ABD, 2003 Irak operasyonundan beri %60 nüfusu Şii olan Irak’ın Şii İran’ın kontrolüne girmesini engellemek için Kürdistan’ı İran’a karşı denge unsuru olarak Irak içinde tutmaya çalıştı. Ancak Maliki yönetimi ırkçı ve mezhepçi bir politika izleyerek İran’ın güdümünde olmayı tercih etmişti. Maliki yönetimi Kürtlerin 2005 anayasasında belirlenen haklarını gasp etti. Tartışmalı olarak adlandırılan Kürdistan’dan koparılan topraklarını IŞİD’in elinden alan Kürtler Irak’tan bağımsız bir gelecek kurma isteğini dünya kamuoyuna beyan etti ve süreç Kürtleri 25 Eylül bağımsızlık referandumuna kadar getirdi.
Referandumda %93 gibi yüksek kabul gören bağımsızlık talebi Kürtlerin özgürleşmesi karşısında sürekli iş birlikler oluşturmuş sömürgeci bölge devletlerini harekete geçirdi. İran yönetimindeki Haşdi Şabi, İran Pastaran kuvvetleri, Hizbullah ve Irak ordusundan oluşan güçler ABD’nin modern ağır savaş araçları ile Kürdistan’a saldırıya geçti. Günümüzün Yezdanşêri Bafel Talabani ve kuzenlerinin ihaneti sonucu başta Kerkük olmak üzere Kürdistan’ın bazı bölgeleri düşmanın eline geçti. Yezdanşêr Osmanlı’nın kendisini genel vali yapacağını düşünmüştü ama 50-60 kişilik ailesiyle birlikte toplam 3500 kuruşa maaşa bağlandı ve yıllarca Osmanlı’ya “açız maaşımı artırın” diye dilekçeler gönderdi. Bafel ve akrabalarının Bağdat ve İran’la yaptıkları Süleymaniye-Kerkük-Halepçe bölgesinin yönetiminin idaresi ihanet anlaşması düşünüldüğü gibi asla olmayacaktır. Tarihte ihanetçi Kürtlerin düşmanla yaptığı anlaşmalar hiçbir zaman uygulanmamış.
ABD’nin ilk günlerde saldırıyı destekleyen açıklamaları Kürtlerde büyük şaşkınlık yarattı. “Ortada bir savaş yok, askeri manevra var” diyen ABD, sonradan “biz bu savaşta taraf değiliz” diyerek Ortadoğu’da “vazgeçilmez müttefikimiz” dediği Kürtlerin burnunun sürtünmesini istiyordu. ABD’nin en azından saldırının ilk günlerinde Kürtlere karşı tutum alması sonradan kolayca düzeltemeyeceği büyük bir zorluğa kapıyı açmış oldu. Yıllardır Irak’ı İran’dan uzak tutmaya çalışan ABD bu tutumla kelimenin tam anlamı ile Irak’ı İran’ın kucağına kendi eliyle bırakıyordu. Haydar Abadi’nin 2018 Martındaki seçimlerde İran yanlısı Maliki’ye karşı toplum nezdinde zafer kazanmış komutan görünmesini isteyen ABD Kürtlerin öfkesini topladığı gibi Irak Şii toplumunu İran’a mahkum hale getirtti. Mezhepsel duygu ile İran’a yakın olan Irak artık siyaseten de İran’ın kontrolüne girmiş oluyordu. ABD’nin önümüzdeki süreçte bunu telafi etmeye çalışması kolay olacağa benzemiyor.
Bu saldırılara neden olduğuna inanılan referandum gerekli miydi, veya zamanı mıydı? Bu soruya ABD’nin ve bölge sömürgeci devletlerin tehdit ve karşıtlığına rağmen rahatlıkla diyebiliriz ki evet gerekliydi ve zamanıydı.
