16 Mart 1964 İstanbul Rumları için trajik bir tarih. Kıbrıs olayları gerekçe gösterilerek İstanbul’da Yunan pasaportu taşıyan Rumların kısa sürede ülkeyi terk etmeleri istendi. Böylece Yunan pasaportu taşıyan Rumlar Türkiye vatandaşı olan eş ve çocuklarıyla birlikte Türkiye’yi terk ettiler. Bu sürgünün üzerinden tam 60 yıl geçti. Kararın arka planını ve sonuçlarını azınlık hukuku üzerindeki çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Baskın Oran ile konuştuk.
Karar çıktığında Yunan uyruklu kaç Rum vardı Türkiye’de?
Bu konuda net sayılar mevcut elimizde. 1964 başında, Türkiye’de yerleşmiş 12.724 Yunan uyruklu Rum yaşamaktaydı.
1923’te yapılan zorunlu nüfus mübadelesiyle gitmemiş miydi Rumlar?
Hayır. 30 Ocak 1923’teki zorunlu mübadeleyle Yunanistan’dan (B. Trakya hariç) Yunan uyruklu Müslümanlar, Türkiye’den de (İstanbul hariç) Türk uyruklu Rum Ortodokslar gönderilmişti.
Meselenin uzun geçmişini kısaca özetlersek:
Yakın tarih boyunca Türk-Yunan ilişkilerini zehirlemiş ve karşılıklı azınlıkları perişan etmiş olan Kıbrıs meselesinde, adada Aralık 1963’te çıkan çatışmalar bu olayı tetikledi. Özellikle de bir Türk subayının banyo küvetinde EOKA tarafından katledilen eşi ile üç çocuğunun fotoğrafı Türkiye’de büyük tepki yarattı. TSK’nin adaya müdahalesi ancak Haziran 1964 meşhur Johnson Mektubuyla durdurulabildi.
Çıkartma yapmanın mümkün olamayacağı anlaşılınca İnönü hükümeti Yunanistan’ı sıkıştırmak için önce Patrikhane’yi ihraç etmeyi düşündü fakat bunun dünyada ters tepeceği düşüncesiyle dikkatler İstanbul’da yaşayan Yunan uyruklarına döndü. Türk hükümeti, 30 Ekim 1930 tarihli İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi’ni 16 Mart 1964’te tek taraflı olarak feshetti ve Md. 36’ya göre bu feshin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi hükmünü de Md. 16’ya dayanarak uygulamadı.
Bu Mukavelename, iki ülke arasında, Türkiye ve Yunanistan uyruklarının birbirinin ülkesinde oturmasını, mal edinmesini, çalışmasını, iktisadi faaliyette bulunmasını vb. mümkün kılan (yani, AB’den kırk yıl önce “serbest dolaşım” öngören) bir ikili antlaşmaydı.
Fesih sonucunda Yunan uyruklu İstanbullu Rumlar, yanlarında yalnızca 200 TL (o zamanki kurla 22,2 dolar) ve 20 kiloluk bir şahsi eşya bavuluyla sınır dışı edildiler. 2 Kasım 1964’te çıkarılan gizli bir kararnameyle de bu Rumların taşınmazlarına ilişkin her türlü tapu işlemi durduruldu ve bunların gelirleri bloke edildi. 2.902 adet gayrimenkule el konmuş oldu. Bunların değerleri hakkında tahminler, Türk tarafına göre 200 milyon dolar, Yunan tarafına göre 500 milyon dolar civarındaydı.
Bu kararnamedeki bir ilginç durum da şudur ki, metnin başında “Yunan Hükümeti’nin Türk vatandaşlarını Yunanistan’da zarara uğratmış bulunan her çeşit tedbir ve muamelelerine karşılık olmak üzere” ibaresi kullanılmıştı, oysa bu sınır dışı olayının Kıbrıslı Türklerin uğradığı saldırılara karşılık yapıldığı belirtilmiş bulunuyordu.
Kararnameyle el konulan bu malvarlıkları ancak Turgut Özal zamanında,
Yunanistan’la ilişkileri yumuşatma anlamına gelen “Davos Ruhu” ortamında 1988’de serbest bırakılacaktır.
Başta sözünü ettiğiniz 12.724 kişi hakkında daha ayrıntılı bilgiler var mı?
İlgili sayıları daha ayrıntılı biçimde vermek gerekirse:
Bu 12.724 kişiden 997’si “zararlı faaliyetler” gerekçesiyle derhal sınır dışı edildi. 7.603’ü ikamet süreleri uzatılmadığından gönderildi. 1.134 İstanbullu Yunan uyruğunun kalmasına ise yaşlılık vs. gerekçeleriyle izin çıktı. Sonuç olarak 8.600 kişi sınır dışı edildi 1964 yılı içinde.
Fakat şu da var ki, bu insanların yanı sıra yaklaşık 30.000 Türk uyruğu İstanbullu Rum da gitmek zorunda kaldı. Çünkü hem onlarla kız alıp vermişlerdi hem de ülkeye egemen olan Rum karşıtı atmosfer sonucu Türkiye’de kendileri için hayat hakkı kalmadığı psikolojisine girmişlerdi.
Unutmadan: Sürgün kararından, bu Rumların yanı sıra, İzmir ve Mersin gibi kentlerde bazıları yüz yıllardır yerleşmiş bulunan Yunan uyruklu Levantenler de etkilendiler. Mesela İzmir’de komşumuz bir Levanten 140 yıldır Türkiye’de oturan Venedik kökenli bir Katolik aileden geliyordu, Yunan pasaportlu olduğu için sınır dışı edildi.
