Yaşamımda iz bırakan anılar-4
1970’li yıllar dünya ve bölgemizde sol rüzgarların estiği, Asya ve Afrika’da ulusal kurtuluş hareketlerinin başarıları, Latin Amerika’da devrimci hareketlerin yükselişi, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının mücadelesi dalga dalga yayılmaktaydı. Ve 1 Mayıslar dünyanın her yerinde coşkuyla kitlesel olarak kutlanıyordu. Bu gelişmelerin dışında kalmayan Türkiye’deki sol hareketler, sendikalar ve Kürtler hem yoğun bir şekilde örgütlenme ve çalışma yapıyor ve hem de 1 Mayısları kitlesel olarak kutlamaya çalışıyordu.
1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı Türkiye’de kitlesel olarak ilk kez 1976, 1977 ve 1978’de kutlanmıştı. Kutlamalar simgesel olaraktan İstanbul’da Taksim alanında yapılmaktaydı. Ben kitlesel olarak kutlanan bu her üç 1 Mayıs’a da katılmıştım. DİSK’in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) önderliğinde düzenlenen bu kutlamalara ilerici sendikaların yanında tüm sol, ilerici örgüt ve gruplar katılmıştı. Bu kutlamalar belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılan en kalabalık kutlama ve bir araya gelişti.
1976 yılında 1 Mayıs DİSK öncülüğünde kutlandığında Konya Seydişehir Etibank Alüminyum Tesisleri’nde çalışırken DİSK’e bağlı Maden-İş üyesiydim. 1 Mayıs için üç otobüs dolusu işçi arkadaşlarla bir gün önceden İstanbul’a gelmiştik. Sabah erkenden Taksim’e yüzlerce işçi ile gelip kollarımıza DİSK kolluğu takıp alanın güvenliğini sağlayacaktık. DİSK güvenliği sağlayacak biz işçilerin çoğuna sopalar da dağıtmıştı. Alana pankartlarla en önde sendikalar girerken bizler de alanın çevresinde kol kola tutuşmuş onları izlemekteydik. Sendikalardan sonra başta TKP (Türkiye Komünist Partisi) yanlısı İGD (İlerici Gençlik Derneği) olmak üzere diğer Sol parti ve kuruluşlar girmiş, en sonda ise Çin yanlısı gruplar gelince, bizlerden onların alana alınmaması için kol kola bir duvar gibi sıraya girmemiz istenmişti.
1975’ten itibaren Kürt meselesine ilgi duyup yeni çıkan Rızgari dergisinin 1. ve 2. sayısını okumuş ve Özgürlük Yolu dergisine abone olmuş takip etmekteydim. Alanın dış çevresinde Çin yanlısı gruplarla itişip kakışma olurken birden; “Kurdara Azadi”, “Kahrolsun Sömürgecilik” sloganlarını bir grup alanda atınca, duygulanmış ve onlara doğru bakarken töreni yöneten mikrofondan; “Bunları susturun’’ sözlerini duyunca görevliler sopalarla bunların üzerine yürüyünce şaşırmış, bunların Kürt gruplarından olduğunu anlamıştım. Kalbim o sloganları atanlarlaydı ve işçilerin onların üzerine yürütülmelerine kızmış ve beni düşündürmüştü. Kutlama sonrası akşam otobüslere binip Konya Seydişehir’e dönerken DİSK’in bu Kürt sorunu konusundaki tahammülsüz ve şoven durumunu düşünmekteydim. Zaten 1975 sonbaharında DİSK’in Eğitim Kampı’nın bulunduğu Balıkesir-Gönen’e gidecek listeden son anda ismimin çıkarılmasını hazmedememiştim, sebebi de aykırı görüşlerimi Maden-İş yöneticileri ile tartışmamdı. 1 Mayıs’taki Kürt gruplarına karşı olumsuz tavırlarını görünce DİSK ve Maden-İş’ten soğumaya başlamıştım.
