1979'dan 1984 sonuna kadar Diyarbekir 5 Nolu Askeri Cezaevi'nde kalan, Rûpela Nû yazarlarından Kamil Sümbül, 1981 yılında mahkemeye verdiği savunmasını Rûpela Nû okuyucularıyla paylaştı.
Kamil Sümbül savunması hakkında "O dönemin en vahşi döneminde iç çamaşırlarımın içinde saklayıp mahkemeye verdiğim savunmamı nihayet geçenlerde avukatımın uzun çabaları sonucu bana yeni ulaştı. Savunma metnimin Kürt kamuoyunca bilinmesinde yarar gördüğümden yayımlıyorum." diyor.
Rûpela Nû olarak 12 Eylül döneminin vahşetine yakından tanıklık eden Kamil Sümbül'ün mahkemeye sunduğu siyasi savunmasını olduğu gibi siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.
1981 SAVUNMA
DİYARBAKIR SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI 1. NO’LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA.
İDDİANAMEYE CEVABIM
Ben 2. 9. 1979 tarihinde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca göz altına alındım. 19. 9. 1979 tarihindede tutuklanıp Mamak askeri cezaevine konuldum. 7 aya yakın bir süre Mamak askeri cezaevinde kaldım. Ankara Sıkıyönetim mahkemesi, dosyamızla ilgili yetkisizlik kararı alıp bizi Diyarbakır Sıkıyönetim askeri savcılığına sevk etti. 24. 3. 1980 tarihinden beride, Diyarbakır Sıkıyönetim askeri cezaevinde yatmaktayım.
Mahkeme tarihimiz olan 13. 7 1981 tarihine kadar, yani 2 yıla yakın bir süredir tutuklu olmama rağmen, ancak yeni mahkemeye çıkarılmaktayım. Dosyamın hazırlık soruşturması, 2 yıl süremiyeceği gibi, hiçbir haklı gerekçe gösterilmediği halde uzun bir süre mahkemeye çıkarılmadım.
Nihayet 2 yıl gibi uzun bir süre sonra, iddianamemiz gelir ve “gizli örgüt üyesi” olduğumuz, “Devletin hakimiyeti altındaki bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemi hususi vasıtalarla işlemek için gizlice ittifak etmek” ve diğer iddialarla suçlanmaktayız. İddianamede birkaç kişi dışında tanımadığım 162 sanık, ayrıca iki tane “gizli örgüt” ve çelişkilerle gerçek dışı, bilimsel olmıyan iddialarla dolu bir çok noktaları iddianamede okudum. Ayrıca TCK’nın (Türk Ceza Kanunu) 171/1, 173/3, 31 ve 33 maddeleri gereğince cezalandırılmam isteniyor.
İddia makamının hazırladığı iddianamede, iddia edilen noktalar ve TCK’nın adı geçen maddelerine göre neden cezalandırılmak isteniyoruz? Bu iddialar gerçek ve bilimselmidir? Hakkımızda istenen bu maddelerde geçen suçu işlemişmiyiz? Bu soruların cevaplarını belirtmeden önce önemli bir noktayı açıklamak gerekmektedir. İddia makamı, elindeki tüm geniş imkanlar, araç ve gereçlerden yararlanarak 132 sahifelik iddianamemizi hazırlayıp bizleri suçlu görüp cezalandırmak istemektedir. Bizler ise iddia makamının bu iddialarına karşı, kendimizi savunmak için her şeyden yoksun bulunmaktayız
Halbuki günümüzde geçerli olan yargılamalarda, burjuva hukuku iddia makamına tanıdığı hakları sanığa da tanımıştır. Ama bizler bu haktan yararlanamadığımız gibi, iddia makamının hakkımızda idam da dahil çeşitli ağır cezalarla cezalandırılma karşısında kalırken, kendimizi savunmak için hiçbir savunma hakkı imkanı tanınmadan mahkeme karşısına çıkarılmaktayız.
Hakkımda istenen 171/1, 173/1, 31 ve 33. maddelerin neyi kapsadığını, hangi suça uygun maddeler olduğunu bile bilememekteyim. II İddia makamının hazırlamış olduğu iddianame incelendiğinde, gerçek dışı, bilimsel olmıyan ve objektiviteden yoksun bir şekilde hazırladığı görülmektedir. Bu noktaları sırası geldiğinde açıklıyacağım.
