Haber | Pelin Özkaptan
30 yılın ardından demir kapıların ardından ‘dışarı’ çıktı yazar Rojbin Perişan. Dört duvar arasında kalem ve kağıtla bir halkın belleğini tarihe not düşmek için hep yazdı. Düşleri, kadınların hikayeleri ve savaşın gerçekliğini edebiyat ile buluşturdu. Perişan, “Unutmadığın veya vazgeçmediğin sürece umut vardır” diye vurguluyor.
30 yıllık mahpusluk, 30 Ekim’de son buldu ve ‘dışarıya’ adımını attı Rojbin Perişan.
Hep tartışılagelmiştir; mahpusluk dört duvardan mı ibarettir?
İşte Rojbin Perişan’ın çizilen sınırlara karşı inatlaşması da kelimeleriyle olmuş.
Bir ömre tekabül eden mahpusluk yıllarında kelimelerine kelimeler eklendi.
Pek çok öykü kaleme alan Perişan, 4 kitaba imza attı.
Kelimeleri kimi zaman küçük bir kız çocuğunun gözünden baktı dünyaya, kimi zaman sistem karşısında cüretle mücadele edenlerin destanı oldu.
30 yıllık mahpusluğun ardından kendisini ziyarete gelenlerle sohbet eden Perişan ile küçük bir molaya çıkıp, yazarlık sürecini konuştuk.
‘Mutlu sonla bitirilen hikayeler’
Yıllar öncesinde kitap yazmak gibi bir fikri yokmuş Rojbin Perişan’ın. İlk olarak cezaevinde düzenlenen bir yarışma için öykü yazmış.
Sonrasında yazmak bir ifade biçimine dönüştü. Seçtiğim konular toplumsal konular. Bizim yaşadığımız coğrafyada yaşanılan savaşın sonuçlarıyla ve yarattığı yıkımlara dair temalar. Ve tabi savaşın kadın ve çocuk üzerinde yarattığı sonuçlara dair. Cezaevinde olmanın getirdiği bir sonuç da; çokça okumak ve birikim elde etmek. Özelikle klasik devrim romanları dikkatimi çekiyordu. Devrimlerde neler yaşandı, sonrasında neye evrildiği üzerine kafa yoruyordum.
Çocukluğunu hatırladığında aslında hikayelere olan tutkusunun eskiye dayandığını fark etmiş.
Geçmişime baktığımda, çocukluğumda kardeşlerime hikayeler anlattığımı hatırladım. Bunlar kendimce kurguladığım hikayelerdi ya da var olan hikayeleri değiştirip, mutlu sonla bitiriyordum. Bunlar farkında olmadan, düşünsel ve psikolojik arka planı oluşturmuş. Tabi bunu geriye dönüp baktığımda fark ettim.
Bellek oluşturmak
Yazmak için hangi duygu onu harekete geçirmişti? Perişan şöyle anlatıyor:
Uzun zamandır devam eden bir savaş süreci var. Bu süreçte edebiyat bağlamında toplumsal belleğe katkı sunmak gerekiyor. Bu bilinç insanı harekete geçiren bir neden oluyor. Savaşın olumlu ve olumsuz yanlarını tahlil edip, çözümlediğinde bellekte bir takım sonuçlara yol açıyor. Özelikle sistemin yaratmak istediği belleksizliğe karşı bir bellek oluşturma, o belleğe katkı sunma ihtiyacı ve inancı giderek daha fazla ön plana çıkıyor.
‘Bir halkın ortak yazgısını paylaşmak’
İlk öykü kitabı yayımlandıktan sonra 90’lı yılları anlatan bir roman için kaleme sarılmış. 90’lı yıllar neden önemliydi? Onu da şöyle açıklıyor:
90’lar benim bir kısmını dışarıda diğer kısmını içerde geçirdiğim yıllardı. 90’ların gençliği onların hayalleri, özlemleri, beklentileri, yaratmak istedikleri dünya çok başkaydı. O yılların ruhu bir başkaydı. Bu ruhun mutlaka bilinmesi gerektiğine inandım ben. Yaşam telaşı içerisinde kaybolmaması, izinin silinmemesi, daha sonraki kuşaklarca bilinmesi gerektiğini düşündüm. Bu aynı zamanda vazgeçmemenin de ifadesiydi. O ruhu korumak, tazelemek sistemin psikolojik, kültürel vs. bombardımanına karşı bir duruş anlamına da geliyor.
