yargılanma hakkının 34 kez ihlal edildiği tespitleri de dikkat çekiyor.
OHAL Araştırma Komisyonu verilerine de yer verilen Rapor’da komisyonun etkisiz kaldığı ve lağvedilmesi gerektiğine dikkat çekilerek, Komisyona yapılan 126.200 başvurudan 92.000’inin karara bağlandığı, bunlardan yalnızca 8100’ünün kabul, 83.900’ünün ise retle sonuçlandığı vurgulanıyor.
KHK ile işten atılanların yaptıkları başvuruların incelendiği OHAL Araştırma Komisyonu ile Avrupa Konseyi arasında geçen yıl oluşturulan bir istişare mekanizmasının ardından Konsey, söz konusu yapılanmayı yakın takibe almış durumda. AİHM de OHAL komisyonunu “iç hukuk yolu” olarak kabul ediyor ve komisyon çalışmalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluğunu takip ediyor.
Kaynak: Euronews