Her yıl Ocak ayı geldiğinde beni bir hüzün alır, derin derin düşüncelere dalar, hafızam beni 1980’li yıllara götürür. İnsanın geçmişi ile yüzleşmesinin en önemli özelliği, hafızayı geriye götürmek ve hafızayı tazelemektir, diye hep düşünürüm.
1984 Ocak’ın ilk günü cezaevi idaresi koğuşlara hoparlörden; “tek tip elbise giyeceksiniz, askeri kurallara uyacaksınız” duyurusunu yapınca yeniden gerginlik başladı. Koğuşlar arası, tüm politik gruplar arası görüşmeler sonucu, tek tip elbiseyi giymeme, askeri kurallara uymamaya karar vermiştik. İdare B-Bloktan başlayarak onlarca gardiyanla koğuşları basıp işkenceden geçiriyor, zorla sinema salonuna, hamama götürüp işkenceyle elbiseleri çıkartıp tek tip elbiseleri zorla tutuklulara giydiriyor, bir kısmını 36. Hücrelere götürmekteydi. 35. Koğuş diye adlandırılan hücrelerde kalanlar politik grupların ileri gelenleri ortakça kararlar alıp direnişi de yönetmekteydiler. Farklı gruplardan birçok tutuklu ise protesto etmek ve saldırıları durdurmak için ölüm orucuna başlamışlardı.
Koğuş baskınları sırayla devam edince direnişin doğal liderliğini yapan 35. Koğuş hücrelerinde kalanlar kapılara barikat kurup askerleri sokmama kararını koğuşlara iletince, basılma sırası bekleyen koğuşlar koğuş kapısı arkasına ne bulsalar yığıp barikat kurulmuştu.
Askerlerin koğuşlara girmesi engellenince ya demir kapıları söküyor ya da kapıyı açıp sert darbelerle barikatı yıkıp koğuşlara girip saatlerce işkence yaparak koğuştan tutukluları çıkarmaktaydılar. Barikat kurmanın yanlışlığı tutuklular arasında tartışılmaya ve eleştiriler 35’te kalanlara iletilmeye başlandı. D-Blokta kalan Necmettin Büyükkaya Mehmet Şener’le birlikte D ve E Blok direnişini yönlendirmekte ve özellikle Necmettin Büyükkaya barikat kurmanın yanlışlığını her koğuşla tartışıp 35’tekilere iletmekteydi. Sonunda 35’tekiler de ikna olunca barikatlar kaldırıldı.
Ölüm orucuna giren tutukluların sayısı artınca idare onları koğuşlardan E-Blokta büyük bir koğuşa götürmekteydi. Basılma sırası D-Bloka gelmişti, güçlüce direnen koğuşlar D Bloktaydı. 19. Koğuş basılıp işkenceden geçirilince koğuşa getirilen tutuklulardan Özgürlük Yolu davasından yargılanan Konya’dan iskâncı Yılmaz Demir 19 Ocak günü yaşamını ortaya koyup işkenceleri durdurmak için kendini feda edince ilk kaybımızı, şehidimizi vermiş olduk. Yılmaz’ın eylemini duyan tüm koğuşlarda direnme gücü daha da yükselmişti.
Cezaevi iç emniyet amiri yüzbaşı Abdullah Kahraman 24. Koğuşa gelip Necmettin Büyükkaya’yı ölümle tehdit etmişti. 23 Ocak öğlen sonu 24. Koğuş basıldı. Çevresindeki koğuşlar da sloganlarla kapı ve pencere demirlerine vurarak protesto etmekteydik. 4-5 saat gibi bir uzun sürede joplarla, kalaslarla, zincirlerle zorla kenetlenen tutukluları hamama ve sinema salonuna götürmüşlerdi. 24. Koğuş işkence görürken üst koğuşta benim de kaldığım 25. koğuştan iki tutuklu kendilerini yakarak dikkatleri 24’ten 25’in üzerine çekince, duvar gözetleme deliklerinden hortumla su koğuşa sıkılınca hepimiz sırılsıklam olmuş, tüm yataklar ıslanmıştı. Dumandan ise boğulacak gibi oluyorduk. Askerler kapıyı açıp içeriye de su sıkıp kendini yakan iki tutukluyu alıp götürmüşlerdi.
