15 Temmuz’da Diyarbakır’da Kürdistan’da yapılacak olan bağımsızlık referandumunun tartışıldığı bir çalıştay yapıldı. Çalıştayın çağrıcıları Azadi Hareketi, PAK, PDK-Bakur, PDK-T, ÖSP ve PSK idi. Çağrıcıların yanı sıra çok sayıda sivil toplum örgütü de çalışmaya destek verdi.
Geniş katılımlı bu çalıştaya ben de katıldım. Tartışmaları baştan sona takip ettim. Bazı konularda naçizane bir katkıda bulunmaya çalıştım. İzlenimlerimi paylaşmak isterim:
Bütün katılımcıların üzerlerinde mutabık oldukları nokta, 7 Haziran’da alınan ve 25 Eylül’de yapılması planlanan referandum kararının tarihi bir önemi haiz olduğuydu. Bağımsızlık için sandığa gidecek olmak, Kürt ve Kürdistan alınan mesafenin büyüklüğüne işaret ediyordu. Gizli saklı örgütlenmelerden ve dağ başlarında yapılan toplantılardan/kongrelerden bugünlere gelmek küçümsenmemeliydi. Dünyanın dikkat kesildiği bir halk oylamasını yapma aşamasına gelmenin kıymeti bilinmeli ve kazanımların tahkim edilmesi için dikkatli bir şekilde öne bakılmalıydı.
Katılımcılara göre bağımsızlık referandumuna rutin bir siyasi mesele muamelesi yapılamazdı, yapılmamalıydı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin siyasi, iktisadi, askeri ve idari sorunları olabilirdi. Her partinin bu sorunların nasıl çözüleceğine dair farklı bir perspektifinin olması ve partiler arasında bir siyasi rekabetin cereyan etmesi de normaldi. Lakin referandum, bu siyasi mücadeleye kurban edilmemeliydi. Bütün siyasi aktörler, tarihsel bir süreçten geçildiğinin bilinci ve sorumluluğuyla hareket etmeliydi.
Katılımcılar, 25 Eylül’ün salt Irak Kürdistanı’ndaki Kürtlerin değil bütün Kürtlerin kaderine tesir edeceği konusunda da hemfikirdi. Öncelikle halk oylamasının demokratik şartlar altında yapılmasını ve “evet” oyunun yüksek çıkmasını sağlamak için çalışılmalıydı. Bizden/onlardan yaklaşımından uzak durulmalı, elden geldiğince herkesi sürece katmamanın şartları oluşturulmalıydı. Kapsayıcı bir metotla varılacak bir bağımsızlık kararı, Kürtlerin iç bütünleşmesine ve kendi içlerindeki problemlerin çözümüne katkı sunacaktı. Bunun için herkes bulunduğu yerden bağımsızlık iradesinin yükseltilmesi için seferber olmalıydı.
“Kâğıttan devlet”
Çalıştayda müzakere edilen mevzulardan biri, neden referanduma gidildiğiydi. Öne çıkan iki önemli sebep vardı. Birincisi, Irak’ın artık bir kâğıt üzerinde bir devlet olduğu tespitiydi. Irak’ın sun’i dokusu son çeyrek yüzyılda yaşananlarla birlikte tamamen harap olmuştu, orada herkesi kucaklayacak ve koruma altına alacak bir devlet mekanizmasını işletmenin imkânları ortadan kalkmıştı. Kaotik görünümü giderek koyulaşan Irak’ta kimsenin hakkı, hukuku, canı, malı teminat altında değildi. Kürtlerin birçok bedel ödeyerek elde ettiği kazanımlarını koruyabilmesi için kaderlerini kendi ellerine almaları gerekiyordu.
İkincisi, Bağdat’ın federasyon olmanın gerekleriyle örtüşmeyen tavırlarıydı. Bağdat, anayasayı ihlal ediyordu. Münakaşalı bölgelerin akıbetini tayin edecek 140. maddeyi işletmiyordu. Bütçeyi kısıyor, bütçeden Kürdistan’a düşen payı göndermiyordu. Kürtleri açlıkla ve yoklukla terbiye etmeye kalkıyordu. Bu itibarla federasyonun dibine dinamit koyan, Bağdat’tı. Kürtler, tercihen Bağdat ile anlaşarak kendi yollarında gitmeliydi. Ancak eğer Bağdat engel çıkartırsa referandumdan sonra bağımsızlık ilanı için el çabuk tutulmalıydı.
Bazı katılımcılar, Irak’ın yetersizliğinden veya merkezi hükümetin yanlışlarından hareketle bağımsızlık savunusu yapmanın yanlış olduğunu ifade ettiler. Onlara göre, Bağdat herhangi bir sorun çıkartmasa ve Kürtleri bütün haklarını harfiyen yerine getirse de Kürtler bağımsızlık isteyebilirdi. Zira bu, onların doğal bir hakkıydı.