İlk önce ne ile suçlanıyoruz, bunu açmak gerekmektedir. İddia makamı bizleri “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemi hususi vasıtalarla işlemek için gizlice ittifak etmek” ve TCK’nın 171/1, 173/1, 31 ve 33 maddelerine göre cezalandırmak istemektedir.
İddia makamının iddia ettiği gibi, gerçekten bu suçu işlemişmiyiz? Bu soruyu cevaplandırmadan önce, suçlu ve suçsuz kavramlarını günümüze kadar kısaca açıklamakta yarar var. Sınıflı toplumların ortaya çıkışından günümüze kadar bu toplumlar, çeşitli değişim ve gelişmelere uğramış ve günümüz toplumlarına kadar gelmiştir. Suçluluk ve suçsuzluk kavramıda buna paralel olarak değişim ve gelişmelere uğrayıp günümüzdeki yerine oturmuştur. Sınıflı toplumlarda üretim araçlarını ellerinde bulunduran sınıf, toplumun maddi egemen gücü de olduğundan, tüm yapı ve kurumları kendi egemenliği doğrultusunda oluşturduğundan suçlu ve suçsuz kavramıda bu yapıya göre biçimlenmekteydi. Günümüz kapitalist toplumunda maddi olarak egemen olan güç, tekelci burjuvazi ve diğer egemen sınıflardır. Tüm toplumsal yapı ve kurumlar bu egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda biçimlendiğinden, suçlu ve suçsuz kavramıda bu yapıya göre biçimlenmektedir. Yani kapitalist egemen sınıfların çıkarlarını savunmak, bu doğrultuda çalışma yapmak suç değildir. Ama kapitalist egemen sınıflara karşı, emekçi ve halk kitlelerinin yanında yer alıp, işçi ve yoksul tabakaların çıkarlarını kapitalist egemen sınıflara karşı savunulduğunda suçlusundur demektir.
Günümüzde yüzlerce, binlerce devrimciler egemen güçlere karşı, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin çıkarlarını savunduğundan dolayı katledilmektedirler, ağır cezalara çarptırılmaktadırlar ve hala binlercesi cezaevlerinde bulunup yargılanmaktadırlar.
Bunun yanında günümüz dünyasında ezilen ve sömürge halklar, emperyalistlere ve sömürgecilere karşı ekonomik ve siyasal kurtuluş mücadeleleri verirlerken emperyalistler ve sömürgeciler bu halkları suçlu görmekte, kanla, ateşle, katliamla talan ve yağmayla üzerlerine gitmişlerdir. Ama tarih gerçek suçluların kimler olduğunu gösterdiği gibi suçsuz ve haklı mücadelelerede he zaman sahip çıkıp, haklı olduklarını kanıtlamaktadır. Vietnam halkı, ABD emperyalistlerince de suçlu olarak görülüyor ve tanklarla, toplarla, uçaklarla bombalanıp cezalandırılmak isteniyordu. Ama tarih gerçek suçlunun ABD emperyalizmi olduğunu, Vietnam halkının suçsuz ve haklı mücadelesini göstermiştir.
Kürt halkı ve diğer ezilen sömürge halklar Kendi Kaderlerini Tayin Etme mücadelesinde, sömürgeciler ve emperyalistler tarafından suçlu görülmektedir. Sömürgeciler ve emperyalistler Kürt halkı ve diğer ezilen sömürge halkları cezalandırmak için her çareye baş vurmakta oldukları halde yine tarih onları suçlu sandalyesine oturtacaktır. Vietnam ve diğer kurtuluşlarını kazanmış olan halklar gibi Kürt halkı ve diğer ezilen sömürge halklar, ulusal demokratik mücadelelerinde suçsuz ve haklı oldukları açıktır.
Gelelim iddia makamının hakkımızdaki “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemi hususi vasıtalarla işlemek için gizlice ittifat etmek” iddiasına:
İddia makamının iddia ettiği gibi bu suçu işlemişmiyim? İddia edilen topraklar hangi bütünün parçalarıdır? Üzerinde yaşadığımız toprakları 1924’te Lozan antlaşmasında emperyalistler ve sömürgeciler Kürdistanı 4 (dört) parçaya bölüp bütününden ayırıp parçalamışlar ve sömürgeleştirmişlerdir. İddia makamının iddia ettiği “Devlet hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemi...” emperyalistler ve sömürgeciler 1924’te Lozan antlaşmasında bu suçu işlemişlerdir. Gerçek suçlular emperyalistler ve sömürgecilerdir. Bizler böyle bir iddia edilen suçu işlememiş bulunmaktayız.
