Abdullah Kıran: Bir Kürt Gözüyle Orta Asya

.

Abdullah Kıran

Gidip de görmediğimiz, gezmediğimiz yerler hakkında aşağı yukarı bazı fikirlerimiz var ve bunlar çoğunlukla kulaktan duyma, derme çatma fikirlerdir. Ancak göz ile görmek, yerinde tanıklık etmek ve hele bir de havasını solumak, bambaşka oluyor. İtiraf etmeliyim Orta Asya hakkındaki görüşlerim, çoğunlukla bu ülkede Türkçülük- Turancılık yapanların ideolojik pompalamaları sayesinde şekillendi. Aşırı ideolojik Türkçü ve Turancılar, henüz çocukluktan beri bende bir negatif Orta Asya tasavvuru oluşturmuştu. Bişkek ve Almatı’yı görünce durumun hiç de düşündüğüm gibi olmadığını anladım.

Değerli arkadaşım Prof. Dr. Bayram Çoşkun, Kurban Bayramı’ndan hemen sonra KAYFOR’un (Uluslararası Kamu Yönetimi Kongresi) 5-7 Temmuz tarihleri arasında Bişkek’te, Manas Üniversitesi’nde bir uluslararası kongre düzenleyeceğini söyleyince, ben de son anda bir özet hazırlayarak kongreye katılmak üzere başvurumu yaptım ve 3 Temmuz’da Bişkek’e vardım. Türkiye’den Kongreye yüksek düzeyde bir ilgi vardı ve pek çok üniversiteden meslektaşlarımız teşrif etmişlerdi. İki gün Bişkek’te kalıp 5 Temmuz’da sunumlarımızı yaptıktan sonra, Prof. Dr. Bayram Çoşkun ve Prof. Dr. Hasan Tutar ağabeyle Almatı’ya gitmek üzere yola çıktık. Benim planım önce Almatı’yı görüp, daha sonra Çimkent, Taşkent, Semerkant ve Buhara’yı ziyaret etmekti.  Ne de olsa her zaman Orta Asya’ya gidemeyeceğimize göre,  bu fırsatı değerlendirmek istiyordum. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Son anda biletlerimizi değiştirip, Semerkant veya Taşkent üzerinde Türkiye’ye dönmeyi planlamaya çalıştık,  lakin bilet değişikliğini bayağı pahalı bulunca, tekrar Bişkek üzerinden dönmeye karar verdik. Buna rağmen ben Almatı’dan Taşkent’e gidip oradan tekrar dönmeyi düşünüyordum, ama sağ olsun Hasan Ağabey beni frenledi ve üç gün Almatı’da kaldık. İyi ki de Almatı’dan kalmışız. Zira Almatı, öyle bir gün için kalınıp, hemen ayrılacak bir şehir değil.

Orta Asya İnsanı

Almatı’dan söz etmeden önce biraz Kırgızistan’ın başkenti Bişkek ve Orta Asya insanından söz etmek gerekir. Çarlık Rusya’sı döneminde, 1878 yılında kurulan Bişkek, günümüzde 1 milyondan biraz fazla insanın yaşadığı bir kenttir. Rusya’daki pek çok kent gibi, Sovyet döneminde Bişkek’in de adı değiştirilmiş ve 1926- 1991 yılları arasında, şehir Frunze olarak adlandırılmış. Adı kente verilen Bişkek doğumlu Mikhail Frunze, Sovyet Devrimi Lideri Lenin’in arkadaşıdır. Sovyetler Birliği dağılınca, Kırgızistan 1991’de bağımsızlığını kazanır ve şehrin adı tekrar Bişkek’e çevrilir.

Tanrı Dağlarının eteklerinde kurulmuş olan Bişkek’te, kent merkezindeki belirli binalar hariç,  genellikle yapılar çok katlı değil. Caddeler oldukça geniş olup, hemen hemen her taraf yeşillikler içinde kalmaktadır. Düşük katlı binalar, park ve yeşil alanlar şehrin geniş bir alana yayılmasını sağlamıştır.  Bazı mahallelerde evler, 1-2 katlı olup geniş bahçeler içinde yer alır.

