12 Mart 1971 Darbesi gerek Kürt Ulusal Hareketi’ni gerekse Türk Solu’nu ezmesine, önder ve kadrolarının çoğunu yıllarca hapis cezasına çarptırmasına, üç genci idam edip onlarca devrimciyi vurup katletmesine rağmen; 1973 sonrası gerek Kürtler gerekse Türk Solu yeniden toparlanmaya başlamışlardı. Gerek cezaevinden “74 Affı”yla çıkan, gerekse yurt dışından gelen Kürt devrimcileri yeniden örgütlenmeye başlamış, üniversitelerde okuyan Kürt gençliği de organize olmayı önlerine koymuşlardı.
Kürt hareketinin kitleselleşmesinde 70’li yılların ortalarında, benim de tanık olduğum 5 önemli olayın çok önemli etkileri olmuştu. Beş olaydan biri olan 1976’da yapılan Silvan Mitingi’ni geçen aylarda “1976’da Çermik’teki politik ortam ve Silvan Mitingi” başlığıyla Rupela nu sitesinde geçen aylarda yazmıştım. 1974’le birlikte toparlanmaya çalışan Kürt politik kadroları hızla yayınlar çıkarmaya başlayıp örgütlenmeye giderken arkalarında fazla kitlesel bir güç bulunmamaktaydı. Özellikle 1974 Aralık ayında on yıllardır sınır ticareti ile geçimini sağlayan Kürt köylüleri mayınlara aldırmadan cetvelle çizilen sınırın diğer yakasında akrabalarından aldığı malları Kuzey’e getirip satarak geçimlerini sağlamaktaydılar.
Dersim direnişinin kırılmasından sonra sömürgeci devlet Kürtleri korkutmak için periyodik olarak katliamları gündeme getirmiş ve ilk olarak Van’da İran’ın Doğu Kürdistan sınırına yakın bir köyde suçsuz günahsız 33 Kürt köylüsünü 1943 Temmuz ayında kurşuna dizmişti. Bu olay tarihte Muğlalı Olayı veya 33 Kurşun diye geçmiştir. Bu olay dar bir çerçevede de olsa Kürtlerin bir kesiminin ve aydınlarının tepkilerine neden olmuş, Ahmed Arif ünlü şiiri 33 Kurşun’u bu olayda yaşamını kaybeden Kürtler için yazmıştı. Ardından yine 1950’li yılların sonlarında 49’lar Olayı adı altında Kürtler tutuklanmış, kaç Kürt öldürülmeli diye devletin gizli koridorlarında tartışılmıştı.
1960’ların sonuna doğru bu kez devlet Kuzey Kürdistan’ın köylerini silah toplama adı altında basmaya başlamış, ünlü Komando baskınları Kuzey’de hemen her bölgede yapılıp suçsuz günahsız Kürt köylüleri işkenceden geçirilip gözdağı verilmek istenmişti. Devleti kuran kadrolar toplumu istediği gibi Kemalist değerlerle eğitemeyince toplumu yeniden dizayn etmek, gelişen Türk sol hareketlerini kanla ezmek ve Kürt öğrenci ve aydınların yeniden seslerini duyurmaya başlaması onları ürkütünce, 12 Mart Askeri Darbesi’ni yapmıştı. Kürt öğrenci ve aydınlarının kurduğu DDKO kapatılıp yöneticileri Diyarbekir Askeri Mahkemesi’nde ağır cezalara çarptırılmıştı.
Devlet Kürtlerde yeniden ulusal kıpırdanmaları görünce yine bu kez Viranşehir’de 11 Aralık 1974 günü kaçakçıları önce yakalamış, yargıya götürmeden 20 zavallı Kürt köylüsünü kurşuna dizmişti. Bu olay hızla tüm Kuzey Kürdistan’da duyulunca kitlesel tepkiler başlamıştı. Bu katliamı protesto için metropol şehirlerden gelen Kürt öğrencileri de dahil Kürdistan’ın tüm şehirlerinden gelen gençlik, aydın ve öğretmenler Viranşehir’de bir protesto yürüyüşü düzenlemişlerdi. Bu yürüyüşleri şimdiye kadar hiç görülmeyen bir durumda, yani sağlı sollu dizilen tankların arasında, üstlerinden gürültülerle uçan askeri helikopterler altında yapılmış, askerler tutuklayabildiklerini de ağır işkencelerden geçirmişti.
Ben katliamın yapıldığı dönem Konya Seydişehir’de bulunuyordum. O dönemki TRT televizyon kurumu yarı özerk ve İsmail Cem’in TRT müdürü olduğu yıllarda birçok demokrat, ilerici gazeteciler bazı haberleri olduğu gibi vermekteydiler. Ayrıca günlük ilerici gazeteler de uzun uzadıya bu katliamı yazmıştı. Olayı TRT televizyonundan kısa bir haber olarak verilse de izlemiştim. Olayın boyutunu öğrenmek için Konya’ya gitmiş ve orada üniversite okuyan tanıdıklardan özellikle Nurullah Timur ve Kırşehirli iskâncı Kürtlerden olan Hüseyin Gürses’ten detaylı dinlemiş çok etkilenmiştim.