İddia makamı benimle ilgili bu iddiayı ileri sürerken acaba Ankara’da evimde bulunan kitaplarlamı bu suçu işlediğim kanaatindedir? Hiçbir zaman kitaplarla bu suç işlenmez.
İddia makamının hazırlamış olduğu iddianamenin gerçek dışı, bilimsellikle ilişkisi olmayan ve çelişkili şeylerle dolu olduğunu belirtmiştim. Bunları iddianameden örnekler vererek açıklıyalım.
İddianamenin 21. sahifesinde “Osmanlı imparatorluğunun zayıfladığı ve çökmeye başladığı yıllarda, sömürgeci devletlerden İngiltere ve Rusya... bu bölgede belli amaca yönelik çalışmalarda bulunmuşlar, bölgede yaşayan halkı ayrı ırktan gelme Kürt ve Arap diye ayırdıktan sonra...” diye devam etmektedir. İddia makamı “Bağımsız Kurdistan Cumhuriyetini kurma fikrini... bulmak için tarihin biraz gerisine gitmek gerekmektedir” derken, tarihi bilmediği veya çarpıtıp mahkemeyi yanıltmak istediği açığa çıkmaktadır. Çünkü Orta-Doğu’da “Arap ve Kürt ulusu iddiasını ortaya atıp halkı bölmek isteyen sömürgeciler” derken Orta-Doğu’nun en eski iki halkını yok saymaktadır. Bugün Orta-Doğu’da irili ufaklı bir sürü Arap devletleri ve Arap halkları bulunmaktadır. Ayrıca Kürdistan parçaları olan Türkiye, İran Irak ve Suriye sınırları içinde kalan topraklarda yaşayan Kürtlerin varlığını iddia makamıyla tartışmak ve ispatlamak için, 1981 yılında yeni bir Kristof Kolomb olup Amerika kıtasını keşfetmeye kalkmak kadar saçma olur. Hele iddia makamının yoktur dediği Kürt yanı başımızda İran ve Irak’ta Ulusal demokratik mücadelesinin yükseldiği dönemde, tartışılması gereken konu; Kürt halkının Ulusal demokratik mücadelesidir
Yine iddia makamı, “İngiliz ve Rus yazarları Kürtlerle ve tarihi ile ilgili çok kitap yazmışlar, bu kitaplarda müşterek konu, ayrı bir ırktan gelme Kürt ulusunun var oluşu ve bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulmasıdır” derken acaba iddia makamı öğrencilik yıllarında tarih okurken Türklerin tarihini ortaya çıkaran Orta-Asya’daki konumlarını ortaya koyan bilimsel eserleri yazan İngiliz, Alman ve diğer Avrupalı tarihçiler olduğunu unutuyormu? İddia makamı bunu iddia ederken, gerçekte bilimi, bilimsel araştırmaları reddetmektedir.
Bir ezilen ve sömürge ulusun bağımsızlık mücadelesi vermesini başlatan temel olgu; Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte uluslaşmanın başlayıp Kendi Kaderlerini Tayin etme mücadelesini vermesidir. Yoksa dış güçler, hele emperyalistler ve sömürgeciler bağımsızlık fikrini ortaya atmayıp bilakis bu fikri yok etmeye çalışırlar. Yani, “İngilizler bağımsız Kürdistan devleti fikrinin temelini atmışlardır” diyen iddia makamının ne kadar bilim dışı bir görüşü savunduğu ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini İngilizlerin fikriymiş diye gösterme adı altında karalama ve yok saymasıdır. 1800’lerin sonlarında Kürdistan’a giren kapitalizm uluslaşmayıda geliştirdiğinden Kürt halkı egemen devletlere ve İngilizlere karşı kendi kaderini tayin hakkı mücadelesini milli direnme hareketleriyle göstermiştir.