Ancak çalıştaydaki baskın görüş, bağımsızlığın hukuki olmaktan çok bir siyasi sorun olduğu yönündeydi. “Hak” olduğu için kimse Kürtlere bağımsızlığını altın tepsi içinde ikram etmeyecekti. Dolayısıyla Kürtler iç ve dış bağlarını kuvvetlendirmeli, her platformda muhataplarını ikna edebilecek argümanlar üretmeliydi. Bağdat’ın federasyon hukukuna ters düşen uygulamaları da bu çerçevede değerlendirilmeliydi.
“Ümmeti parçalamak”
Çalıştayda bağımsızlığa karşı ileri sürülen tezler de konuşuldu. İttifakla bu tezlerin yanlış olduğu belirtildi. Mesela bazı dindar çevreler “ümmeti parçalamak” olarak kodlanabilecek bir tezi dile getiriyor. Buna göre, Müslüman bir devletin bölünmesi İslam ümmetinin parçalanmasını derinleştirerek emperyalistlerin amaçlarına hizmet eder. Oysa bugün Arapların 22 devleti, Türklerin birçok devleti var. Farslar kendi devletlerine sahip. Kimse de onları ümmeti parçalamakla itham etmiyor.
Bu nedenle bu argümana dayanan bir itiraz, gerçekte dini araçsallaştırmak ve dini değerleri vasıta kılarak Kürtlerin meşru taleplerini boşa çıkarmaya çalışmaktır. Yanlıştır; doğrusu, Türkler, Araplar ve Farslar için ne isteniyorsa Kürtler için de aynısının istenmesidir. Onlar için geçerli olan neyse Kürtler için de aynısının geçerli olmasıdır.
Bir diğer itiraz “Kürtleri kendilerini ve bir devleti idare edebilir mi?” formunda ileri sürülüyor. Devlet tecrübelerinin olmadığına değiniliyor, bölgedeki sorunların fazlalığı öne çıkarılıyor. Bu tez de kabul edilemez. Tarihi tartışmalar yana KBY’nin bir süredir fiili bir devlet gibi davrandığı bir vakıadır. Keza, sorunların olması da devlet olmanın önüne bir engel olarak çıkartılamaz. Bugün en kadim ve en gelişmiş devlet dahi birçok problemle boğuşuyor ve bu onların devletlerine herhangi bir halel getirmiyor. Çalıştayda bir katılımcının ifade ettiği üzere “Halihazırda Birleşmiş Milletler’e üye iki yüze yakın devlet var. Ve Kürdistan bu devletlerin birçoğundan daha fazla devlet kokusuna sahiptir.”
Referandum tartışmalarında en fazla dillendirilen itiraz ise, bağımsızlığın vaktinin olmadığıdır. Ortadoğu’nun ve Irak’ın ateşten bir çemberden geçtiği bir süreçte, bağımsızlık için sandık kurmanın hem riskli olduğu hem de bölgedeki yaraları daha da kanatacağı söyleniyor. Ama “şimdi vakti değil” diyenler, vaktin ne zaman geleceğine dair bir bildirimde bulunmuyorlar. “Peki, şimdi değilse, ne zaman?” sorusuna cevap veren tek bir kimse yok. Hiçbir gelecek perspektifi öngörmeden Kürtlere sadece beklemeleri salık veriliyor. Bunun ise cezbedici veya ikna edici bir tarafı bulunmuyor.
“Ne yapmalı?”
Katılımcılara göre, bağımsızlık karşıtı görüşler bir tutarlılık taşımıyor ve gerçekliğe de tekabül etmiyordu. Çalıştayda, içeride ve dışarıda yapılması gerekenler üzerinde de duruldu. Kürtler arasında mümkün olan en geniş konsensüsün oluşturulması için referanduma mesafeli duran grup ve partilerle diyaloga girilmeliydi. Diplomatik alanda yoğun bir faaliyet yürütülmeli, uluslararası kuruluşların sürece katkı sunmaları sağlanmalıydı. Hem referandumda hem de sonrasında etkili olacak merkezlerde, mesela Ankara’da, güçlü bir çalışma yapılmalıydı. Bazı kesimlerdeki korkuları izale edecek bakışlar geliştirilmeliydi. Kamuoyunda bağımsızlık fikrini canlı tutacak ve besleyecek kampanyalar düzenlenmeli, geleneksel medya ve sosyal medya mecraları etkin olarak kullanılmalıydı.
Çalıştay, bağımsızlık referandumuna tam destek kararı ile son buldu. Çalıştaydan sonra yayınlanan deklarasyon işin özünü ortaya koyuyordu: Bağımsızlık referandumuna ve bağımsızlık kararına saygı “ahlaki ve vicdani bir gereklilik olduğu gibi, aynı zamanda bölge barışı için de temel bir şart” idi.
Herkes bu ahlaki ve vicdani gerekliliğe uygun davranmalıydı.