Bu kalkışma her durumda egemenler arası bir kapışma olarak tanımlanabilir. Konuyu karmaşıklaştıran, çatışmanın, eski Türkiye’nin egemenleriyle İslamcı Türkiye’nin egemenleri arasında alışageldiğimiz ayrım çizgisini izlememiş olmasıdır. Eski Türkiye’nin egemenlerinin bel kemiğini oluşturan güçlerin bir kısmı bu çatışmada dinci iktidarın safında konumlanırken, İslamcı Türkiye’nin bazı güçleri Erdoğan’ı devirmek isteyen güçler arasında yer almıştır.
Darbecilere ilişkin piyasadaki baskın görüş, bu kalkışmanın Fetullah Gülen’e bağlı askerlerce gerçekleştirildiği yolundadır. Hükümetten Ergenekon davası sanıklarına, ulusalcı çevrelerden bazı liberallere kadar herkes bunu söylemektedir. Fakat bu iddianın gerçeği tam olarak yansıttığından şüpheliyim. Kemalist geleneğe mensup ve Erdoğan’a aşırı kızgın bazı askerler ile bir süreden beri varlığı hissedilen “kesin darbe olacak” havasına kapılmış başka bazı subayların da işin içinde oldukları anlaşılıyor. Daha da önemlisi, Kürdistan’daki savaşı yürüten bazı yüksek rütbeli komutanların darbecilere meyletmiş olmasıdır ki, bu durum, Kürdistan’daki savaşla darbe girişimi arasında bir ilişki olduğunu gösterir. Bu ilişkinin ne kadarının barış özleminden, ne kadarının savaşı daha kanlı biçimlere büründürme isteğinden kaynaklandığını bu aşamada bilemiyoruz. Ancak savaşın yeniden başlamış olmasının, askerlerin devlet içindeki pozisyonlarını yükselttiğini, böylece onların ülkeyi yönetme arzu, imkan ve kabiliyetlerini arttırdığını ve bunun da darbeyi teşvik ettiğini tahmin etmek zor değil. “Darbeyi Gülenciler yaptı” deyip noktalamak, olayın bu tür boyutlarını gizleyen bir rol oynamaktadır. Darbecilerin gerçek bileşimi ve amaçları, yargılama safhasında daha iyi anlaşılacaktır.
Darbe girişiminin arkasındaki dış güçlere gelince, bu aşamada somut bir şey söyleyebilecek durumda değilim. Darbe girişiminin tam gaz sürdüğü saatlerde bu konuda bir ipucu bulabilirim düşüncesiyle bir yandan da CNN’i de izlemeye çalışıyordum. Orada darbecilerin başarıya ulaşmasını isteyen bir hava sezdim. Fakat buradan hareketle ABD’nin darbeyi desteklediği sonucuna varmak fazla aceleci bir tutum olur. Bunun başka verilerle desteklenmesi gerekiyor.
Değişik veriler, darbeciler arasında Amerika’ya ve Batı dünyasına yönelik sempatik bir tavrın varlığına işaret ediyor. Ancak bu tavrın ABD ve diğer Batılı devletler nezdinde ne ölçüde karşılık bulduğu henüz açık değil. Benim anlayabildiğim kadarıyla Batılı güçler, ilk saatlerde bekle gör tavrı içindeydiler, fakat darbenin başarıya ulaşamayacağının anlaşılmasıyla birlikte (kabaca gece yarısından sonra) bakışlarını hükümete doğru çevirmeye başladılar. Bu da, eğer başarabilselerdi, darbecilerin Batılı güçlerden belli bir noktaya kadar hüsnü kabul görebileceklerini gösterir ki, bizzat bu durum uzun vadede bir darbe dinamiği olarak işlemeye devam edecektir.
