D. Trump, Başkanlık yarışını önde bitirdi fakat hem ABD yerelinde hem de dünya genelinde ciddi bir muhalefeti kucağında buldu. Trump tarafından eleştiri konusu yapılan kadınlar, gençler, siyahiler, Müslümanlar, göçmen ve Latinler adeta istim üzerinde. Birçok eyalette binlerce kişinin katıldığı gösterilerin ortak sloganı, “benim başkanım değilsin” şeklindeydi. Şimdilik dinmiş olsa da bu türden gösterilerin yeniden başlamayacağının garantisi yok. Beyaz Saray’da gerçekleşen Obama-Trump görüşmesinin ardından Obama’nın, Beyaz Saray’a layık görmediği Trump hakkında fikirlerinin değişmediğini söylemesi de dikkat çekici bir başka olgu.
Anlaşılan ABD toplumunun önemli bir kesimi, Türkiye’den bakanlar kadar iyimser değil. Bu gösterileri, geleneksel yaşam standartlarını kaybedeceği korkusuyla negatif mesajlar veren “sıradışı” aday Trump’a oy verenlerin olası çılgınlıklarından korkanların tepkisi olarak görmek yanıltıcı olur. Daha derinlere bakmak gerekir. Demokratlar üzerinden tesis edilen nizamın hasara uğrayacağını düşünen muktedirlerin işi olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Yapmak istedikleri şey, Trump’ı, daha başlarken ‘uslandırmak’, hatta gerekirse başkanlığını engellemektir. Kısacası durum ciddi! ABD’de de, dünyanın diğer hareketli ülkelerinde olduğu gibi, örneğin Türkiye, ciddi bir iktidar mücadelesi var ve bunun gerçekleşme tarzı, geçmişte olduğu şekilde cereyan etmeyebilir. Seçim boyunca bunun birçok örneğini gördük. Uzmanlara göre ABD tarihinde hiçbir başkanlık seçimi bu denli düzeysiz iddia ve söylemlere tanık olmadı! Tarafların ‘özel hayat’ları propaganda konusu yaptığı dikkate alınırsa, yapılan tespitleri önemsemek gerekir. Devlet kurumlarından birinin bu kadar açık şekilde adaylardan birinin lehine yorumlanabilecek açıklamalar yapması da bir başka önemli veri.
Elbette ki sorun Clinton ile Trump’ın kişisel anlaşmazlık sorunu değildir. Yönetenleri temsilen arenaya çıkan gladyatörlerin şiddetli hamlelerinin nedeni, temsil ettikleri sektörlerin ekonomik çıkarlarına bağlı olarak, karşı karşıya oldukları ekonomik ve sosyal krizi nasıl aşacaklarına ilişkindir. Bu çelişkilerin keskinleşmesine bağlı olarak, dışarda izlenen şiddet politikası içeriye yönelebilir ve bugüne kadar tanık olduğumuz ‘demokratik değişim’ yöntemleri tartışmalı hale gelebilir.
Clinton’ın seçim bürosunun kimi kritik yerlerde seçim sonuçlarına itiraz etmesi ve yeniden sayım istemesi bu eğilimin bir başka kanıtıdır. Demokratlar tarafından yapılan bu ikinci itirazdır. Hatırlanacağı üzere Al Gore de itiraz etmiş fakat bu itiraz kabul görmeyince Bush yönetimindeki ABD, tanığı olduğumuz dünyanın yıkıcı kuvveti haline gelmişti. Bu durum, yönetenler arasındaki çelişkilerin ciddi ve Trump’tan duyulan kaygının derin olduğunu gösteriyor.
Kısacası, ABD sermayesinin önemli bir kesimi ciddi endişeler içinde; şu anda iyi pozisyonda duran Putin ve kısmen de Esad hariç başta Avrupa olmak üzere dünyanın geri kalan kısmı tedirginlik içinde soruyor:
Trump ne yapacak?
