Şubat ayında Öcalan’ın tutukluluk süresi 20. yılını geride bırakmış olacak.
Öcalan, İmralı adasında, devlet güçlerinin denetiminde ve istemi ile belli bir zamanda, ziyaretçileri ile görüştürülmektedir.
Öcalana yönelik tecrit politkası, Kürdistandaki gelişmelere bağlı olarak, yumuşak ya da katı bir şekilde uygulanmaktadır. Kürd’ün kazanımlarını yok etmek için, kendisine rehin muamelesi yapılmaktadır.
Devletin bu ayak oyunlarına kanmak, Kürdistan’daki senaryoları görmemek büyük bir talihsizlik olarak devam etmektedir. Tecrite ve bu hukuksuz politikaya karşı çıkmak, deşifre etmek, elbette bir insani duyarlılıktır. Ancak 20 yıldan beri, beli aralıklarla yapılan bunca eylem ve açlık grevlerine rağmen devletin adım atmayacağını bir türlü anlamamış olmak bir o kadar tuhaftır. Açlık grevleri ile maddi, manevi bir sürü bedel ödenmesine rağmen, bir arpa boyu yol alınamadı... Hala bunda ısrar etmek, Türk devlet politikasını kavranmadığını göstermektedir. Oysa bu eylemlerde harcanan enerji ve değerler daha farklı alanlarda kullanılabilirdi. Bu haliyle örgütün taraftarları bilinçli bir yönetimle, Kürd halkının taleplerinden ziyade, Öcalan’ın şahsına yönelik talepleri dillendirmeleri, Türk halkının Erdoğan’a odaklanması gibi bir payda ifade etmektedir. Lidere endeksli bu politikanın kaybettireceği gün gibi ortadadır. Öcalan, kendisine yönelik bu tecrit uygulamasını, neden protesto etmiyor? Açlık grevine katılarak kendisine destek veren insanlarla dayanışması gerekmez mi?
Kendi devletine sahip olmayışı Kürd halkına pahalıya mal olmaya devam etmektedir.
AÇLIK GREVİ HEDEFİNE ULAŞTI MI?
Öcalan’la yakın zamanda yapılan görüşme, Türk hapishanelerinde ve Avrupa’da yapılan açlık grevlerinin bir sonucu olduğunu savunmak, T.C. devletinin Kürdistan’da sorunsuz çekileceğine inanmak gibi aptalca bir anlama gelmektedir. Bu grevler, devletin pervasızlığını deşifre ederken aynı zamanda olmayan demokrasilerine meşruluk ve güven tazelemek anlamı da taşımaktadır. Bu devletin bir takım demokratik eylemleri kaale alacağını sanmak kendine inanan kitleleri aldatmaktır. Kürd halkının milyonlarca oyunu almış bir Demirtaş’ın “dokunulmazlık” konumuna karşın, parlamentodan alınıp hapse göndermesi bile kendi kanunlarına bile saygılı olmadıklarını ispatlamıştır.
Geçmişte demokrasi mücadelesini verenleri küçümseyenler, şimdi kendilerini ve taraftarlarını oyalayarak, zülüm altında, kendilerini açlığa terk etmiş insanların bedenlerinden umut beklemektedirler. Yarım asırlık silahlı mücadelede geldikleri ve sığındıkları yer acı vericidir.
OLASI SENERYOLAR
Bu politika, TC. Devletinin yerel seçimlere hazırlandığı bir dönemde, tekrar Kürd kitlelerine şirin görünme çabasının bir ürunü gibi görünmektedir... Sonsuza kadar bu entrika ve hokkabazlıklala politika yaparak faydalı sonuçlar alacaklarını sananlar yanıldıklarını görecektirler.
Rojava Kürdistanına yönelik hesapları tutmayınca, devletin yeni oyunlar sahneye taşıyabileceği öngörülmelidir.
Öcalan ile görüşme yasağının aniden kalkması, kapılarının açılması , miting izininin verilmesi, yeni bir oyunun oynandığını göstermektedir.