İkinci 1 Mayıs gösterisine ise, 1977’de Ankara’da Mühendislikte okurken RIZGARİ pankartı altında katılmıştım. Yine bir grup arkadaşla Devrimci Yol grubunun tuttuğu bir otobüsü paylaşarak İstanbul’a sabah varınca, Beşiktaş semtinde toplanılacak yerimize geldik. İstanbul ve diğer yerlerden gelen arkadaşlar da gelince RIZGARİ pankartı arkasında yerimizi aldık. Sanırım Türkiye’de yapılan en büyük katılımın olduğu bir gösteri 1977 1 Mayıs gösterisiydi. 1 milyona yakın insan; işçisi, memuru, öğrencisi ve meslek kuruluşları ile alana girdiğimizde tıklım tıklım dolu olduğunu gördüm. Büyük bir slogan yarışı arasında Kemal Türkler konuşurken birden silahlar ve bombalar patlamaya başladı. Alanda birden panik başlayınca ve silah sesleri de durmak bilmeyince kaçışmalar başlarken bazı grupların üyeleri arasında silah taşıyanlar, silahlarını havaya sıkarken panik daha da artmaktaydı. Grubumla bulunduğum yerde elimdeki 1 metre uzunluğundaki tahta sopayı yukarı kaldırmıştım. Birden sağ kolum sarsılmış ve kendimi yere atarken sağ elim kırık tahta parçalarının üzerine gelmesi sonucu yaralanmıştım.
Bulunduğumuz yere en yakın olan Kazancı Yokuşu’na doğru hızla koştum. Tam yokuş girişinde bir kamyon park etmiş ve yolun yarısına yakınını kapatmıştı. Yokuşun girişinde büyük bir yığılma olmuş, sıkışmaya başlamıştık. Giderek arkadan gelenler de yüklenince ezilme korkusunu yaşamış, ayaklarım yerden kesilmiş durumdaydı. Sıkışmadan dolayı nefesimin de daraldığını fark etmiş, en alttakilerin boğuk bağırma sesleri gelirken öndeki bir kaç kişi; ”Geri çekilin, insanlar eziliyor’’, demesine rağmen insanlar alandan can havliyle kaçarken sıkışma giderek artmaktaydı. Göğüs kafesim gittikçe sıkışıyor nefes almakta zorlanıyordum. Önümdekinin üzerine 70 derecelik bir eğimle dururken öndekilerden biri tabancasını havaya ateşleyip bağırarak geriye çekilin dediğinde bir gevşeme olunca, hemen öne fırlayıp yerde yatanların üzerine yuvarlanmıştım. Sıkışmadan kurtulup kaçmaya başlarken üzerimde çokça kan lekelerini görünce daha da endişelenmiştim. Yokuş aşağı Karaköy’e doğru var gücümle koştum.
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Daha alana girdiğimizde başka bir caddeden alana girmek isteyen, Çin ve Arnavutluk yanlısı gruplarla kavga başladığını duymuştuk. Kendi kendime bu saldırı acaba onların işimi, diye soruyor fakat onlar alana daha girmeden alanı çevreleyen binalardan ateş açıldığını görmüş, büyük bir komplo olabileceği bana daha mantıklı gelmişti. Karaköy’e indiğimde üzerimdeki kan lekelerini görenler bana tuhaf tuhaf bakmaktaydı. Bu arada Diyarbekir-Çermikli deniz astsubayı olan hemşerim Hikmet Pamukçu’yla karşılaşınca, beni Eminönü Camisi’nin çeşmesine götürüp elimi yüzümü yıkarken sağ elimin avuç içi ve bileğimin kanadığını gördüm. Astsubay hemşerim mendilini de ıslatıp kan lekelerini silmeye çalışırken bir yerimde yara olup olmadığını sormuş; ”Sadece sağ kolum ve elimde acı var, vücudumda bir şey hissetmediğimi” söyleyip ceket ve gömleğimi çıkarıp vücuduma bakmış, kan lekelerinin sıkışmada yaralı birinden bulaştığı sonucuna vardık. Sağ elim; alanda ilk silahlar patladığında yere yatarken kırılmış bir tahta sopasının üstüne basmış ve sivri parçaları elime batmıştı. Cami kenarına yakın bir kahvede oturup hemşerim bana çay ısmarladı ve bir bardak su içince biraz daha şoktan sıyrıldım.