İddia makamının bir diğer çarpıttığı ve gerçek dışı iddiasıda, Çarlık Rusyası ile 17 ekim devrimiyle Sovyetleri bir değerlendirmesidir. Lenin önderliğindeki Rus proleteryası 17 ekim devrimiyle emperyalistlerin ve sömürgecilerin ezilen sömürge ulusların topraklarının paylaşılması planlarını tüm dünya halklarına açıklamışlar, ezilen – sömürge halkların mücadelesine her türlü yardımları yapıp bir çoğunun kurtulmasında rol oynamışlardır. 1919-1923 Kemalist hareketi desteklemeleride ulusların kendi kaderlerini tayin etme ilkesinin gereği olduğunu iddia makamı görmezlikten geliyor. 17 ekim devrimi ile birlikte, dünyada ezilen – sömürge halkların artık proleter önderlikle gerçek kurtuluşlarını sağlıyacaklarını, Ulusal kurtuluş savaşlarının proleter devrimlerin bir parçası olduğunu ve çağımızın proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı olduğunu göstermiştir. İddia makamını bu önemli noktalar her halde pek ilgilendirmiyor olsa gerekir.
Ankara Mamak cezaevindeyken, sıkıyönetim savcılığına vermiş olduğum ifademdede belirtiğim gibi, bir çok devrimci içerikli yayınları okuduğum gibi, Ala Rızgari dergisinide alıp okuduğumu, hiçbir gizli örgüt üyesi olmadığımı, Ala Rızgari dergisinin görüşlerini doğru bulduğumu, Ala Rızgari dergisinin bir örgüt olmayıp bir dergi, yasalar çerçevesinde çıkan bir dergi olduğunu belirtmiştim.
İddia makamı, iddianemede Ala Rızgari ve Rızgari dergilerinin örgüt olduklarını belirtmekte ve benimde örgüt üyesi olduğumu “ispatlamaktadır”.
Ben Ala Rizgari dergisini okuyup görüşlerini doğru bulmaktayım. Yanlız Ala Rizgari dergisini değil Rizgari dergisininde birinci sayısından beşinci sayısına kadar satın alıp okumuş ve görüşlerinede katılmaktayım.
Ayrıca Roja Welat, Özgürlük Yolu, Kurtuluş Sosyalist Dergisi, Devrimci Yol, Ürün, Birikim, Aydınlık, Yankı gibi dergileride satın alıp okumuşumdur. Bu dergilerin bir bölümünde bazı görüşleri doğru bulmaktayım. Şimdi iddia makamına soruyorum; Bu dergilerin hepsi gizli örgütmüdür? Mevcut basın yasasına göre yayın yapan bu dergiler, siyasal içerikli olduklarına göre, sosyo-politik, ekonomik görüşleri yazmaları doğaldır. Ayrıca sahip ve sorumlu yazı işleri müdürleride bulunmaktadır. Bu dergiler nasıl gizli örgüt olarak değerlendirilebilirler? Bu dergileri okuyan ve bulunduranlarda nasıl gizli örgüt üyesi olarak değerlendirilebilinir? Zaten bu dergiler görüşlerini açıkça yazmaktadırlar. Yazılarda mevcut yaslara göre suç varsa soruşturma açılır. Görüşlerini açıkça sahifelerinde belirten dergiler gizli örgüt olmaya niye ihtiyaç duysunlarki? İşte iddia makamı bu gerçekleri ters yüz ederek yasal dergiler olan Ala Rızgari ve Rızgari dergilerini gizli örgüt olarak göstermekte, bizleri üye olarak göstermekte, gerçek dışı gerekçelerlede mahkemeyi yanıltmaya çalışmaktadır.
