MURAD CIWAN
1071’de, çok kısa bir süre önce Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in en az 60 bin kişilik bir orduyla ele geçirdiği Malazgirt, Sultan Alparslan’ın komutasında, kendi 4 bin kişilik muhafız ordusu ile Mervani, Revadi ve Şeddadi Kürt devletlerinin 10-12 bin birleşik süvari güçlerinin oluşturduğu bir ordunun zaferiyle kurtarıldı. Yörenin müslüman halkları, özellikle sivil Malazgirtliler de savaşta önemli rol üstlendiler. İmparator Diyojen savaşta esir düştü ama anlaşmayla bir hafta içinde serbest bırakıldı, memleketine gönderildi. Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını Türklere açma diye bir planı yoktu.
Malazgirt işgal edilmeden önce Mervanilerindi, kurtarılınca yine onlara verildi. Alparslan hemen doğuya Maveraünnehir’e yöneldi. 1072’de Belh dolaylarında, farklı tarihçilerce, Kürt ya da Harezmi diye tanıtılan bir kale komutanınca girdiği bir nevi “düello” denebilecek bir karşılaşmada öldürüldü.
1071’de Alparslan’ın pozisyonu ve rolü gerçekçi bir biçimde şöyle tanımlanabilir:
Sünnilerin egemen olduğu İslam dünyasında, Bağdat merkezli bir İslam halifeliği; Abbasi İslam devleti vardı. Selçuklular da aynı topraklar üzerindeki Abbasi İslam devletiyle örtüşen ikinci bi devlet değil, onun dünyevi işleriyle görevli, aşağıdan yukarıya doğru bürokratik yapısını ellerine geçirmiş bir hükümet idiler; Alparslan, günümüze referans yapmak yerindeyse merkezi hükümetin “sadrazam” ve “serdar”ıydı.
Selçukoğullarının “Büyük Selçuklu Devleti”ni kurdukları, günümüzde ortaya atılmış anakronik bir tezdir. “Bir devletle örtüşen ikinci bir devlet (Abbasi İslam Devletiyle örtüşen Selçuklu devleti) olur mu?Doğrusu onlar devlet kurmadılar, Abbasi bürokrasinin makamlarını ele geçirdiler ve hanedanlık hükümeti oldular.
Sözkonusu dönemde “sultan” deyimi, primus inter pares konumundaki “emirü’l ümera” yerine kullanılırdı. Makam “sultan”olarak değil, “emirü’l ümera” olarak, ancak Abbasi Halifesi’nin onayıyla elde edilebiliyordu. Zaten halife değil, makamdakiler kendilerine “sultan” derlerdi.
İslami yasaların geçerli esaslarına göre Darü’l İslam sınırları bir Darü’l Harp devleti kralı/imparatorunca (burada Bizans İmparatoru Diyojen) işgal edilince Halife’nin fermanıyla görevlendirilen emirü’l ümera/sadrazam ve serdar derhal ordusunu alıp işgali durdurmak için savaşa gider, o sefer boyunca, ayrıca işgal edilen yerlerin emirleri de ordularıyla ona katılırlar.
Malazgirt’te 1071’de bu oldu. Alparslan, işgal haberi geldiğinde Revadi şehri Xoy’daydı. Oradan muhafız birliğiyle derhal harekete geçti. Yöredeki üç Kürt devleti Mervaniler, Revadiler ve Şeddadiler de derhal asker verdiler. Bazı emirler ordularının başında Alparslan’a katıldılar. Zafer kazanıldı Malazgirt tekrar Mervanilere teslim edildi.
“Selçuklular devlet değil, hükümetti“ deyince, Mervaniler, Eyyubiler ya da diğer Kürt devletleri de aynıydı denebilir mi?
Kanımca hayır. Kürdistan’da Yerli Kürt emirlerin, iki pozisyonu vardı:
1- Kendi otokton halklarının ülkelerinin sahibi ve emiriydiler, özgün iç askeri ve bürokratik hiyerarşileri vardı.
2- Bir yandan da, Abbasi halifesine ve merkez Bağdat’a karşı önceden bilinen İslami yasalarla merkezi bürokratik hiyerarşide görevler üstlenirlerdi. Orta Çağ İslam tarihçileri (lokal tarihçiler o kadar değil) hemen tümüyle Bağdat’taki dini ve dünyevi bakış açısıyla ve onlarla olan ilişkiler çerçevesinde emirlerin Bağdat’la olan ilişkilerini kaydediyorlar, bu kopunca, halifenin verdiği görev ve makamlar kalkınca sanki o Kürt devleti yok olmuş gibi bir algımız oluşuyor. Çünkü Kürtler henüz kendi gerçek tarihlerini yazamadılar. Halen de arslanların değil, avcıların tarihini okuyoruz.
Konuya dönersek; tabi halifeliğin merkeziyle ilişkilerde, Kürdistan emirleri farklı yer ve zamanlarda tabiiyet bakımından görece bağımsız, özerk ya da şu-bu derecede vasal olabiliyorlardı. Bir bakıma Avrupalı feodallerin Roma’daki Papa’yla ilişkileri gibi…
Abbasi bürokrasisini yöneten “Büyük Selçuklular” özellikle Melikşah döneminde, vezir Nizamülmülk rehberliğinde devletleşmek istediler ama parçalanma süreci başladı.
Aslında devletleşmenin ilk nüvesi Tuğrul Bey iktidardayken atıldı. O, halifenin de uyarıları sonucunda, talan, katliam ve yıkımlarıyla Müslüman halkları bezdiren göçebe Türkmenlerle savaşarak, bunları zorla ya da hoşlukla Bizans topraklarına sürerek ve yerlerine 1055 ve sonrasında kölelerden disiplinli, emirlere uyan düzenli bir ordu kurmaya çalışarak başladı. Ama zaman yetmedi, ömrü vefa etmedi.
İkinci adım olarak, Melikşah döneminde, daha çok oluşacak Selçuklu devletine dini, ilmi, bürokratik kadrolar eğitmek için Nizamülmülk tarafından Nizamiyye medreseleri seferberliği başlatıldı. Bu kez de Selçuklularda parçalanma süreci başladı,
Ancak sonra, Ön Asya’daki Türk, Kürt ve diğer Müslüman Atabekler ve beylikler döneminde devletleşme süreçleri ilerledi. Bunlardan örneğin Eyyubiler, Rum (Anadolu) Selçukluları ve Osmanlılar, imparatorluğa da dönüştüler. Devletleşme süreçleri bu kez de Haçlılarca, Moğollarca ve Timurilerce pek çok kez darbe aldı, ancak başarıldı.
Yani İslam diyarlarını ele geçiren, Darü’l İslam’ı fetheden “Büyük Selçuklular” devlet kurmayı başaramazlarsa da Rum (Anadolu) Selçukluları, diğer Müslüman halklarla birlikte Bizanslılardan fethettikleri topraklar üzerinde bir Rum Selçuklu Devleti kurdular.
——-
Bu notların sonuna Kürt Türk ilişkilerini aydınlatıcı bir not daha düşelim: Kürt Şeddadi yönetimi 1200’de ortadan kaldırıldı. Kürt kökenli Gürcü Mildirêjanlarca… Mervani emirlerinin merkezi yönetimlerini ortadan kaldırmaya ilgi duyan Melikşah değil, Bağdat’taki Arap vezirlerdi diyen modern dönem Batılı tarihçiler var.
Kaynak: muradciwan.com