Yunan pasaportu taşıyanlar iki üç yıl önce Türkiye’ye gelmiş kişiler değil. Çok uzun süredir burada yaşayan ve zaten buralı kişiler değil mi? Hukuki açıdan nasıl bir durumdalar?
Bir kısmı Yunan uyruğu olarak Osmanlı’dan beri yaşıyordu. Bir kısmı da o dönemde Yunanistan’daki işsizliğe karşılık Türkiye’de kalifiye işgücüne ihtiyaç olduğundan 1930 Mukavelenamesi sonucu gelip yerleşmişti.
Bu kişilerin hakları, daha Haziran 1932 tarihinde 2007 sayıyla çıkarılan, Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun’la ihlal edilmişti. Çünkü bu, Yunan uyruklu İstanbullu etablilerden (etabli, mübadele dışı bırakılmış, yerleşik demektir) bazılarının işlerinden atılarak Yunanistan’a mecburen göç etmelerine sebep olmuş idi.
Bu sınır dışı edilme olayı Cumhuriyet döneminin başlıca etno-dinsel temizliğini oluşturdu ve literatüre “1964 Sürgünü” olarak geçti.
Bu kararı sizin “100. Yılında Lozan İhlalleri” kitabında yer verdiğiniz gibi Lozan’ın bir ihlali olarak görebilir miyiz?
Evet. Bir kere, Lozan Barış Antlaşması Md. 38 “Türk hükümeti, Türkiye’de oturan herkes[in] (…) milliyet ayrımı gözetilmeksizin (…) özgürlüklerini korumayı (…) yükümlenir” demekte.
İkincisi, bu Yunan uyrukları yalnızca 1930 Mukavelenamesi’yle değil, Ocak 1923 Lozan Zorunlu Mübadele Sözleşmesinin 2/a maddesinde kullanılan terimle de İstanbul’da etabli ilan edilmiş durumda. Şöyle ki:
Mübadele Sözleşmesi Md. 2/a, mübadeleye tabi tutulmayacak (yani etabli sayılacak) kategorileri sayarken, nasıl Yunanistan için “B. Trakya’da oturan Müslümanlar (B. Trakya’nın Müslüman ahalisi)” demişse, bu insanlar için de “İstanbul’da oturan Rumlar” (İstanbul’un Rum ahalisi)” demekteydi. Yani bu Rumlar uyrukluk (Türk veya Yunan) veya din/mezhep (Ortodoks veya başka) durumları dikkate alınmaksızın etabli ilan edilmişlerdi.
Kaldı ki, önemli bir Lozan ihlali daha mevcut: Lozan Dengesi’nin ihlali. Çünkü bu denge, askerî durumun (Ege adaları vs.) yanı sıra karşılıklı etabli nüfus dengesini de içeriyordu. Zira Mübadele Sözleşmesi yapıldığında hem B. Trakya’da hem de İstanbul’da yaklaşık 120.000’er etabli kaldığı halde, günümüzde B. Trakya’da yine yaklaşık 120.000 Müslüman Türk’e karşılık, İstanbul’da bugün yaklaşık 2.000 Rum kalmıştır. 1974 Kıbrıs çıkartması bile bu azınlığın tükenmesine 1964 kadar sebep olmamıştır.
Tabii, Türkiye’deki insan haklarının en büyük yüz karası olan 6-7 Eylül 1955 pogromundan bahis bile etmeden geçiyoruz.
Olayın diğer sonuçlarına değinerek bitirirsek?
1964’ün kısa vadeli yani derhal oluşmuş sonuçlardan bahsediyorsak, İstanbul’un bu tarihsel sakinleri yerini Anadolu’dan iş bulmaya gelenlere bıraktı. İstanbul her bakımdan, özellikle kültür bakımından fakirleşti. 1964 ve 1974 olayları sonucunda büyük miktarda Rum malı da yağmalandı.
İstanbul azınlığının yanı sıra, Lozan Barış Antlaşması Md. 14’le korunmuş olan İmroz ve Bozcaada Rum azınlığı da tükenme noktasına geldi.
En önemli uzun vadeli sonuçtan bahsediyorsak, hemen yukarıda sözünü ettiğim Lozan Dengesi yıkıldı; her iki azınlık da bundan zarar görecektir.
Her iki azınlık derken, Türkiye’deki 1964 ve 1974 baskılarının ucu B. Trakya Müslüman Türk azınlığına da fena dokundu. Özellikle 1967 Albaylar Cuntası döneminde toprakları kamulaştırılan ve traktör ehliyeti verilmeyen azınlık ekonomik olarak çok hırpalandı. Azınlık ilkokullarını ilk defa resmen “Türk okulları” olarak niteleyen 1954 “Papagos Kanunu” kaldırılarak 1972’de tüm okullarda tabelalar değiştirildi. Her Kıbrıs bunalımı çıktığında Müslüman Türk köyleri askerî ablukaya alındı. Azınlık üzerindeki baskı o denli yoğunlaşmıştı ki, kahvehanelerin menülerinde bulunan “Turkiko Kafe”nin (Türk Kahvesi) adının bile “Bizans Kahvesi”ne çevrilmesi zorunlu tutulmuştu.
Yunanistan da, 1964’e karşılık olarak, Onikiada’da (İstanköy/Kos ve Rodos’ta) yaşayan Müslüman Türkleri sınır dışı etmeye başladı ve bazı camilerde minareden ezan okunmasını yasakladı.
Bütün bunlar bize, azınlık hakları konusundaki o hazin deyimi hatırlatıyor:
“Filler tepişir, otlar ezilir”.
AGOS