İnsanlarla konuşup diyalog kurmaya çalıştığımızda, kısa sürede anladık ki Türkiye Türkçesiyle Kırgızlarla konuşup anlaşmak mümkün değildir. Türkçe konuşan biri, ancak Kürtçe anladığı kadar Kırgızca veya Kazakça anlayabilir. Bununla birlikte hem Kırgızlar hem de Kazakların, huy ve karakter olarak Ortadoğulu insanlardan çok farklı olduklarını, henüz ilk gözlemlerinizde anlarsınız. Maalesef Ortadoğu insanında yalan, hile, hırsızlık, dolandırıcılık, takiye gibi hususiyetler nedense çok yaygın ve sıradan. Ancak buralarda böyle değil.  Bir kere bu insanlar oldukça naif, doğal, güler yüzlü ve alabildiğince yardımseverdir. Bir adres sorduğunuzda, yardımcı olmaya çalışırlar ve gençler Google çeviri sistemiyle sizi anlamaya gayret ederler. Kültürel olarak Rus insanına çok yakındırlar ve belli ki Sosyalist sistem, bu insanlar üzerinde büyük bir etki bırakmış. Hemen herkes Rusça bilir, zira Rusça Kırgızca ile birlikte resmi dil ve eğitim iki dilde yapılmaktadır. Buradaki insanların çok kültürlü bir hayat tarzını benimsedikleri ve yabancılara karşı oldukça nezaketli oldukları gözden kaçmıyor. Öyle, “Türk’üz, Türkiye’den geliyoruz” sözleri onları pek de heyecanlandırmıyor.  Türkiye, Kürdistan veya Afganistan’dan gelmeniz onlar için fark etmiyor. Ticarette açgözlü ve yırtık değiller. Bişkek’te seyyar satıcılık yapan bir kadına 5 Som (Kırgız para biri) uzatıp bir kibrit alınca, paranın üstü olarak,  2 Som uzattı, ben almak istemeyince zorla 2 şeker verdi. Birkaç seyyar satıcının tezgâhlarında sigaraları paket şeklinde değil de, tek tek satmaları gözlerime çarptı. Yoksul da olsa kültürlü insanların hali başkadır.

Sovyet sistemi çöktükten sonra genellikle dışarıdan gelenler Orta Asya devletlerinde büyük işler kurmuş ve zenginleşmişler. 7 milyon civarındaki Kırgız halkının %20’sinden fazlası uluslararası standartlara göre yoksulluk sınırının altında yaşadığı kabul edilmektedir. Ülkenin GSMH’si yaklaşık 9 milyar dolar iken, fert başına GSMH 1300 dolar seviyesindedir. Ancak buna rağmen dışarıda dilencilik yapan insanlar çok nadir, hemen hem yok gibi.

Bir ülkenin güvenli olup olmadığının çeşitli ölçüleri var. Bana göre en pratik ölçütlerden biri kadının sokakta olmasıdır.  Eğer kadınlar akşam geç saatlere veya gece yarılarına kadar sokakta isler, ben ülkeyi güvenli kabul ederim. Şahsen ben yurt dışı gezilerimde buna çok dikkat ederim. Hem Kırgızistan hem de Kazakistan’da, gecenin geç vakitleri, hatta sabahlara kadar kadınların sokakta olduğunu görürsünüz.

Muhteşem Bir Şehir: Almatı

1854 yılında Ruslar tarafından kurulmuş olan Almatı, kanımca dünyanın en planlı şehirleri arasında yer almayı hak etmektedir. Şehir mazgal şeklinde inşa edilmiş, cadde ve sokaklar iç içe geçmiş dikdörtgenler gibidir. Merkezdeki bazı yapılar hariç, genellikle binalar 4-5 katlıdır. Her sokak veya caddede, boydan boya ağaçlar bulunur. Ağaçların diplerinden geçen oluk sistemleri sayesinde kentteki bütün ağaçlar sulanmaktadır. Nüfusu 2 milyon civarında olan Almatı’da 16 milyon civarında ağaç olduğu söylenmektedir.

