Mithat Fabian SÖZMEN
1959 Küba Devrimi’nin önderlerinden Ernesto ‘Che’ Guevara, 52. ölüm yıl dönümünde anılıyor.
14 Mayıs 1928’de doğan ancak nüfusa 1 ay sonra 14 Haziran’da kaydedilen Arjantinli devrimci, 9 Ekim 1967’de Bolivya’da katledilmişti.
Meksika’da Fidel Castro ve onun “Kübalı sürgünler” grubuyla tanışınca aldığı lakapla ‘Che’(Arjantinli erkekler için kullanılan bir hitap) Küba Devrimi sonrası bakanlık görevlerinin ardından Kongo ve Bolivya’da gerilla mücadelesi vermeyi sürdürmüştü.
Guevara, Bolivya’da ordunun yanı sıra ABD komandolarına karşı da mücadele vermiş ancak stratejik açıdan pek çok hatayı barındıran ‘Bolivya hamlesi’ yenilgiyle sonuçlanmıştı.
‘Che’, Bolivya’da esir alındıktan sonra La Higuera’daki bir okul binasına getirilmiş burada CIA görevlisi Felix Rodriguez tarafından sorgulanmış ve sonrasında infaz edilmişti.
Margaret Randall’ın deyimiyle tarih sahnesine çıktığı günden bu yana “duygusal ikonografimizde eşsiz bir yer kaplayan” bu simgeyi İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Aklımdaki Che’ kitabından yararlanarak fotoğrafları üzerinden anlatacağız ve buna Bolivya’daki infazın resmiyle başlayacağız.
9 EKİM 1967 – ÖLÜ CHE
Küba’nın özgün şartları, gerilla savaşının devrime kadar ilerleyebilmesini sağlamıştı ancak Fokoculuğun bu nadir başarılı örneği, dünyanın geri kalan bölgelerine uygulanmaya kalktığında bir dizi stratejik hataya neden oldu.
Che’nin Bolivya’da gerilla mücadelesini başlattığı 1967’de ülke proletaryası ayaktaydı. Madenler, devrimci faaliyetlerin kaynağıydı. Ülkede 1952-1964 arasında Victor Paz Estenssoro ve onun Ulusal Devrimci Hareketi (MNR) tarım reformunu hayata geçirmiş, kalay madenlerini kamulaştırmış, genel oy hakkını kazanmıştı. Madenciler güçlü sendikalar kurmuş, köylüler ise işledikleri toprakların sahibi haline gelmişti. Elbette ABD, bu kazanımlara saldırdı ve süreç tarihe “tamamlanamamış devrim” olarak geçti.
Ancak Che’nin kitle mücadelesinin bu kadar güçlü olduğu bir ortamda gerilla mücadelesi başlatmak üzere seçtiği bölge seyrek nüfusluydu ve yerli çiftçilere ev sahipliği yapıyordu. “Yabancı” olmanın sorunlarını Kongo’daki gerilla denemesinde yaşayan Che, şimdi yerlilerin dilini dahi konuşamadığı bir yerdeydi. Üstelik toprak reformunun kazanımları yerel halkta gerilla grubu için “Topraklarımızı çalmak isteyen yabancılar” imajı uyandırmayı kolaylaştırıyordu.
Che, Bolivya’da 11 ay boyunca sadece bir köylünün kendilerine gönülsüzce yardım ettiğini günlüğüne yazmıştı.
Küba ve Bolivya Komünist Partisi’nden de yeterince destek alamayan Che’nin 3 bine karşı 1 mücadele eden gerilla grubu yenilgiye mahkum bir hale geldi.
Astım hastalığı sebebiyle zaten zorlu şartlar içerisinde olan Che, yakalandığı gün “40 kilo” olarak betimlenecek kadar bitkin ve güçsüzdü.
Bu şartlarda La Higuera’ya getirilen Guevara, CIA görevlisi Rodriguez’in aşağılayıcı sorgulaması sonrası Bolivya Başkanı Rene Barrientos’un onayıyla infaz edildi. Çoğu, Che’nin kurtuluşu için mücadele ettiği köylüler olan Bolivyalı askerler, “ödül” olarak “av”larıyla fotoğraf çekildi.
Sözü fotoğrafları çeken Freddy Alborta’ya bırakalım: “Bir Mesih’in fotoğrafını çekiyormuşum gibi hissettim. Fotoğrafını çektiğim bir ceset değildi daha ziyade... olağanüstü bir şeydi.”
Margaret Randall, Che’nin ölü fotoğrafının çarmıha gerilmiş İsa’ya benzediğini söyler: “İşin aslı, Che kolektif bilincimizde çoktan havada durmaya başlamıştı bile. Ölüm, hayatı boyunca savunduğu değerleri sonsuza kadar derinleştirmiş ve sabitleştirmişti. Bu görsellerde resmedilen mesaj, Guevara’nın düşmanları tarafından lanse edilen onu bitirmeye yönelik tüm boş umutları aşan bir hale geldi. Aşkınlığı öldüremezsiniz.”