Peşinen belirtmekte fayda var: Trump’ın seçim propagandası boyunca dile getirdiklerini pek önemsemeyen, bu türden itici söylemlerin arızi olduğundan hareketle “taç giymiş baş uslanır” diyenlerle ve Trump’ın küçük rötuşlarla yetineceğini, üslup farkı olsa da esas olarak cari siyaseti devam ettireceğini öne süren bir takım iyimser yaklaşımlarla aynı fikirde değilim. Hele Türkiye’ye uzanan Osmanlı İmparatorluğu boyunca taç giydikten sonra iyice zıvanadan çıkan ‘baş’ları düşündükçe…
Bu kanaatimin başlıca sebeplerine gelince, şöyle sıralayabilirim:
1-Trump’ın vaatleri
Deyim yerindeyse Trump, eğer vaad ettiklerinin hepsini yapma imkanı bulursa, adeta dünyanın kendisi olan ABD düzenini yerle yeksan eder.
Örneğin Trump, bir yandan, eğer önlenmezse ciddi bir ‘kötü örnek’ olacağını bildiği gösteriler karşısında uzlaşmacı tutum takınırken, öbür yandan, adeta ‘bildiğim yolda yürümeye kararlıyım’ dercesine, 4 milyona yakın göçmen işçiyi ‘deport’ edeceğinden söz etmektedir. Geniş kitleleri ilgilendiren ‘Obama Care’ ve zenginlerin yakındığı vergiler konusundaki görüşlerinde ısrarcı olması da cabası...
Dahası var, Trump, 12 ülkeyi ilgilendiren ve ABD’nin işgücü ve ekonomik yapısına zarar verdiğini iddia ettiği Trans-Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması (TPP)’ndan çekileceğini de açıklamış durumda.NAFTA’yı da unutmamak gerekir. ABD’nin Güney’inden izolesi için duvarlar öreceğini söyleyen Trump Kuzey’inden gümrük duvarlarıyla ayrılacak. Gerek Çin ve gerekse AB ile olan askeri ve ticari anlaşmaları gözden geçireceğini de tekrarlamakta, bu konuda ABD lehine yeni düzenlemeler yapacağını açıklamaya devam etmektedir. Merkel’in tezelden itiraz etmesi tesadüf olmasa gerek. IŞİD karşısında müttefik olarak gördüğü halde İran ile yapılan nükleer anlaşmayı da gözden geçireceğini söylemesi, Obama yönetimince bugüne kadar ‘global sistem yararına’ yapılan bütün icraatı ‘masaya yatırmak’ anlamına gelmektedir. Olumluluk adına Rusya ile iyi geçineceğini söylemeye devam etmektedir fakat bu her halükarda olabilecek bir şey değildir: bir yandan yumuşama mesajları veren Trump, öbür yandan gerekirse Ukrayna’ya ‘yıkıcı gücü yüksek silahlar’ yerleştirebileceğini söylemektedir.
2-Trump’ın gördüğü dünya
Bu beyanların nedeni Trump’ın, yerleşik ABD görüşünden önemli oranda farklı bir dünya görüşüne sahip olmasıdır.
Trump, Irak’ta ortaya çıkan kaostan hareketle, Saddam Hüseyin’in devrilmiş olmasını doğru bulmuyor. Ortaya çıkan daha iyi bir ‘dünya’ değilse ve üstelik ABD için büyük bir tehdit oluşturuyorsa ‘yıkmanın’ ne anlamı olabilir? Bu nedenle Esad ile anlaşmaktan, Rusya ile yeni bir siyasetin ana eksenini kurmaktan söz ediyor. Bütün bunların ‘post festum’ olduğu malum. Belki de bu nedenle önemsemek lazım. Ve yardımcısı, Orta-doğu’da sağlam bir mihver oluşturmak için, Erdoğan’ın hoşuna gitmese de, Mısır-İsrail-Ürdün’den söz etmektedir. Geleceğin hedef malzemesi haline getirilecek olanların başında ise, hareket noktası ‘islam’ olan İran ve Müslüman Kardeşler gelmektedir.
