Şaban Aslan
Güney Kürdistan İçin ABD ve Türkiye Arasında Yapılan Pazarlık Anlaşması:
a) Türk heyeti ABD’den ekonomik kredi sağlamaya çalışıyordu. Pazarlıkta 6 milyar dolar karşılıksız hibe olarak ABD tarafından Türkiye’ye verilecekti. Geri kalan 20 milyar dolar uzun vadeli kredi usulü ile alınacaktı.
b) Türkiye Kuzey Kıbrıs olayını gündeminde tutmak amacını güderek savaş döneminde Ercan hava alanını Amerikan savaş uçaklarına açmak ve limanları Amerikan savaş gemilerinin giriş ve çıkışlarına açık tutacaktı.
c) Türkiye, İkinci Körfez Savaşını fırsat olarak değerlendirip Türk askerlerini 20 kilometre derinlikte Güney Kürdistan topraklarında konuşlandırmak istiyordu.
Türkiye için bu üç olayda önemliydi. Fakat en çok üzerinde durdukları konu Türk askerlerini Güney Kürdistan topraklarına yerleştirmekti. Her iki taraf arasında zor pazarlığa sebep olan ve çok çetin geçen Pazarlıklar sonucunda Türk heyeti istediği başarıyı sağladı.
Yapılan pazarlıklar sonucunda 8 Şubat 2003 tarihinde Türk ve Amerikan heyetleri arasında kabul edilen anlaşma metni imzalandı.
Türkiye ve ABD arasında MOU anlaşması imzalandığı halde, Abdullah Gül Başbakan olarak işi ağırdan almaya devam ediyordu.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer uluslararası hukuku ileri sürerek, Türkiye’nin bu savaşa bulaşmasına karşı çıkıyordu.
Meclis Başkanı Bülent Arınç açık olarak savaşa karşı tavır almıştı. Kabinede yer alan bakanlardan on bir tanesi Türkiye’nin savaşa girmemesi için çalışıyorlardı. Başbakan kamuoyunun durumunu da dikkate alarak ağır hareket etmeye devam ediyordu.
Genel Kurmay Başkanlığı, İkinci Körfez Savaşıyla ilgili bütün sorumluluğu siyasi iktidara bırakmıştı.
Şubat’ta MOU tezkeresi İngilizce ve Türkçe olarak iki nüsha yazıldı ve yetkili heyetler tarafından imzalandı. Artık bütün iş Meclisin vereceği karara kalmıştı.
MOU anlaşmasına göre Türk askerleri, ABD askerleriyle beraber Güney Kürdistan topraklarına gireceklerdi. Türk askerleri Irak ordularıyla savaşmayacaklardı.
Türk ve Amerikan görüşmeci heyetleri arasında çok zor geçen pazarlıkların sonunda vardıkları anlaşmaya göre ABD ve Türk Silahlı Kuvvetleri Habur Sınır Kapısı'ndan Güney Kürdistan topraklarına birlikte gireceklerdi. Operasyonu yürütmek üzere Türkiye ve Amerikan askerleri üç ortak askeri kuvvet ve komutanlık oluşturacaktı:
1.Kuzey Birleşik Ortak Kara Kuvvetleri ve ortak komutanlık.
2. Kuzey Birleşik Ortak Hava Kuvvetleri ve ortak komutanlık.
3. Kuzey Ortak Özel Harekât Kuvvetleri ve ortak komutanlık.
Başlatacak ortak harekât üç kuvvet ve komutanlık tarafından gerçekleştirilecekti. MOU antlaşmasıyla şartları belirlenen plana göre, ilk başta Amerikan askeri birliklerinden iki tugay, Habur Sınır Kapısı'ndan giriş yaparak ve kuzeyden Güney Kürdistan topraklarına girerek içeriye doğru ilerleyeceklerdi. Arkasında belirlenen bir noktada konuşlanmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birlikleri Güney Kürdistan topraklarına gireceklerdi.
Türkiye ile ABD arasında yapılan MOU antlaşmasına göre ABD birlikleri Musul ve Kerkük'ü güvenlik altına alacaklardı. Amerikan birlikleri Musul ve Kerkük’te yeşil hat oluşturacaktı. Bu güvenlik şeridinin işlevi, Türkiye'nin kırmızıçizgiler olarak belirlediği Güney Kürdistan’daki Kürt savaşçılarına karşı koruyacaktı.