Askıya alındığı halde hala yürürlükte olan anayasa ve kanunlar, her ferdin istediği düşünceyi benimseyebileceği, okuyabileceği, hiçbir izne gerek duymadan savunabileceği ve yayınlaya bileceğini yazmaktadır. Bu somut durumda ortada iken, görüşlerini açıklayan bir dergi gizli örgüt olamaz, bu dergiyi okuyan ve bulunduranlarda gizli örgüt üyesi olamazlar. İddia makamı, anayasa ve kanunların fertlere tanımış olduğu hakları yokmu saymaktadır? Bizce yok saymaktadır. Ankara’daki evimde yapılan aramada 6-7 çeşit siyasal dergileri okuyup bulundurduğum arama zaptında geçmektedir. Ben bu dergileri devrimci olduğumdan dolayı alıp okumuşum, bazılarının görüşlerini doğru bulduğum gibi, bazılarının görüşlerinide doğru bulmamaktayım. Şimdi iddia makamının mantığına göre ben yalnız Ala Rızgari’nin değil, Rızgari, Roja Welat, Özgürlük Yolu, Birikim, Kurtuluş dergisi, Aydınlık Ürün ve Yankı adlı “gizli örgütlerin” tümünün üyesi olacağımdan iddia makamı beni bu saydıklarım dergilerinde “gizli örgütü üyesi” olarak yargılanmam gerekmektedir. İddia makamının Ala Rızgari ve Rızgari dergilerini gizli örgüt göstermesinin ne kadar gerçeklerle ilişkisi olmadığı, objektif bir değerlendirme yapmadığı ortadadır
Yine iddia makamı Ala Rızgari dergisini, ticari amaçla çıkmadığını, reklam almadığını vs. diyerek gizli örgüt olduğunu kanıtlamak istemektedir. İddia makamı o kadar yanılmaktadırki, siyasal içerikli dergilerin reklam almayıp sadece içindeki yazıların okunup tutulmasıyla ayakta durduğunu göz ardı ediyor. Türkiye’de bir çok edebiyat ve siyasal içerikli dergiler çıkmaktadır. Bunlar hemen hemen hiç biri reklam almak veya ticari amaç için değil, görüşlerin yaygınlaştırılıp dergilerin okunulması amaçlarlar. Bu tür dergiler sık sık toplattırılmaktadırlar.
Yine iddia makamı “basın kanunu ve TCK’nın boşluklarından yararlanarak faaliyet gösteren gizli örgüt...” vs. iddiaları karşısında iddia makamına şunları sormak gerekiyor; Bugün Türkiye’deki mevcut kanunları (Türk ceza kanunu, basın kanunu, dernekler kanunu) yetersizmi görmektedir? İddia makamı kendini yasama organının yerinemi koymaktadır? İddia makamı bunlarımı amaçlamaktadır: Bireyler görüşlerini yayınlamak için dergi vs çıkarmamalıdırlar, çıkaranlar en ağır cezalarla cezalandırılmalıdır mı diyor? Basın özgürlüğü ve insan hak ve özgürlüklerine karşı çıkmıyormu? İddia makamının bu iddiası tek başına bile iddianemenin ne kadar yanlış, kasıtlı, gerçek dışı şeylerle dolu olarak yazıldığını en net biçimde gösteriyor.
Şu gerçeği belirtmek gerekirki, iddia makamının mantığı yürürlükteki yasalara göre görevini yapmak değildir. Basın özgürlüğüne ve insan hak ve özgürlüğüne bir saldırıdır. Demokratik bir hak olan fertlerin görüşlerini her türlü araç ve gereçlerle açıklama hakkına saldırıdır. Bu mantıkla böylece her yayına atılan devrimci-demokrat yayınlar gizli örgüt olarak değerlendirilince artık dergiler çıkamaz anlayışı ortaya çıkmaktadır
Günümüzde demokratik kitle örgütlerinin olduğu gibi, devrimci-demokrat yayınlarında önemli görevleri bulunmaktadır. Bu görevler, ekonomik, siyasal ve ideolojik sorunlar karşısında emekçi sınıf ve tabakaları bilinçlendirmek ve duyarlı kılmasıdır. Bir çok devrimci-demokrat yayın organları, egemen sınıfların baskı ve sömürülerini deşifre ettikleri, emekçi sınıf ve tabakaları bilinçlendirip duyarlı kıldıkları için saldırılarla karşı karşıya kalmışlardır. Bugün, Ala Rızgari dergisi bu görevini yapmaya çalıştığı için, Kürt halkının sömürgeciliğe, emperyalizme, faşizme ve feodal gericiliğe karşı duyarlı kılan yazılar yazdığı için sömürgeci güçler tarafından saldırıya uğramış, hiçbir tutarlı gerekçe gösterilmeden bugün mahkeme karşısında “gizli örgüt” diye yargılanmaktadır
Sömürgeciliğe karşı çıkmayı iddia makamı suç olarakmı görüyor? Sömürgecilik, kapitalizmin yüz karasıdır.