Mevcut dünya düzeninin sürmesi için Avrupa ülkelerinin daha fazla katkıda bulunmalarını istiyor. ‘Doğal etki alanı’ olan Pasifiki elinde tutmak için başta Çin olmak üzere diğer ülkeleri ABD lehine ‘fedakarlık’ta bulunmaya davet ediyor. Orta-doğu’da etkin olmaya çalışan İran’ı sıkıştırmaktan sözediyor. Nihayetinde Rusya’yı partnerliğe davet ediyor fakat her an harekete geçmeye hazır ABD askeri gücünü hissettirerek...
Bütün bu ‘sorunlu’ gibi görünen tespitler, belli bir zihniyeti ifade eden esaslı bir stratejiye dayanmakta ve kimilerinin dediği gibi geri çekilmeyi, sahayı Rusya’ya bırakmayı düşünen bir ABD’yi değil, tam tersine, gücü oranında yapabileceklerini tasnif eden, her şeyi yapacak gibi görünüp hiçbir şey yapmamaktansa, yapabilecekleri konusunda ne gerekiyorsa yapmayı düşünen bir ABD’yi işaret ediyor.
3-Kadro durumu
ABD’nin temel problemlerine ve ihtiyaçlarına baktığımızda, ‘taç giymiş baş’ kendi siyasal ajandası ve temsil ettiği sektörlerin çıkarları çerçevesinde hareket etmek eğilimindedir. Bir önceki makalede dile getirdiğim reel veriler ışığında durumu ele alınca sadece Trump’a göre değil, pratik olarak da, ABD dünya nizamının ve ekonomisinin problemleri, Obama hükümeti tarafından sürdürülen siyasetle çözülememiştir. Bu somut durumdan hareketle Trump, temsil ettiği kesimlerle, örneğin silah ve petrol sektörü, kendi sorunlarının bir kısmını dünyanın geri kalanına yüklemek niyetiyle yeni ve agresif bir politika izlemenin tek çıkar yol olduğunu düşünüyor.
Geriye, bunu gerçekleştirebilecek kadrolar kalıyor. Bu konuda durum nedir?
Kuşkusuz belirleyici olan bütünsel ABD’nin temel problemleri ve ihtiyaçlarıdır fakat bireysel özellikler ve sınıfsal konum da oldukça önemlidir. Güçlü ve hayat karşısında sağlam dayanakları olan bir toplum karşısında birey çok şey değildir ne var ki kendisine güvenini yitirmiş, arayış içinde ve korkularının esiri olmuş bir toplum için birey, göründüğünden çok şeydir. Tarihte bunun çokça örneği vardır. Tehlikeli bir başına Trump değildir, tehlikeli olan ABD’nin ihtiyaçları ile Trump gibi birinin, yaşamakta olduğumuz kritik günlerde, üst üste gelmesidir. ABD’nin yaşamakta olduğu sorunların dünya ölçekli olması, birçok ülkede Trump’tan pek de geri kalmayan liderlerin iktidarda olması ya da iktidar olabilecek kadar güçlenmesi, bu tehlikeyi daha da yakınlaştırıyor.
Dahası var; dünya kamuoyunun pek de güven hissetmediği Trump’ın yanı sıra, durumu daha da tehlikeli kılan, O’nun tercih ettiği olası kabine üyeleridir. Genellikle emekli asker, agresif ve saldırgan olduğu kadar ‘öteki’lere karşı düşmanca görüşlere sahip olan bu kişiler, Trump’ın gerek içerde ve gerekse dışarda izlemek istediği politika için bulunmuş kaftan niteliğindedirler. Uzmanlara göre, başta M. Flynn olmak üzere adı geçen hemen bütün kişiler, Trump’ın kişiliğiyle ve siyasetiyle uyumlu, göçmenler, siyahiler ve Müslümanlar karşısında aynı hisleri paylaşan, ‘Büyük Amerika’yı geri getirmek amacıyla dünyanın geri kalanına O’nun kim olduğunu göstermek isteyen aşırı özgüvenli kişilerdir. Bütün bu veriler üst üste gelince, Trump’ın dünyanın geri kalanını gözeterek herkes için yararlı bir siyaset izlemesi ancak sürpriz olabilir!