Che’nin bu fotoğrafı John Berger’den Leandro Katz’a pek çok isim tarafından yorumlandı. Ve onun ölüm haberinin ardından Latin Amerika’nın kentlerinin duvarları “Che Vive(Che yaşıyor)” sloganlarına boyandı.
5 MART 1960 - EN MEŞHUR CHE
Che’nin en meşhur fotoğrafı 5 Mart 1960’ta bir sabotaj sonucu Havana limanında infilak eden yük gemisi Coubre’de hayatını kaybeden 80 kişi için düzenlenen anmada çekilmişti. Devrim öncesi Küba’nın ünlü modacılarının daha sonra ise Fidel Castro’nun kişisel fotoğrafçısı olan Alberto ‘Korda’ Diaz, Che’nin üzerinde tek yıldız olan siyah bir bereyle, uzaklara baktığı anı peş peşe çektiği karelerle ölümsüzleştirmişti. Korda, Che’nin yüzünü kalabalıktan ayırmış, fotoğrafı basmış ve karanlık odasının duvarına asmıştı. Zamanla bu fotoğrafın kopyalarını arkadaşlarına vermeye başladı. Bu fotoğraf, tişört, poster ve hatta Smirnoff votka reklamlarında dahi kullanılarak dünyanın her yerini dolaştı. Fotoğrafın geniş kitlelere yayılmasının sorumlusu olarak İtalyan Yayıncı Gian-Giacomo Feltrinelli gösterilir.
Smirnoff votkanın fotoğrafı kullanması sonrası Korda dava açtı ve kazandığı 50 bin pound, Küba sağlık sistemine bağışlandı.
Korda, fotoğrafın devrimci sebepler çerçevesinde çoğaltılmasında sakınca bulunmadığını ancak ticari amaçlar için kullanılamayacağını söylüyordu.
8 Ekim 1993’te Kübalı Heykeltıraş Enrique Avila, Korda’nın meşhur fotoğrafını, Havana’daki Devrim Meydanı’nda metal kesmelerden yapılmış dev bir esere dönüştürdü. Çelikten ve güçlendirilmiş betondan yapılan eser, Che’nin el yazısıyla “Hasta la victoria siempre” yani “Zafere kadar daima” der.
1962 – FİDEL VE CHE
Oswaldo Salas’ın Havana’da çektiği bu fotoğraf, “devrimin” ve “ulusun” lideri Fidel Castro’yu ajite halde kitleye seslenirken, Che Guevara’yı ise kendinden emin ve mağrur şekilde gösterir.
Fidel Castro ve Che Guevara iki büyük lider olarak savaş ya da politika sahnesinde bunun getireceği muhtemel sorunları yaşamamayı kolektif amacın büyüklüğü ve o amaca duydukları saygıya borçlulardı.
1959 - CHE VE ANNESİ
Annesi, Che’ye hamile kaldığı sırada henüz evli değildi. Bu durum, her ne kadar Che, orta sınıfa mensup olarak dünyaya gelse de toplumsal çevrelerinde utanç verici olarak değerlendiriliyordu. Bu yüzden nüfusa doğduğu tarih olan 14 Mayıs değil 14 Haziran’da yazdırıldı.
Astım, gerilla yaşamı boyunca olduğu gibi çocukluğunda da onu epey zorladı. Meraklı olduğu rugby gibi sert sporlardan uzak kalmak zorunda kaldı.
Çocukluk arkadaşları onu, kavgaları ayıran, kuşları vuran ya da hayvanlara karşı zalimce davrananları pataklayan, kararlı biri olarak anlatıyor.
Ernesto, babasıyla birlikte çocukluğunda çok sayıda eyleme katılmıştı ve bu eylemlerin onun özgürlük mücadelesini kavraması konusunda etkili olduğu söylenir.
Ancak Che, Randall’ın aktarımıyla “zekasını, inançlarını, gücünü ve azmini büyük ölçüde annesinden almıştı.”
Büyük merakı ve dehasıyla dikkat çeken genç Che, tıp eğitimi sonrası motosikletiyle tüm Latin Amerika’yı dolaştı. Kıtanın yoksulluğuna ve Guatemala’da doktorluk yaptığı sırada yaşanan ABD darbesine tanıklığı onun siyasi şekillenişinde önemli rol oynadı.
Margaret Randall, Che’nin annesi Celia de la Serna’yı “Ebeveynler arasında daha derinlikli ve karmaşık olan” şeklinde tanımlıyor.
Oğlu yüzünden bir kez hapse de giren annesi, Che’nin ona Kongo’dan yazdığı son mektubunu okuyamadan –mektubun gelişinden 1 ay önce- öldü.
Anne-oğulun yazışmaları ikisi arasında sıra dışı bir bağ olduğunu gösteriyor. Randall, bu bağın anneliğe özgü olmasının yanı sıra politik bir bağ olduğuna dikkat çekiyor.
Yazıda kullanılan kaynak:
Aklımdaki Che,
Margaret Randall,
İletişim Yayınları,
Çeviren Kıvanç Koçak
180 sayfa
Bu yazı ilk olarak Evrensel’de yayınlanmıştır.