Genç burjuvazinin hammadde ve pazar ihtiyacı için gündeme gelen sömürgecilik, geri kalmış halklara “medeniyet” adı altında kan, zulüm, işkence, talan götürmüştür. Bugün tüm dünyada Birleşmiş Milletlerinde 21 şubat gününü sömürgecilikle mücadele günü olarak kabul etmesiyle tüm dünya halkları ve işçileri tarafından lanetlenmektedir. Sömürgeciliğe karşı çıkmak demek,ezilen ve sömürge halkların siyasal ve ekonomik kurtuluşlarını savunmak demektir. İşkenceye, zulme, talana, sömürüye soykırıma, ırkçılığa, şovenizme ve asimilasyona karşı çıkmak demektir. İddia makamı sömürgeciliği savunuyormu ki, bunlara karşı çıkan bizleri cezalandırmak istiyor. Ala Rızgari dergisi sahifelerinde Kürdistan’daki sömürgeciliği teşhir ediyorsa bu suç değil, devrimci-demokrat bir yayın olduğu için görevidir.
2. 9. 1979 tarihinde evimde yapılan arama sırasında evimde kalan iki misafirimle gözaltına alınıp tutuklanmıştım. Ayrıca evimde bana ait olan kitaplar ve aynı günün sabaha doğru dış kapıya (kaldığım dairenin) bırakılan 3 pakete el konulmuştu. Ankara’da askeri savcılığında vermiş olduğum ifademde, gerek evdeki misafirlerimin durumunu, gerek kütüphanemdeki kitaplarımı, gerek 3 dolu paketin (içinde ne olduğunu bilmiyordum) durumunu anlatmıştım. İddia makamı benim gizli örgüt üyesi olduğumun kanıtını bunlara bağlıyor. Halbuki siyasal ve ekonomik içerikli kitap ve broşürleri, Kürt halkı ile ilgili dergi ve kitapları kitapçılardan alıp okumam beni gizli örgüt üyesi nasıl yapar. Siyasal içerikli dergileri satın alıp okumamla nasıl gizli örgüt üyesi olurum. Evime getirilip kapıyı uykuda olmam nedeniyle geç açınca 3 dolu paketi bırakanların beni tanıyanlardır diyerek içeri alıyorsam ve aniden arama yapılıp içinde Ala Rızgari dergileri ve bildirileri çıkıyorsa nasıl gizli örgüt üyesi olabilirim. Ama iddia makamı gizli örgüt üyeliği için biryerde Kürtlerle ilgili ve devrimci yayınlar varsa bunu yeterli kanıt saymaktadır. Bu kanıt olamaz, iddia makamı mahkemeyi yanıltmak için böylesine tutarsız ve çelişkili şeylere baş vurduğu açıktır.
Yine iddia makamı iddianamede “1977 yılında ‘Ala Rızgari örgütüne’ girdiğimi, örgütün legal derneği Ankara ASDK-DER’e gittiğimi, eğitim çalışmalarına katıldığımı...” vs diye yazıyor ve bunun benim sorgulama ifademden aldığını beyan ediyor. Benim poliste ifadem alınmadığı gibi işkence zoruyla bir kağıt imzalattırılmıştı.
Ankara’da askeri savcılıkta Ankara Emniyetinde 1. şubede 12 gün kaldığımı, kaldığım süre içinde bana çok defa ve saatlerce elektrik işkencesi yapıldığını, çırıl çıplak soyup çarmıktan asıldığımı, vücudumun değişik yerlerinden elektrik akımı verildiğini belirtmiştim. Eğer iddia makamı basını iyi izliyorsa yalnız 1980 yılı içinde, Ankara 1. şubede onlarca devrimci işkence tezgahlarında katledilmişti ve halen sıkıyönetim mahkemelerinde davalar devam etmektedir. Bana yapılan işkenceler sonucu sol kolum felçlik geçirmeye başladı, ayrıca idrarımdan kan geliyordu. Mamak cezaevine gelince görevli doktora muayene olmuştum. 6-7 defa yine doktora çıkıp hastaneye kaldırılmamı istemiş, ama kaldırılmamıştım. Mamak cezaevi vizite defterlerinde kolumun bir çok defa muayenesi sonuçları ve idrarımdan kan geldiğini doktor vizite defterine işlemiştir. Yine Ankaradayken askeri savcıda işkenceyi ifademde de anlatmış olup savcı beni hastaneye sevk edeceğinide söylemişti ama yine hastaneye kaldırılmamıştım.