Perişan’ın kitabını yazdıktan sonra fikrini aldığı kişiler ise koğuş arkadaşları olmuş.
İlk romanım olan ‘Saçlar ve Gölgeler’i bitirdiğimde, cezaevinde edebiyat alanını iyi bilen birilerine danışma imkanım olmadı tabi. Ben de koğuştaki arkadaşlarımla tartıştım, onların eleştiri ve değerlendirmelerini aldım. O süreci yaşamış olanlar da, genç olanlar da farklı kuşaktan insanlar kendilerini bulduklarını söyledi. Ben cezaevine girdiğimde daha doğmamış olanlar bile kendilerinden bir şeyler bulduklarını söylediler. Bu çok ilginç geldi bana. Bir halkın ortak yazgısını paylaşmayı hissettirdi.
“‘Bakır Sesli Kadınlar,’ daha çok kadınların yer aldığı bir kitaptı” diyen Perişan’ın amacı mükemmel değil gerçek karakterler yaratma üzerine olmuş.
Kadınların kendi dünyaları ve onların dışındaki dünyalarda var oluşlarına dair bir seyir izlemeye çalıştım. Mükemmel karakterler oluşturmak yerine her bir karakterin, güçlü ve zayıf yanlarıyla bir bütünü oluşturduğunu anlatmak istedim. Çünkü güçlü bir karakter oluşturmak bence çok da zor olmasa gerek. Ama bu mükemmellik gerçek değil, hayata karşılık gelmiyor. Kahramanlar bile zayıflıklarının farkında olup, onu dönüştürerek gerçekleştiriyorlar kendilerini.
‘Unutmadığın veya vazgeçmediğin sürece umut vardır’
Sokağa çıkma yasakları dönemindeki Cizre’yi anlatan ‘Toprağın Şarkısı’ Perişan için bir vefa borcuymuş.
Bu kitabım çıktığında Cizre olaylarının üzerinden çok zaman geçmemişti. ‘Çok erkendi, biraz daha demlenmeliydi’ şeklinde eleştiriler geldi. Ancak eğer o süreçte yazmasaydım bir daha yazamazdım. Peki erken miydi? Evet kanayan, sağaltılmamış yaralar vardı. Fakat ben bunu vefa borcu olarak yazdım. Cezaevinde tahliyesine 1 hafta kala Eylem arkadaş yanıma gelip, “Ben sana hayatımı anlatacağım, senin yazmanı istiyorum” dedi. O anlattı ben notlar aldım ama tahliye olunca yarım kaldı. Kısa bir süre sonra da Cizre’deki bodrumlarda yaşamını yitirdiğini duydum. Neden tahliyesine 1 hafta kala bunu istedi, hissetti mi diye düşündüm ve yazmam gerektiğini hissettim. O süreçte birçok yere yazdım, bilgi gelsin diye. Ancak bilgi gelmedi. Sadece cezaevinden birkaç arkadaş, Cizre’nin coğrafyasını anlattı.
O dönem henüz cezaevine gazete girişleri yasaklanmamıştı, gazete arşivlerini taradım. Küçük gazete haberlerinden karakterleri oluşturmaya, ruh vermeye çalıştım. O sürece dair eksik olabilir bunu tam yansıtamayacağımı zaten biliyordum. Mekanı ve süreci daralttım o yüzden. Çünkü hem şehri bilmiyordum hem de bu sürece vakıf olan kimseyle görüşemedim.
Perişan, ne kadar büyük ve derin bir acı olsa da sonuçta umut hala var olmaya devam ediyor mesajını vermek istemiş.