Yarın sıra kaldığım koğuş olan 25. Koğuştaydı ve kat be kat iç çamaşır kazak gömlek caket ne bulsak üstümüze giymiştik. 24 götürüldükten sonra kaldığım koğuş 25’te bir toplantı yapıp bizim guruptan bir arkadaş direnişi değerlendirip moral verici bir konuşma yapmıştı. Gece 12’ye doğru 24’ten sesler gelince pencereden onları çağırıp konuşmak istedik. Bir süre kimse gelmedi sonunda biri gelip durumu anlattı ve koğuşun yarısı geri gelmemişti. Özellikle Necmettin Büyükkaya’yı sorduğumuzda, hamamda yerde baygın yattığını gördüklerini söylediler.
Sabaha kadar gözümüze uyku girmediği gibi tedirgin bekleyiş içindeyken birden 24. Koğuştan sesler gelmeye başladı, bir arkadaş pencereden Remzi Aytürk’ün işkenceleri durdurmak amacıyla yaşamına son verdiğini bağırarak söylediğind hepimiz donup kalmıştık. Remzi 24 Ocak günü ikinci şehidimiz olmuştu.
Sabah 8 civarı koğuş kapısı açılınca hemen sıkıca kol kola kenetlenip ’kahrolsun işkence’ sloganını atarken çok sayıda asker üzerimize saldırmaya başladı. Sanırım 4-5 saatlik bir direnmeden sonra yediğimiz kalaslar, joplar, zincirlerle teker teker bizi kol kola girip sarıldığımız koğuştan kopararak sinema salonuna sürükleyip yere yatırdılar. Her tutukluya 4-5 asker düşecek şekilde yerden kaldırıp zorla tek tip elbiseleri giydirmeye başladılar. Giymemek için var gücümüzle direnirken moralimizi bozmak için iki askerin kolunda tektip elbiseyi giymiş Mehmet Şener’i önümüzden geçirerek bizlere gösterdiler. Koğuşa getirildiğimizde saat öğlen sonu 4’ü göstermekteydi.
25 Ocak sabahı ise hastaneden gelen biri Necmettin Büyükkaya’nın şehid olduğu haberini bizlere iletmişti. Üçüncü şehidimizi de vermiştik. Koğuşa getirildiğimizde hemen zorla giydirdikleri tek tip elbiseleri çıkarıp attık. Geri kalan koğuşlar da basılmış zorla tek tipleri giyenlerin bir bölümü hücrelere geri kalan ise koğuşa getiriliyordu. En son 35. Hücreler koğuşuna baskına gidildiğinde, cezaevi direnişini yönetenler hiç bir direniş göstermeden gidip tek tip elbiseleri giymişlerdi. Bu durum cezaevi koğuşlarında duyulunca bir şaşkınlık ve sarsıntı yarattı. Ağır işkenceleri tek tip elbiseyi giymemek için görmüşler ve hayal kırıklığı içindeyken 35’tekiler gönderdikleri bir haberde; tek tip elbiseleri giymek için kanun varmış. Kanunu değiştiremeyiz fakat işkenceli kuralları kabul etmeyip direnecekleri haberini iletmeleri çok kişiyi tatmin etmemişti.
Koğuşa getirilip de elbise giymeyenleri yeniden koridora çıkarıp işkence yapmaktaydılar. Koğuşumuz iki kez çıkarıldı. 35’in tek tipleri giydiği duyulunca bizler de giydik ve koğuştan çıkarılıp önce 24. Koğuşa sonra da 35’teki hücrelerin dördüncü katına onar kişi doldurulduk. 24’e getirildiğimizde tüm ranzaların söküldüğünü, battaniyelerin yerde olduğunu görmüştük. İdare, direnişi 24. Koğuş yönettiğinden ceza olarak tahta ranzaları da cezalandırıp sökmüşlerdi.
Ölüm oruçları katılmalarla devam etmekteydi. 1 Mart’ta Cemal Arat, 2 Mart’ta da Orhan Keskin yaşamını yitirince şehit sayısı beş’e yükselmişti. Mart ayı başında idare ile 35’te temsilci durumunda olanlar arasındaki görüşmede anlaşma sağlanmış ölüm oruçları bitmişti.
Hafızam 36 yıl geriye gidince bu yaşadıklarımız gözümün önüne geldi. Diyarbakır 5 Nolu zindanı, benim yaşamımda olduğu gibi Kürtlerle devlet arasında en önemli bir kırılma olmuştu. Yaşamını yitiren beş yiğit Kürt yurtsevere saygı duyup anıları önünde saygıyla hep yâd ederim.