Sovyetler Birliği döneminde Kazakistan’da nüfusun yaklaşık %53’u Ruslardan meydana gelmekteydi, ancak sonarları Rus nüfus giderek azalmış ve günümüzde %30 seviyesine düşmüştür. Lakin Rus kültürünün Kazak toplumu üzerindeki etkisi Kırgızistan’a nazaran çok daha baskın olduğu göze çarpmaktadır. Kırgızlar otantik yapılarını korumuşken,  Kazaklar, Ruslarla evliliklerinden dolayı bir nevi melezleşmiş ve fiziki olarak daha güzel bir endama kavuşmuşlar.

Almatı’daki düzeni gördükten sonra içimde şöyle dedim: “Keşke bütün şehirleri şu Ruslar kurmuş olsaydı. O zaman dünya çok daha güzel olurdu.” Nerdeyse tamamı Rus mimarisi olan Tiflis, küçük bir Paris gibidir. Bakü de güzel bir şehirdir. Ancak Almatı doğası, yeşilliği ve rahatlığıyla bambaşka bir şehirdir.

Petrol ve farklı minareler zengini olan Kazakistan, Orta Asya’daki en büyük ekonomik güç pozisyonundadır. GSYİH’sı 225 milyar civarında olan Kazakistan’da, kişi başına milli gelir 11 560 dolar düşmektedir. 19 milyon nüfuslu Kazakistan’ın toprakları 2.725.000 km2’dir. Kazakistan’da Rusça ve Kazakça resmi diller olarak kabul edilmiş ve azınlık konumundaki halkların da kendi ana dillerinde eğitim yapmalarına olanak tanınmıştır.

Kazakistan Kürtleri

Kazakistan, Kürt nüfusunun en yüksek olduğu bir Orta Asya cumhuriyetidir.  2017 yılında yapılan nüfus sayımına göre Kürtlerin Kazakistan’daki resmi nüfusu 44 bin 768 olarak veriliyor. Ancak bu rakamın çok düşük olduğu, ülkedeki Kürt nüfusun 150, hatta 200 bini bulduğunu iddia edenler var. Kazakistan’daki Kürtlerin nüfus cüzdanında “Kürd” yazıldığı için, çoğu Kürt tekrar bir sürgün ile karşılaşmamak için nüfus cüzdanına “Azeri” veya “Türk” yazdırmış. Kazakistan Kürt topluluğu üç büyük sürgün dalgasından oluşmuş. Kürtlerin ilk sürgün macerası Stalin döneminde, 1937-38 yılında gerçekleşmiş. Sovyet yetkilileri, “Türkiye’ye ajanlık ediyorlar” bahanesiyle Aras Nehri’nin öte yakasındaki Kürtlerin büyük çoğunluğunu trenlere sıkıştırıp Orta Asya çöllerine göndermişler. Dönemin Sovyet Azerbaycan’ının Komünist Lideri Mircafer Bakirov, Kürt sürgününde başrolü oynadığı gibi, Kürt okullarını kapatacak ve Kürtçe yayınları da yasaklayacaktır[1]

Kürtlere yönelik ikinci sürgün dalgası, İkinci Dünya savaşı sırasında, 1944’te gerçekleşmiş. Stalin bu dönemde sadece Kürtleri değil, “Nazilerle işbirliği yapabilirler” gerekçesiyle Kırım Tatarları, Kafkasya’dan Ahıska Türkleri, Osetler ve hatta Asurileri de sürdü. Hayvan taşıma trenleriyle sürgüne gönderilen insanların çoğu yollarda telef olurken, hayatta kalanların yabancısı oldukları iklim koşullarına adapte olmaları ayrı bir trajediydi.