Daha önce Kuzey Kürdistan’da gerillanın çekilmesinin, Öcalan’ın emri dahilinde olduğu unutulmamalıdır.
Bugün de aynı çevreler, Türk devletinin, Suriye devleti ile görüşerek sorunlarını hal etmesi gerektiğini dillendirilmektedir.
- Türk Devlet’inin “Rojava Kürdlere ait degil” söylemi, eger Öcalan tarafında da onaylanıp ”Kuzey Suriye” olarak adlandırılırsa ve o ‘bölgeyi tamamen Esad’a bırakıp çekilin’ demesi halinde durum ne olur?
Bu denli liderlik sultasına kendisini kaptırmış bu örgüt ve bu halk ne yapar?
Öcalan hegemonyasına girmiş Kürd, kendi kazanımlarını bir kenara iterek, zafer kazanmış edasıyla “biji Serok Apo “diyerek Baas’a teslim edebilir mi?
Öyle görünüyor ki karşılarında bir muhalif güç olmadığı sürece bu politika hep devam edecektir. PKK’nin bugün izlediği politikanın Kuzey Kürdistan’a kaybettirdiği ortada iken, Rojava’da başarı elde etmesi mümkün değildir.
Bu tarihsel fırsatı avantaja çevirecek bir Kürd gücü olmadığı gibi, olanların bir kısmı da “kuyrukçuluk” yapmaktadır. Rojava’da hesapları bozacak tek güç ABD’nin varlığıdır.
2. Aynı şekilde Türk devletinin Suriye ile anlaşıp rejimi desteklemesi halinde, karşılığında da Esad’dın Rojava’da eskiden beri bulunan yerleşik güçlerini aktifleştirip, yeniden eski statüye dönme hamlesi durumunda tavır ne olacaktır?
3. Rusya İdlip operasyonunu gerçekleştirip, orada sağ kalan çapulcuları Türkiye’nin kabullenmesini talep edebilir mi? İdlip operasyonu sonrası Afrin’in T.C’nin elinde mi yoksa rejime mi verileceği netleşecektir.
Kürd güçleri, sahada hiç bir güce tam sırtını dayamamalıdırlar. Konjonktüre göre tavır almaları daha doğrudur. TC devletinin saldırısı halinde, sivil halkı ancak Rusya ve ABD koruyabilir.
Bu nedenle Amerika’nın desteği dahilinde Şam yönetimine yakınlaşmak ve federal bir yönetim talebinde bulunmak daha gerçekçidir. Şu ana kadar DSG güçlerinin Esad yanlısı tavırlarından çok Amerika’dan tam destek almaları önemlidir.
Türk devleti kendi halkını fakirleştirmek pahasına sermayesini savaşa harcayarak Kürdün kazanımlarını yok etmektedir. Son kuruşlarına kadar, Kürde mermi sıkmaya yeminli bir devlet mantığı, bugün de işbaşındadır.
4. Rusya ve ABD’nin anlaşması halinde Suriye’nin ‘bütünlüğünü ‘savunan Türkiye, Afrin’den çekilmek zorunda kalabilir. Bu senaryoları dallandırmak, çoğaltmak oldukça mümkündür.
Ancak yakın zamanda Kürd tarafının Suriye yönetimine yakınlaşarak sunduğu taleplerin nerdeyse hiç birinin Kürdî olmadığını belirtmek gerekir. Eski statüyü koruma ve kollama gibi algılanmaktadır. Basında çıkan bu ‘talepler’ listesine tavır almayan, onları görmeyen, risk almaktan uzak sinmiş bir kısım Kürd aydınının sessizliği, ”yazılarım okunmaz” kitaplarım satılmaz endişesiyle hareket etmeleri üzücü olduğu kadar da ürkütücüdür.
T.C. devleti halkı sindirmek, iyice teslim almak için yoğun bir baskı uygulamaktadır. En ufak bir gösteriye bile tahammülsüz bir şekilde bastırmaktadır. TC devleti bekaasını terör ve zorbalıkla sağlayamaz.
Bu denli büyük bir zulüm hak eder bir gün ölüm.