Hemşerim Çin yanlısı bir gruptandı ona; acaba sizinkiler mi yaptı sorunca bana: ”Ben de alana yakın bir yerdeydim bunu devlet güçleri yapmıştır büyük bir ihtimalle”, diye söyleyince ona; ”Benimde kanaatim onlar,” demiştim. Birlikte geldiğimiz arkadaşlar ne oldu acaba, merak etmiş, Yusuf Andiç’i düşünmüştüm. Acaba buluşma yerime gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken kan lekelerinin olduğu elbisemle, yeniden Beşiktaş sahiline yürüyecek hâli kendimde göremedim. Hemşerim de; ”Böyle kan lekelerini polis görse seni alırlar,” uyarısını da yapınca, Eminönü’nden kalkan ve akrabalarımın oturduğu Küçükköy semtine giden bir otobüse atladım. Akrabalarımın evine vardığımda beni öyle görüp şaşırdıklarında; ”Korkmayın yaralı değilim kan başkasının,” deyince rahatladılar, üstümü başımı değiştirdim. Elimden akıp pıhtılaşan kanı temizleyip sargı bezi ile sardılar. Akşam 23.00 haberleri için televizyonu açtıklarında görüntü korkunçtu. Polis panzerleri alana hızla girip bazılarını ezdiği görüntülerini, silah ve bomba seslerini, insanların panik içinde kaçışlarını görünce donup kalmıştım.
Sabah değerli akrabam Osman Bardakçı’ya; beni Topkapı garajına bırakmasını, söyleyince garaja gelip hemen Ankara otobüslerinden birine atlayıp Ankara’ya geldim. Hâlâ olayların şokunu tam atlatamamış, kazancı yokuşundaki sıkışmada nefes alamaz duruma gelip nasıl kurtulduğumun şaşkınlığını taşımaktaydım. Yorgun ve uykusuzluktan o gün arkadaşları arayamadım, sadece Çermik’teki aileme bir telgraf çekip ben iyiyim mesajını verdim.
Sabahı kalkıp Kızılay’daki Komal Yayınevi bürosuna gittim. Beni gören oradaki arkadaşlar sarılıp; grupla geri dönmeyince merakta kaldık demişlerdi. Yusuf ve diğer arkadaşları sorduğumda; Yusuf’un bir bacağının ezilip kırıldığını, alçıya alınıp evde olduğunu, diğer arkadaşlarında hepsinin döndüğünü söylediklerinde sevindim. Hemen Yusuf’un kaldığı eve gittiğimde beni görünce hem sevindi hem de kızarak fırçaladı. Yusuf Kazancı yokuşunda daha alt sıralarda sıkışıp kaldığını, sonra bir ayağının çok ağrıyınca o hâlde buluşma yerimize gidip arkadaşlar arasında beni görmeyince bir iki hastaneye gidip sorduğunu, bulamayınca bazı gazetelere kayıp diye ismimi vermiş; Tercüman, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde kayıplar listesinde adım çıkmıştı. Gazete ve televizyondan olayların boyutunu, kimlerin yapabileceğini öğrenmeye çalışıyorduk. Bu mahşeri kalabalık Türk devleti ve egemenlerini korkutunca büyük bir katliam provası yapmışlar ve gelişen devrimci hareketi korkutup önleme girişimiydi.