Gelelim yapabileceklerine
Reel veriler üzerinden ihtiyaçlar temelinde olayı ele alırken genel olarak Ortadoğu halkı, bu arada bizler, kendi ihtiyaçlarımızdan hareketle Trump’ı değerlendirmeye çalışıyoruz. Olması gereken ise:
a) Her yönüyle bir dünya gücü olan ABD’nin gerçeği ve ihtiyaçları ile
b) Gerek içerde ve gerekse dışarda yapması gerekenler ile ifa etme gücü, imkan ve kadro yapısı arasındaki uyum ve çelişkilerin düzeyidir.
Bu sorular ışığında soruna bakıldığında, ABD’nin ekonomik durumu, dünya üzerindeki konumu ve gelecek bakımından çözmesi gereken sorunlar, Trump’ın dünya politikasına ilişkin tercihlerini oluşturmaktadır. Burdan hareketle bir belirleme yapmak gerekirse ben, ABD siyasetinin, bir yandan ‘korumacı’ önlemlere başvurarak içe kapanma olarak ifade edilebilecekken diğer yandan, dünya ölçekli ‘çıkarlarını korumak’ adına daha çok dışa müdahale anlamına gelebilecek paradoks bir süreç izleyeceğini öngörmekteyim.
İçerde korumacı bir politika izlemesi muhtemel olan ABD, kabinede yer alanlara da bakıldığında, dışarda daha saldırgan bir siyaset izleyebilir. Trump’ın arkasında mevzilenen sektörler, kabinede yer alan kadrolar ve savundukları ve nihayetinde dünya gücü olan ABD’nin ihtiyaçları göz önüne alındığında, geri çekilen bir ABD’den söz etmek pek gerçekçi olmayacaktır.
Doğru, Rusya ile anlaşmanın imkanlarını araştıracaktır; mesela Suriye’de daha çok öne çıkmasını isteyebilir fakat bunun karşılığında öncelikli bölgelerinde aynı şekilde davranmasını isteyecektir. Global düzeyde nispeten bir partner olarak görecek, karşılığında Çin’e karşı mücadelesinde destek ya da tarafsızlık isteyecektir. Trump,‘çağ dışı bir örgütlenme’ olarak nitelediği NATO’da yer alan ülkelerin daha fazla katkı yapmaları için gerekeni yapmaktan kaçınmayacaktır. Büyük oranda kendi çıkarlarını esas alacak ve dünyanın diğer bütün sorunlarını bu bağlam içinde hizalayacaktır. Enerji, silah, iletişim vd. sektörlerin dünya ölçekli engellerini gidermek için yapılması gereken her şeyi yapacaktır ve bunun karşılığında savaş gerekse bile göze almaktan kaçınmayacaktır. Özellikle Çin karşısında! İçerdeki ekonomik krizin etkilerini azaltmak için dışardan girdilerin artışını sağlayacaktır. Son günlerde yaptığı kısa bir açıklamayla Çin parasının devalüe olmasına sebep olan Trump’ın ilerde daha fazlasını yapacağından kuşku duymamak gerekir.
Trump, içerde, seçim propagandası boyunca söylediği gibi, göçmenlere karşıdır ve muhtemeldir ki yeni göçmen almak konusunda pek istekli olmayacaktır. İçerdeki işsizlik ve göçmenlere ayrılın bütçenin rafa kaldırılacağını söylemesi sadece seçim propagandası değil, dünya genelinde hüküm süren ama esas olarak kapitalist ekonominin ürettiği bir sonuç olan göçmen çalışan karşıtlığının direkt sonucudur.
Buna yönelecek olan Trump’ın çözmesi gereken sorun, içerdeki işgücünü terbiye etmek amacıyla kullanması gereken bir kamçıdan, rekabet unsurundan yoksun kalma riskini nasıl azaltacağıdır. Sanırım bunu belli bir dengede tutacak, çünkü bizzat kendisi çok karşı çıktığı halde ‘Meksikalı işçi’ çalıştırmaktadır.