Antlaşmaya göre Barzani ve Talabani birlikleri Yeşil Hattı geçemeyeceklerdi. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu koşulla yine yeşil hattın dışında kalacaklardı. Ancak gelişmeleri izleyip gözleyebilecekti. Anlaşmanın Güney Kürdistan’daki faaliyetler başlıklı bölümünün 4.cü Fıkrasında yer alan hükme göre, Irak'taki muhalif gruplar arasında silahlı çatışma veya Yeşil Hattı geçme teşebbüsü Amerikan tarafından izlenecek ve zaman yitirilmeden Türk tarafıyla bilgi alışverişi yapılacaktı.
Gelişmekte olan olayları ve Türk heyetinin niyetlerini çok iyi bilen Kürt liderleri, işin ciddiyetini anlamışlardı. Ankara’da yapılan toplantılarda, Türk heyetinde üst düzey yönetici ve bürokratlar yer alıyorlardı. Kürt liderlerinden Celal Talabani ve Neçirvan Barzani, Ankara’daki toplantılara katılıyorlardı. Yapılan bir toplantıda Türk Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Celal Talabani’nin düşüncelerini öğrenmek için şu soruyu soruyor. Siz bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Celal Talabani, çok zeki bir şekilde ince ayarlı politika yaparak Türk Genel Kurmay Başkanın sorusuna karşılık bir soruyla yanıt veriyor. Siz kaç bin askerle topraklarımıza gireceksiniz? Hangi noktalardan topraklarımıza gireceksiniz? Kaç kilometre derinlikte ve hangi noktalarda askerlerinizi konuşlandıracaksınız? Yaşar Büyükanıt sevinçli bir ses tonuyla tamam diyor. Bu konuyu bir alt komisyonda değerlendireceğiz. Yaşar Büyükanıt, Neçirvan Barzani’nin düşüncelerini öğrenmek üzere soruyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Neçirvan Barzani, Celal Talabani gibi ince ayarlı politika yapmadan, kısa ve net olarak Yaşar Büyükanıt’a şu cevabı veriyor. Kaç bin değil bir tek askeriniz topraklarımıza girdiği an, Irak ordusuyla değil, sizin ordunuzla savaşacağız. Bu konuşmadan sonra, Türk Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt diyor “beyler toplantı bitmiştir.” Toplantı salonunda yer alan heyetler salonu terk edip dağıldılar.
Ankara’da toplantılar devam ederken Barzan bölgesinde bulunan ve eli silah tutan yirmi bin kişi işlerini bırakıp sınırda siperler kazmaya başladılar. Memur konumunda olanlar, Başkan Mesut Barzani’ye haber vermeden görevlerini terk ederek sınırda siper kazarak nöbet tutmaya başladılar. İşin ciddiyetini gören ABD temsilcisi durumu ABD yönetimine bildiriyor.
Celal Talabani’den daha ziyade Mesut Barzani, Türk devletinin niyetini daha iyi anlamıştı ve bütün gücüyle karşı koydu. Eğer Türk ordusu ABD ordusuyla beraber Güney Kürdistan topraklarına girseydi, Kürt savaşçıları hem Türk ve hem de ABD ordularına karşı savaşacaklardı. Bunu gören ABD yönetimi bir yerde mecburiyet karşısında tercihini Kürtlerden yana kullanmak zorunda kaldı.
Bazı Türk yetkililerinin ve düşünürlerinin akıllarına göre MOU anlaşması uygulanabilseydi, bugün Irak merkezi yönetiminde büyük ağırlığa sahip olan ve Güney Kürdistan’ı fiilen bağımsız bir devlet gibi yöneten Mesut Barzani ve Celal Talabani'nin durumları çok farklı olacaktı. MOU antlaşmasının Güney Kürdistan’daki faaliyetler bölümünde yer alan hükümlere göre şunlar uygulanacaktı:
Irak’taki mevcut olan muhalif grupların güvenliğiyle ilgili operasyonlar Amerika’nın sorumluluğunda olacaktı. Ancak, bu operasyonlarla ilgili olarak Amerikan, Türkiye ile planlama yapacaktı. Mevcut olan farklı gruplar arasında düşmanca davranmasına izin verilmeyecekti. Koordinasyon ihtiyacı Türk özel kuvvetleri aracılığıyla giderilecekti. Bu hükümler uygulansaydı Barzani ve Talabani kuvvetleri Amerikan ve Türkiye’nin kontrolü altına gireceklerdi. Amerika’nın Kürtlerle yapacağı eğitim, çalışmaları, mühimmat sağlanması ve saire planlama toplantılarında Türkiye’nin temsilcisi olacaktı.