Üçüncü katıldığım 1 Mayıs 1978 mitingi yine İstanbul Taksim meydanında yapılmadan önce DİSK tüm sol grupları çağırmış ve yeni bir provokasyon olmaması için bazı önlemleri dayatmıştı. Toplantıyı Fehmi Işıklar yönetmekteydi. Kürtçe slogan ve pankart taşınmasına izin vermeyeceklerini söylediklerinde toplantıya ASDK-DER(Anti-Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği) adına katılan Yusuf Andiç buna karşı çıkmıştı. Toplantıya katılan diğer Kürt grupları ise DİSK’in kararına uymuşlardı. Biz grup olarak Yusuf’un önerisi olan ağzımıza bant vurup boş pankartlarla katılmak gerektiği kabul görmüştü. Bir gün önce kiraladığımız bir otobüsle İstanbul’a gidip sabahı Beşiktaş alanına yürüyüp toplanacağımız yere geldik. En başta ASDK-DER pankartı arkasında üç veya dört beyaz pankartlarla alana yürüdük. Alana girdiğimizde geçen yılın olayları acaba tekrar eder mi, birileri yine saldırır mı tedirginliği içindeydik. Mitingi yönetip mikrofonda konuşan ünlü tiyatro sanatçısı Genco Erkal, her alana giren gurubu tanıtıyordu. Biz alana girince; ASDK-DER gurubu geliyor, bir boş pankart, bir tane daha, bir tane daha derken şaşkınlık içindeydi. Sonra; “Türkiye işçi sınıfı elbet bu boş pankartların anlamını bir gün çözecektir” dedi.
Kafalarımız kutlama konuşmaları yapılırken hep alanı çevreleyen binalardaydı, acaba ateş açan olur mu diye. Bu kez olay olmadı, Çin ve Arnavut yanlıları da alanın içine girmek için biraz daha sorumlu davranınca bu kez 1 Mayıs kutlaması sakin geçmişti. 1977 1 Mayıs’ına Ankara’dan sorumlu olarak Yusuf Andiç ve Hüseyin Yeşildağ gelirken, 1978 1 Mayıs’ına Yusuf Andiç’le birlikte İkram Delen ve Hatice Yaşar da gelmişlerdi. Boş pankartları görüp yanımıza gelen bir yabancı gazeteciye Hatice Yaşar Fransızca açıklamalar yapmıştı. Bu arada alanın ortasında bulunan İGD’li gruplar birden TKP bayraklarını ve İsmail Bilen’in resimlerini açıp ”TKP’ye Özgürlük” sloganları atmaları, bizim Beyaz pankartların yaptığı etki ile onların çıkışları 1978 1 Mayıs’ına damga vurmuştu.
1979 1 Mayısı yasaklanmıştı. Bazı arkadaşlar yine İstanbul’a gitmişler ve korsan kutlama gösterileri yapmışlardı. Ankara’da da İstanbul’da olduğu gibi 1 Mayıs kutlamalarına izin verilmemişti.
Her 1 Mayıs günü geldiğinde hafızamı gerilere götürüp, derin derin düşünürüm. 1977 1 Mayıs’ının üzerinden tam 44 yıl geçti ve ben bu 44 yılı tesadüfen yaşadığımı, ölüme birkaç dakika kala nasıl kurtulduğumu, o dehşet anlarını, gözümün önünden geçenleri hâlâ dün gibi hatırlıyorum. 1977 1 Mayıs’ında yaşamını kaybeden 37 kişiden biri Diyarbakırlı hemşerimdi. Gazi Mahallesinde bulunan Ders Aletleri Merkezi’nde çalışan Devrimci Yol’la birlikte olan Mahmut Atilla Özbelen sık sık Gazi Mahallesindeki Çermiklilerin kahvesine gelir ve Kürt sorununu ona anlatır, Rızgari dergileri ve İsmail Beşikci’nin kitaplarını vermiştim. Fotoğrafını yaşamını yitirenlerin arasında gördüğümde derin üzüntü duymuştum. Mahmut Attila Özbelen’i ve 1977 1 Mayıs’nda yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum.
Resim: Mahmut Atilla Özbelen