Kuşkusuz bütün kapitalist devletler, bir yandan göçmen işçi emeği sömürmektedirler fakat bunun sonucunda oluşan toplumsal yoksulluk ve işsizliğin öfkesini gidermek amacıyla bizzat onu kullanmaktan çekinmemektedirler. Trump, beyaz Amerika’nın ‘ötekilere karşı’ oluşmuş, neredeyse bütün sorunların sebebiymiş gibi gösterdiği göçmenlere düşmanlığını çok iyi kullandı. Fakat ekonomik olarak ortaya çıkan sorunu nasıl çözeceği büyük bir soru işaretidir! Çünkü kapitalist üretim henüz bu soruna kesin bir çözüm üretebilmiş değil.
Neden mi?
Çünkü global bir ekonomiye sahip olan ABD, bir yandan serbest ticaretin şampiyonluğunu yaparken, diğer yandan Çin karşısında korumacı bir siyaset izlemenin gerekçelerini oluşturmak zorunda kalacak. Bir zamanlar iç pazarın dengelenmesi ve dünya ölçekli rekabette avantaj sağlayan ucuz maliyetli ürünler şimdi, ABD’nin pek da alışık olmadığı üzere ulusal pazarı tehdit etmekte, dünya ölçekli rekabette, alım gücü iyice düşen kitleleri, ucuz Çin ürünlerine yönlendirmektedir. Kuşkusuz ABD, dünya pazarlarında Çin’le rekabet edecek ölçüde üretim yapamayacak çünkü yerleşik ekonomik ‘structur’ buna uygun değil ve bu yolda ilerlemeyi hedeflerse, Çin’e gerek olmadan ABD kendi ulusal ekonomisini bertaraf edecektir ki bu da dünyadan elini ayağını yıkaması anlamına gelmektedir.
Bu ‘netameli’ konu da Trump’ın sihirli ellerine bakmaktadır; hokus pokusluk bir olay olmadığına göre ABD, korumacılık yaptığı andan itibaren dünya pazarlarından da tecrit olmuş olacak. Belki de bir yolu vardır: Gümrük duvarlarını yükseltmek dışında açıkça gasp! Yani Çin’e vd. ülkelere olan borcunu ödememek ve dünya ölçeğinde de, bir takım firmalara uyguladığı gibi, ceza sistemiyle adeta gasplar hayata geçirmek. Bunun için muhtelif gerekçeler bulabilir. Örneğin S. Arabistan’ın göz diktiği 750 milyar dolarına el koymak için ‘teröristlere destek veren ülke’ muamelesi yapmak gibi… Fakat bu da esaslı olan sorunu çözmeye yetmeyecektir.
İçerde uygulayacağı bir diğer politika var ki, bu, ABD’nin, yani Trumplı ABD’nin, dışarda da uygulayacağı politikanın adeta şifresi gibidir. İslam karşıtlığı!
Bu kimlik ABD’de iki şeyi kolaylaştırıyor, siyah ve Müslüman, ayrıca dünya ölçeğinde radikal islami akımlara karşı tutum... Trump’ın kabinesinde yer alan hemen hepsinin ortak özelliği, özellikle dışarda, radikal İslamcı hareketler karşısındaki tutumlarıdır. Genellik emekli asker, muhafazakar ve ırkçı kişileri tercih eden Trump, sadece söylemde değil, eylemde de düşündüklerini harekete geçirebilecek bir örgütlenmeye sahip olmaya çalışıyor. Bu da bir önceki hükümetin mantalitesinin aşılarak devam ettirilmesi anlamına gelmektedir. Kanımca Trump’ın ne yapacağına ilişkin bir öngörüde bulunmak için, esas alınması gereken Archimedes dayanağı budur.
Gelelim “biz”e
Gelelim Trump siyasetinin Türkler ve Kürtler nezdindeki etkilerine...