1974-75 yıllarında TRT televizyonundan arada bir Güney Kürdistan’da Kürt ulusal güçleri olan pêşmergelerle Saddam askerleri arasındaki çarpışmaları da haber olarak verip, ünlü Kürt lideri Mela Mustafa Barzani’nin resmini de ekranda görünce duygulanırdım. Barzani’nin İran ve Amerika’dan yardım almasını o dönem savunduğum sol görüşler ve antiemperyalist görüşlere sahip olduğumdan eleştirmekten de geri kalmazdım. Saddam’ın kullandığı Napalm bombalarını da bir kez televizyondan görmüş ve o dönemin günlük gazetelerinden biri olan Yeni Ortam, haftalık bir dergi olan Yankı ve yine haftalık 7 Gün’de okuduğumda içim içimi yemekteydi.
1975 Bahar aylarında bir dini bayram tatilinde Diyarbekir Çermik’e gelmiştim. Viranşehir katliamını protesto gösterisine katılan ve Urfa’da öğretmenlik yapan hemşehrim Ömer Ergün’le görüştüğümde gösterinin nasıl bir havada geçtiğini, Ankara’dan gelen öğrenciler ve Diyarbekir’den aralarında Av. İbrahim Güçlü, Ankara’dan Sabri Kont, Mustafa Aksakal’ın da olduğu bir grup gösterinin devamı için jandarmalarla nasıl didiştiklerini, sağlı sollu dizilen tankların arasında yürüdüklerini bana anlatmıştı.
Bu olay aynı Van’da kurşuna dizilen 33 kurşun olayında olduğu gibi jandarmalarca sağ yakalanıp mahkemeye gönderilmesi gerekirken kurşuna dizilmeleri tüm Kürt şehirlerinde ve Ankara, İstanbul gibi şehirlerde oturan aydın ve öğrencilerin tepkisini çekmiş, Kuzeyde Kürtlerde ulusal uyanışı hızlandırmıştı. Ve Kürtler ilk kez sömürgeci devletin baskı ve katliamını kınamak için bir araya gelip protesto gösterisi yapmıştı. Bu protesto gösterisi hemen hemen tüm Kürt şehirlerinde yankı bulup ulusal yurtsever saflarda bir güven oluşturmuştu.
İkinci büyük gösteri 1975 yaz mevsimi başında faşist Alparslan Türkeş; “Küçük Moskova’ya,Diyarbakır’a gideceğim,” diye bir demeç vermişti. 1973 seçimleri ile birlikte gerek Türk solu gerekse Kürt grupları hızla toparlanmaya başlarken devlet de boş durmayıp el altından MHP gençlerini komando kampları kurarak eğitip devrimci öğrenci gençlik ve aydınların üzerine saldırtmaya başlamıştı. Devrimci güçler kendilerini korumak için silahlanmak zorunda kalmış, o dönem onlarca Kürt ve Türk devrimcileri bu komandolarca vurulmaktaydı. MHP Kürt illerinde fazla örgütlenemiyor, Diyarbakır’da parti teşkilatını bile kuramıyordu. Alparslan Türkeş her konuşmasında ırkçı, faşist söylemleriyle kışkırtıcılık yapmaktaydı. “Diyarbakır’a, küçük Moskova’ya gidiyorum” demesi de bir kışkırtıcılıktı.
Bu arada üniversite sınavı için Diyarbekir’e yakın illerden yüzlerce öğrenci de gelmişti. Gerek Diyarbekir gençliği, gerek sınav için Diyarbekir’e gelen gençler, gerekse Ankara gibi başka şehirlerden gelen Kürtler iyi bir organize ve yönlendirme ile Türkeş 6 Haziran 1975’te Diyarbekir havaalanına iner inmez havaalanından Dağkapı Meydanı’na kadar protesto edilip konuşma kürsüsü yıkılıp yerle bir edilmiş, tek kelime edememişti. Ben de o tarihlerde Çermik’e gelmiştim. Çermik’ten on kişiye yakın bir grupla 6 Haziran sabahı Diyarbakır’a gitmiştik. Diyarbakır’da oturan Rahmetli Teyzem oğlu Salim Keçeci ile birlikte protesto grubunun içindeydik ve itfaiyenin bulunduğu taraftaydık. Polis ise kitleye saldırıp dağıtmak istiyor fakat başaramıyordu. Askerden yardım istenince alana tanklar eşliğinde yüzlerce asker gelmesine rağmen protestoları engelleyemiyordu. Faşist lider Türkeş Diyarbekir’den polis koruması altında kaçırılıp hava alanına getirilmiş ve Ankara’ya geri dönmüştü.
Olaylar polis ve askerlerin sert müdahalesine rağmen Diyarbekir caddelerinde gece yarısına kadar sürmüştü. Olaylar esnasında iki kişi yaşamını yitirmişti. Türkeş’in Diyarbakır’a sokulmaması Kürt illerinde olduğu gibi tüm Türkiye’de büyük bir yankı yapmıştı. Tüm devrimci ve demokrat kesime güven gelip moral vermişti. Devletin polis-asker desteği bile Türkeş’i Diyarbakır’da bir kelime etmeye yetmemişti. Ayrıca bu olaydan sonra Kuzey Kürdistan’ın birkaç ili dışında MHP’nin örgütlenmesi bitmişti. Bu olay da Kürtlerde ulusal bilincin gelişip gerek sivil gerekse resmi faşistlere karşı kafa tutmak anlamında önemli bir adımdı.
(Devamı var...)