İnsan var oldukça umut devam edecek. Önemli olan unutmamak, unutulmaya bırakmamak. Çünkü sanki o süreç yaşanmamış gibi bir yönelim var. O süreçlerin yaşandığı yerler, mekanlar dümdüz ediliyor. Bütün bunlar belleksizleştirme politikalarının bir uzantısı. Unutmadığın veya vazgeçmediğin sürece umut vardır.
Ortak anı ve toplumsal bellek birbirini besliyor. Kendini bir parçası olarak hissetmediğin sürece ortak anıya dahil olamıyorsun. Bazı şeyler fiziki olanın çok ötesinde. Kaldı ki mevcut sistemde yan yana olan insanların bile birbirine aslında uzak olduğunu görüyoruz. Sistemin amaçladığı da bu zaten. O uzaklığı düşünsel, duygusal yakınlıkla aşmaya başladığında aynı sevinci ve acıyı yaşayabildiğini hissediyorsun. Bu insana ait müthiş bir şey. İnsanca düşünmenin sonucu. Yitirilen de biraz bu işte.
“Yıkımlarımızın, acılarımızın üstesinden gelemediğimizde üzerine bir örtü örtüyoruz. Unutmaya, ötelemeye çalışıyoruz. Ama en ufak bir çağrışımda bile bakıyorsun ki yanan bir kor gibi” diyen Perişan, unutmamaya tutunmuş.
‘Cezaevinde de kadınlara yönelik ayrım var’
Perişan’ın tahliyesinin ardından ilk sözleri “Özgürlüğü en çok hak eden kadın ve yaşamdır” olmuştu. Neden kitaplarında daha çok kadınlara odaklandığını ise şöyle anlatıyor:
Kadınlık gerçekten zor. Aynı kanun maddeleriyle yargılanıyoruz erkeklerle ama cezaevinde de kadın olmaktan kaynaklı ayrım var. Kadınları yazmayı tercih etmemin nedeni yaşam diyalektiğinin gereği. Çünkü yıllarca kadınlarla birlikte yaşadım, dört duvar arasında onlarla bir hayat kurmaya çalıştım. Onların hikayelerini dinledim, acılarına, sevinçlerine ortak oldum. Hayatı kadınlar üzerinden anlamaya çalıştım.
İçerde statik, durağan bir yaşam yok. Her yeni gelenle birlikte değişimleri o kadınlar üzerinden takip etmeye çalışıyoruz. Kadınlardan kurduğun bir dünya var ve bu dünyaya temas ettiğin oranda hayatın kendisine temas etmiş oluyorsun. Bunun ifade biçimi edebiyatta kendisini gösteriyor
‘Artık fotoğraflara bakarak değil, görerek yazacağım’
Perişan, son kitabı ‘Kırık Taşlar’ı tüm dünyanın içine kapandığı pandemi sürecinde kaleme almış.
Cezaevleri de pandemiden nasibini aldı. Ne görüş vardı, ne doğru dürüst böyle bir iletişim kurabiliyorduk. Kendi içimize çekilmiştik ve ben o ağırlığı biraz daha hafifletmek için yazdım. Küçük bir kızın gözünden göç ettirilmeye zorlanan bir ailenin hikayesi çıktı ortaya.
Peki 30 yılın ardından ‘dışarı’da yazacak olmak ona ne hissettiriyor? Şöyle anlatıyor:
Arkadaşlar dışarı çıkınca yazmak daha rahat olacak diyorlardı. Kafanda kurduğun şeyleri yerinde görme ve anlama imkanın olacak diyorlardı. Çok farklı hikayeler dinliyorum artık fotoğraflara bakarak değil birebir görerek, tartışarak yazabileceğim. Edebiyat biraz akıp giden hayat üzerinden şekillenecek.
Kaynak: Gazete Karınca
https://gazetekarinca.com/30-yil-sonra-tahliye-olan-rojbin-perisan-vazgecmedigin-surece-umut-vardir/