Önceleri değişik zamandaki yazılarımızda Irak merkezi hükümeti IŞİD sonrasında güçlü olduğuna inandığı bir zamanda mutlaka Kürdistan üzerine yürüyeceğini belirtmiştik. Yani Irak ve İran güçlerinin Kürdistan üzerine yürümelerinin tek sebebi referandum değildir. Referandum yapılmasaydı bile Kürdistan’a bu saldırı belirsiz bir zamanda yapılacaktı. Kürdistan’a saldırı beklenmeyen bir olay değildi. İşbirlikçilerin en zor zamanda düşman tarafına geçtiği göz önüne alınırsa biraz daha geç kalınsaydı Kürdistan toplumuna referandum yaptırtmazlardı. Bugün artık Kürtlerin elinde %93’lük bir irade beyanı var. Yöneticiler tarafından askıya alınsa da uygun bir zamanda süreç bu irade beyanı göz önüne alınarak yürütülecektir.
Beklenmeyen olay; ABD bu saldırıyı destekleyerek can düşmanı kabul ettiği İran’a Irak’ı telafisi zor olan bir acemilikle teslim etmesidir. Bundan sonrası için Haydar Abadi dahil Irak’ta hiçbir siyasetçi İran’ın kontrolünden kurtulamaz. ABD’nin ekonomik ve siyasi baskısına boyun eğmiş gözükse de asıl patronu İran olacaktır. Ortadoğu bölgesinde askeri gücü elinde bulunduran siyaseti de yönlendiren taraftır. ABD’nin yol açmasıyla Irak’ta şu anda güç İran’ın elinde gözükmektedir.
ABD’nin bölgedeki çekingen siyaseti güven verici değildi. ABD, Ortadoğu’da Kürtlere dayanarak var olabilirdi, var olmaya çalışmaktaydı. Kürdistan’a olan bu saldırıdan sonra ise bütün Kürtler nezdinde ABD’ye olan güven sarsılmıştır. PYD de bu olaydan dersler çıkararak Şam yönetimi ve Rusya ile olan ilişkilerini daha yakın tutmaya çalışacaktır. Arizona Eyaleti Senatörü Cumhuriyetçi John McCain, The New York Times Gazetesi’nde belirtiği gibi ABD Ortadoğu’da kapsamlı stratejiden yoksundur. ABD’nin kapsamlı bir stratejiden yoksun oluşu bölgede egemenlik yarışında olan Rusya’nın işini kolaylaştıracağı da açıktır.
Haşdi Şabi’nin Kürdistan’a saldırtılmasının yanlışlığının farkında olan ABD’nin bazı yöneticileri seslerini çıkarmaya başladılar. ABD Kongresi Cumhuriyetçi Parti Senatörü Trent Franks, Kerkük’ün ABD’nin IŞİD ile mücadele özel temsilcisi olan Brett McGurk sayesinde İran’a bağlı Haşdi Şabi güçlerine teslim edildiğini söyledi. Bu düşünce doğrudur lakin eksiktir. Bu yanlış karar Irak’ı da İran’a teslim etmiştir. Brett McGurk’un Kürdistan davasının en etkili lideri Mesut Barzani’yi etkisizleştirme senaryosu bilinçlidir. Bu senaryo bölgeyi büyük kaosa, ABD politikasını da tehlikeli bir belirsizliğe sürükleyecektir. Bunun hesabının sorulması Kürtlerden çok güvenirliği konusunda şüpheler büyüyen ABD için zorunludur.
Rahatça söyleyebiliriz ki önümüzdeki süreçlerde IŞİD’in yerini Haşdi Şabi alacaktır. Kürdistan’ı sömürgeci devletlerin sofrasına atan ABD, İran’ın yanında yer alacak bu silahlı güce karşı zor dönemler yaşaması kaçınılmazdır. Coğrafyaya bakıldığında ABD’nin Haşdi Şabi’ye karşı müttefiki Kürtlerden başka gözükmemektedir. ABD’nin İran ve destekçilerine yarayacak bu siyasetini değiştirmekten başka şansı yoktur.
28.10.2017