Dikkat çekici nokta, tehlikeli sulara en yakın olanların, oldukça net söylemlerle Beyaz Saray yarışını kazanan Trump’un, bundan sonra yapacakları konusunda net bir görüş oluşturamamasıdır. “Bunları yapamaz” önyargısı, gerçeğin görülmesini de engelliyor. Örneğin, kendi gelecekleriyle ilgili olarak ABD siyasetiyle oldukça ilgili olan Türkiye ve Kürtler, Orta-doğu bağlamında Trump’ın olumlu bir seçenek olabileceği konusunda hemfikirdirler. Bu kanaate varmalarının temel nedeni Trump’ın, ‘Kürtlere hayranım’ demesi ve Erdoğan’ın darbe girişimi karşısındaki tutumunu övmesidir. F. Gülen hakkında net olmayan görüşleri de Türkleri umutlandıran bir başka faktör.
Ancak son günlerde her şeyi alt üst eden, Trump’ın kabinesinde yer alacağı kesin olan T. Flynn’ın, Türkiye’de darbe girişiminin cereyan ettiği saatlerde, bir seçim kampanyasında yaptığı konuşmanın ortaya çıkmasıdır. Kim servis etti bilinmez fakat birileri, Trump’ın amaçları ile Türkiye’nin pozisyonunun pek uyuşmadığını boşuna anlatmak yerine, kimsenin itiraz edemeyeceği görüntülerle anlatmayı tercih etmiş olabilirler. M. Flynn Ohaio-Cleveland’da yaptığı bu konuşmasında, İran’la pek bir farkının kalmadığı Türkiye’de İslamcı bir rejime karşı sekülarizmi savunuyor diye orduyu övüyor. Flynn, tam da darbe girişimi gecesi şöyle diyor:
“Şu anda Türkiye’de bir darbe girişimi var. Türk ordusundan, bizde eğitim almış bir arkadaşımla sürekli iletişim halindeyim. Laik Türkiye, Erdoğan yönetiminde İslami bir devlete doğru dönüşmeye başlamıştı. Ordu, ‘Laik bir ülke olmak istiyoruz’ açıklaması yaptı. Bu akşam neler olacağını merakla bekliyorum.”
Bu görüntülerin ortaya çıkmasıyla, Türkiye’nin iktidar yanlısı cenahında oluşan iyimserlik birden sönüverdi. Trump güzellemeleri artık pek görünmüyor!
Bu bakışa göre Kürtler, Trump’ın, en azından Orta-doğu sathında hedef tahtasına oturtacağı ve izleyeceği politikanın hareket noktası haline getireceği IŞİD karşısında en “güvenilir müttefik” gibi duruyorlar. Bu konuda yeterince veri mevcut. Şu günlerde kongre, YPG’nin IŞİD karşısında daha etkin olması için ne türden bir destek yapılabileceğini görüşüyor. Bir başka önemli ve net veri, Roma’da düzenlenen Akdeniz Diyalogları toplantısına ABD adına katılan heyette yer alan ve Trump başkanlığındaki hükümette de yer alacağı kesin olan Mary Beth Long’ın, Hürriyet gazetesinden Tansu Çamlıbel’in Kürtlerle ilgili sorusuna verdiğe yanıttır. Bu röportajda M.B. Long, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ABD’nin gerek Irak ve gerekse Suriye’deki Kürtlerden vaz geçemeyeceğini söylüyor. Dahası, ABD’nin bundan fedakarlık yapmak yerine, Erdoğan hükümetinin durumu anlaması için iknaya çalışılacağını belirtmesidir. Fakat İslam bayraktarlığını elden bırakmayan ve hele son günlerde Mursi’yi aratmayacak şekilde kanun tekliflerinin tartışıldığı Türkiye için ciddi tehlike çanlarının çalmaya başladığını söylemek abartı olmaz. Üstelik ikisinin “çıkarları” aynı bölgede kafa kafaya gelmişken… 09.12.2016