Kürtler için üçüncü sürgün dalgası, 1989’da Karabağ’daki Azeri-Ermeni savaşı sırasında yaşanmış ve eskiden Kızıl Kürdistan (1923-1929) olarak bilinen Kewbajar, Laçîn, Gubadî, Zengilan ve Cebraîl bölgelerindeki Kürtlerin, binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan koparılarak Orta Asya ve farklı bölgelere göç etmeleriyle son bulmuş. 1989’da Karabağ bölgesini ele geçiren Ermeniler, özellikle Müslüman Kürtlere büyük züllümler yaptılar.  Zarya Vostoka gazetesi, 22 Ekim 1925 tarihli sayısında, Kızıl Kürdistan bölgesinde 330 köy bulunduğunu ve Kızıl Kürdistan’da 58 bin 353 kişinin ikamet ettiğini yazmaktadır[2].

Almatı’da bizim misafir eden Kürt iş adamı Refik Mîrzayev, 1989 yılında Ermenilerin Karabağ’ı ele geçirmesinden sonra, Kızıl Kürdistan bölgesinden kaçarak Kazakistan’a yerleşmiş. Kazakistan’da devlet onur madalyası ile ödüllendirilmiş olan Refik Mîrzayev başarılı bir iş adamıdır.  6 dil bilen Refik Mîrzayev, çok iyi derecede Türkçe de konuşmaktadır. Türkiye’de,  sahil bölgelerinde bir yazlık almak istediğini belirten Refik Mîrzayev,  yüzümüze bakıp gülerek üçü de profesör olan biz misafirlerine şu soruyu sordu: “Kimliğimde ‘Kürd’ yazdığı için, acaba Türkiye’de bir sorunla karşılaşır mıyım?” Ben bir uluslararası ilişikler profesörü olarak Refik Mîrzayev’e bir cevap veremedim. Belki siyasilerimiz verebilir. Bir akademisyen olarak siyasilerimize şöyle bir “kopya” verebilirim. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde nüfus cüzdanlarında “Milliyet” ve  “Tabiiyet” kavramları yer alıyordu.  Örneğin Saîdê Kurdî’nin (Nursi) nüfus cüzdanında şöyle yazılıyordu: Milliyeti: Kürd, Tabiiyeti: Türkiye.

Kazakistan’da, Kürtler nüfus olarak yoğun olduğu yerlerde, Ortaokullar ve liselerde Kürt Dili ve Edebiyatı derslerini alabilmektedirler. Kürtlerin Berbang  (Şafak) adında bir derneği, Nûbar (Alıştırma) adında bir sanat ve edebiyat dergileri ve Yekbûn (Birlik) adında bir Tv’leri bulunmaktadır.


[1] Nizameddin Rzayev, “Another sad story – Red Kurdistan,” Kurdish Media.com,  June 05,2006

[2] İsmet Konak, Sosyalist Kürtler (1917-1937), Devrim, İnşa, Sürgün, Nubihar Yayınları, İstanbul 2022, s.52

Kürtler; mülteci olarak yerleştikleri Kazakistan’da, ana dillerinde eğitim alabilip hiçbir ayırımcılığa tabi tutulmazken, tarih boyunca yaşadıkları topraklarda ana dillerinde henüz bir ilkokula bile sahip değiller. Rus nüfusun %5’i bile bulmadığı bazı Türki cumhuriyetlerde, Rusça resmi dil iken, Türkiye nüfusunun 1/3’ünden fazlasını teşkile eden Kürtlerin ana dili Kürtçenin hiçbir statüsü yok. Mecliste bile “bilinmeyen dil” olarak kayıtlara geçer. Hadi bir soru ile bitirelim: Çok dilli ve kültürel çeşitliliği özümsemiş Kazakistan mı Batı medeniyetine daha yakın, yoksa Türkiye mi?

Kaynak: Serbesiyet

Kurdistan Haberleri

Batman'da kayyım Kürtçe tabelayı kaldırdı
Irak ordusu Kerkük’te Kürt çiftçileri gözaltına aldı
Süleymaniye'de IŞİD'e operasyon: 5 ölü, 14 yaralı
Başbakan Barzani Davutoğlu ile görüştü
Dersim Belediye Eş Başkanı Birsen Orhan'a ev hapsi