Ankara’da 1. şubedeyken bana yapılan işkenceler sırasında gözümü kapatan sargı düşünce işkencecileri görmüştüm. Bana işkence yapan polislerden birinin adı Turan Çepik, diğerine ise Halil İbrahim ve İbrahim peygamber diye hitap ediliyordu. Uzun boylu olanın alnı fazla açık esmer ve iri burunlu, diğeri ise kısa boylu şişman ve biraz sarışın tipindeydi. Bunları görsem hemen tanırım. Yine ayrıca 1. şubedeyken polisler, “İfadeni kendin yaz biz daktiloya geçelim” deyince 2 sahifelik ifademi yazmıştım. Yazdığım ifade Ankara askeri savcılığındakinin hemen hemen aynısı idi. Ama savcı bana bir kaç nokta okuyunca sorgulama ifademi polisin yazdığını ve bana zorla imzalatılan kağıt olduğunu savcıya anlatmıştım.
Ankara’dan Diyarbakır askeri cezaevine gelince yine birkaç defa cezaevi doktoruna çıktım. 2 defa hastaneye sevk edildiğim halde götürülmedim. Geçenlerde yine doktor tarafından hastaneye sevk edildim, götürülmemi beklemekteyim
İşkence insanlık suçudur. Tarih boyunca egemen sınıflar kendi çıkarlarını korumak her zaman işkenceye başvurmuşlardır. Günümüzde devrimciler egemen sınıfların ve en gerici kanlı diktatörlüklerinin baskı ve sömürüsüne karşı mücadele verirken işkence görmektedirler. İşkence Türkiye’de siyasal iktidarların resmi bir politikasıdır. Çünkü ben CHP iktidarı döneminde işkence gördüm ve yüzlerce devrimci görmüşlerdir. Ardından AP (Adalet partisi) azınlık hükümeti döneminde 10’larca devrimci katledilmiş ve sakat kalmışlar, yüzlercesi işkence görmüşler.
12 Eylülle birlikte Türkiye’deki siyasal yapı nitelik değiştirmiştir. Yine binlercesi işkence görmekte ve katledilenler artmakta olup ayrıca cezaevleride birer işkencehaneye çevrilmiş bulunmaktadır. İddia makamı işkenceyi insanlık suçu olarak görüyormu? İşkence zoru ile imzalattırılan ifadeleri geçerli kabul edilirmi?
Mahkeme başkanlığından bana işkence yapıldığı için muayene edilmem için hastaneye sevk edilmemi talep ediyorum. Ayrıca isimlerini belirtiğim işkenceciler hakkındada soruşturma açılmasını istiyorum.
İddia makamı mahkemeyi yanıltmak için ve beni suçlu göstermek için içişleri bakanlığının bir yazısınıda almıştır. 2. 4. 1981 tarihli yazıda “12. 3. 1876 günü patlayıcı madde ve yasaklanmış sol yayın bulundurmaktan tutuklandığımı” belirtiyor. Ben hiçbir yerde patlayıcı madde ve yayın bulundurmaktan tutuklanmadım. 12. 3. 1976 tarihinde Konya’da tesadüfen bir yerde bulunurken yapılan arama sonucu gözaltına alınanlar içinde bende vardım. Akabinde ilgim olmadığı için savcılıkça serbest bırakıldım. Konya ceza mahkemelerinden sorulabilinir.
SONUÇ VE TALEP = Gerek Ankara’da askeri savcılıkta, gerekse bu iddianameye cevabımda belirtiğim gibi hiçbir yasa dışı gizli örgüt üyesi değilim ve faaliyetlerimde hiç yoktur. Evimde bulunan yayınları serbest satıldığı için satın alıp okumuşum ve kütüphanemde biriktirmişim. İddia makamının kanıtlarının gerçekle ilgisi olmadığınıda açık ve net bir şekilde belirtmiş bulunmaktayım.
Uzun bir süre olan 2 yıla yakındır tutuklu bulunmaktayım. Daha fazla mağduriyetime neden olmadan ve hakkında toplattırılma kararı olmıyan kitaplarla okul kitap ve kimliklerimin bana geri verilerek tahliyemi arz ve talep ederim.
13. 7. 1981
Kamil Sümbül
imza