Darbenin AKP kurgusu olduğu, bir komplo teorisidir. Fakat böyle olması, darbenin başarısız kalmasından en çok Erdoğan kliğinin yararlanacağı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Siyasi mücadelede silah böyle bir şeydir; ya elinize almayacaksınız, ya da eğer alıyorsanız giriştiğiniz işi başaracaksınız. Yenilgi durumunda en büyük zararı kendiniz görürsünüz. Binlerce yıldır şaşmadan işleyen bu basit denklem orta yerde duruyorken darbe girişimini izah etmek için karmaşık komplo teorileri uydurmayı anlamlı bulmuyorum.
Peki, bundan sonra ne olur?
Kısa dönemde, İslamcı iktidar ile Kemalist geleneği esneterek sahiplenmek şeklinde bir strateji izleyen ordunun merkez kliğinin beraberce darbeye maruz kalmış olmaktan ötürü daha da yakınlaşmaları beklenebilir. Böyle bir yakınlaşma kısa dönemde muhalifler için zulmün artması anlamına gelecektir. Ne var ki bu türden bir yakınlaşma, ordunun daha fazla İslamcı iktidarın emrine sokulmasını da gerektireceği için aynı zamanda bir gerilim alanı da üretecektir.
Bu noktada karışıklığı arttıracak bir diğer etken orduda, bürokraside ve poliste yapılacak olan tasfiyelerdir. Bir intikam, kuşkuculuk, bozgunculuk, gammazlama, ayak kaydırma ve fırsatçılık furyasında gerçekleşecek bu tasfiyelerin kaotik bir ortama yol açması mümkündür. Ama yaygın bir kaos ortamı doğurmasa bile mevcut paranoid ortamın Erdoğan’ı diktatörlerin mukadder açmazına doğru sürükleyeceği öngörülebilir: Derin kuşkularla kuşatılmış olarak ipleri daha fazla sıkmadan yaşayamayacağını görmek, fakat ipleri sıktıkça düşmanlarının sayısını çoğaltmak. 15 Temmuz girişimi Erdoğan’ı iyiden iyiye bu açmazın pençesine itmiştir.
Yukarıda anılanlar kısa vadeye ilişkin muhtemel gelişmelerden birkaçıdır. Bunlara başkaları da eklenebilir. Benim asıl dikkat çekmek istediklerim ise darbe girişiminin uzun vadeli etkileridir. Bu etkiler, hiç de Erdoğan’ın ve Türk devletinin arzuladığı türden olmayacaktır. Zira darbe girişimi uzun vadede Türk toplumunun toplumsal dokusundaki çözülmeyi hızlandıracaktır. Bunu, diğer şeylere ilaveten sıradan Türk’ün sokakta asker öldürmeye başlamasından anlıyoruz.
Türk denilen kategoriyi oluşturan sıradan insanlar Cumhuriyet tarihi boyunca askerle çatışmamıştır. Türkiye’de askere kurşun sıkan tek İslamcı kalkışma olan Menemen olayının merkezinde Kürt şeyhler önemli bir yer tutmuştur, Türk solcularının 1970’lerdeki çıkışı ise ancak en son aşamasında ve kısmen askerlere yönelebilmiştir ve sıradan Türklerin hareketine dönüşemeyip üniversiteli romantiklerin sapması olarak kalmıştır, 12 Eylülden sonra orduya karşı etkisiz de olsa görece uzun bir süre silah sıkmış tek Türk örgütü olan TİKKO ise Türklerden çok Dersim’in Alevi Kürtlerine yaslanmaktadır. Kısacası sıradan Türkler tarihsel olarak “Mehmetçik”le çatışmamış, tersine onu toplumsal dokunun harcı olarak algılayagelmişlerdir. İşte bu aynı Türkler, 15 Temmuzda arkalarına camilerden yükselen ilahi nağmeleri de alarak sokakta asker avına çıkmışlardır. Bu durumda asker-millet tanımın asli bağlantı noktalarından birini oluşturduğu toplumsal doku nasıl eskisi gibi kalabilir? Özellikle de Ortadoğu bataklığının yarattığı istikrarsızlaştırıcı faktörlerle ve içerdeki kapsamlı tasfiyelerle bir arada düşünüldüğünde.