MUO anlaşması açık olarak gösteriyordu ki savaş anında ve savaştan sonraki dönemde Türkiye, Güney Kürdistan’da söz sahibi olmak istiyordu. Söz sahibi olma hakkını elde ettikten sonra, hangi alanda Kürtler lehinde gelişme olduğu zaman olumlu gelişmeleri engellemek amacını güdecekti.
Kürt liderleri, Türk heyetinin bu düşüncelerini bildikleri için, bütün Kürtlerin hayatlarını ortaya koyarak, yapılan toplantılarda açık ve net konuştular. Hem Amerikan ve hem de Türkiye yetkililerine taviz vermeden, politikalarını açık bir şekilde dile getirdiler. Türkler ve Amerikalılar, Kürtlerin kararlı olduğunu anladılar. Amerika’nın savaş döneminde olduğu gibi, savaştan sonraki dönemde de Kürtlere ihtiyaçları olduğu bilincindeydiler. Tezkerenin reddiyle beraber Amerikan, Kürtlerden yana tercihini koydu.
Amerikan ve Türk askerleri beraber Güney Kürdistan topraklarına girip konuşlandıktan sonra, önceden hazırlanan programa göre hareket edeceklerdi. Savaş zamanında başka bir ülkenin veya ülkelerin askerleri başka bir devletin veya milletin topraklarına girdikleri zaman, o ülkenin sahibi olan insanlarına gül dağıtmazlar. Kürtler konusunda Türkiye’nin planı ve düşünceleriyle Amerika’nın planı ve düşünceleri örtüşmüyordu. MOU anlaşmasına göre program bu şekilde hazırlanmıştı.
Amerika ile Türk heyetleri arasındaki görüşmeler devam ederken, Kürtler daha önceden aldıkları karar üzerine daha fazla ciddi bir şekilde durdular. Türk askerlerinin, Kürdistan topraklarına girmesiyle, Kürtlerden eli silah tutan bütün insanları Türk askerlerine karşı savaşacaklarını daha yüksek bir sesle Türkiye’ye ve Amerika’ya duyurdular. Durumun vahim sonuçlar doğuracağını gören Amerikan ve Türk yöneticileri, gelişen olayların farkına vardılar.
Çıkacak savaşın çok karmaşık bir hal alacağı görünüyordu. Irak savaşında ve Kürtler konusunda Washington ve Ankara arasındaki görüş ayrılığı çok farklıydı. Hesaplar ve planlar tam anlamıyla birbirine zıttı. Amerikan, Baas rejimini yıkmak ve Irak’ta kendi isteği doğrultuda yeni bir rejim kurmak istiyordu. Kurduracağı yeni rejimde güvenilir yeni dostlara ihtiyacı vardı. Güvendiği yeni dostlar Kürtlerdi. Amerika, Irak’ta Kürtlerin dışında güvenilir dost bulamıyordu. Ankara’nın hesabına göre Bass rejiminin ayakta kalmasıydı. Kesinlikle, Kürtlerin güçlenmesi ve devlet kurmalarını istemiyorlardı. Savaşta ve barışta, devletlerarası antlaşmalarda hatır gönül yoktur. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda hareket eder. Sonuçta Amerikan, Kürtler ve Türkler arasında tercihini Kürtlerden yana kullandı. Çünkü Kürtlere ihtiyacı vardı.
Amerika ile Türkiye arasında pazarlıklar yapılırken, her şeyden önce Kürtler kendi birliğini sağladılar. Mesut Barzani her iki devletin planlarını biliyordu. Hiç kimseye ödün vermeden bilinçli ve kararlı bir şekilde hareket ederek, haklı olduğu davada sonuna kadar direnerek mücadelesine devam etti. Kürtlerin birliğini ve beraberliğini sağladı. ABD için değil, Kürt milletinin kurtuluşu için Irak ordusuyla sonuna kadar savaştı. Savaş günleri cephede, barış günleri masada kararlı bir şekilde hareket ettiler.