Bütün bu gerçeklere rağmen bazı yorumcular, halkın sokaklara çıkışını demokrasinin zaferi olarak yorumladılar. CHP, Doğan Medyası ve buna benzer bazı kurumlar ise birkaç saatlik bir bekle gör tavrının ardından “tankın üzerine çıkan kahraman halk” şarkısını söylemeye başladılar. Birincilerin yorumu boş bir laf yığınından, ikincilerin yaptığı ise Erdoğan’ın iktidardan gitmeyeceğinin anlaşılmasıyla, bari zafere ortak olmaya çalışalım deme kurnazlığından ibarettir. İkisi de karşılıksızdır; zira sokağı kuşatan güruhun demokratik bir yönetim istediğini gösteren hiçbir belirti yoktur.
Merkezine (Sünni) İslamı veya Türkçülüğü koyan bir kitle hareketinden demokrasi çıktığı görülmemiştir. Hele bu ikisi bir aradaysa, demokrasi bir yana, oradan sadece kitlesel kırımlar çıkmıştır. 1894’ten günümüze kadar yaşanan bütün kitlesel kırımlara bakınız, bunların ya tek başına İslam adına ya da İslamla Türkçülüğün bir sentezi adına kotarıldığını görürsünüz. 15 Temmuz gecesi sırtına Türk bayrağı geçirerek tekbir çığıran güruh tam da böyle bir senteze işaret ediyordu. Bu güruhun benzerlerini Afganistan, Libya, Mısır ve Suriye sokaklarında da görmüştük.
Öte yandan darbe girişimiyle birlikte hikayenin sonuna bir adım daha yaklaştığımızı da eklemek gerekiyor. Benim Avrupai Türkler ve Asyatik Türkler(*) diye adlandırdığım toplumsal kesimler arasında yaşanan ayrışma bu darbe girişiminden sonra daha da derinleşecek, toplumsal dokunun cemaatler eksenindeki çözülmesi devam edecektir. Erdoğan’la Doğan grubunun yakınlaşmasına bakarak bu ayrışmanın durduğunu veya tersine döndüğünü düşünenler olabilir. Bu yanlıştır. Orada yaşanan yakınlaşma değil, boyun eğdirmedir. Ortadoğu’nun fokurdayan girdabının ortasına savrulmakta olan bir ülkede bu tür onursuzlaştırarak teslim alma operasyonlarından demokratik bir entegrasyon değil, çürüyüp çözülme çıkar.
Ortadoğu’daki savaş yakın zamana kadar Suriye’nin içine hapsedildiği için, bu savaşın Türkiye’deki toplumsal dokuyu çözücü etkileri açık biçimde görülemiyordu. Fakat son bir yılda Kürdistan’da sürdürülen savaşa ilaveten IŞİD eylemlerinin Türkiye’ye doğru yayılmaya başlaması ve nihayet son darbe girişimi, bu çatışmaları Suriye’ye hapsetmenin artık mümkün olmadığını, Ortadoğu’daki bütün çatışmaların Türkiye’nin içinde kendini üreteceğini gösteriyor. Bunun doğal sonucu toplumun tel tel dökülmesi olacaktır. Bu durumda önümüze iki alternatif çıkmaktadır: Tüm toplumsal kesimlerle uzlaşmayı öne alan demokratik bir yönetimle çatışma ve çözülme ortamından çıkmaya çalışmak ya da şimdiye kadarki politikalarda ısrar ederek hızla Pakistan’a veya Suriye’ye dönüşmek. Gelişmeler böyle bir mecraya doğru akıyorken Mecliste halka boş övgüler düzen ortak bildiriler yayımlamanın mezarlıkta ıslık çalmaktan öteye bir manası olmayacaktır.
Gazeteci Hülya Yetişen’in 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili sorusuna verdiğim cevaptır
Cemil Gündoğan
2016-07-20/Stockholm
-----------------------------------------
(*) Bu tanımlarla neyin kastedildiğini merak edenler Dönemeç Yazıları adlı kitabıma bakabilirler. Vate Yayınları, 2011, İstanbul.