Yaşamımda İz Bırakan Anılar-6
1973 başında geldiğim Konya Seydişehir’de sendikal mücadeleyi yakından izlemekteydim. Alüminyum Tesisleri’nde çok sayıda Kürt işçi çalışmaktaydı. Kürt işçilerin çoğu Mardin ve Elazığ Maden yöresinden gelmişlerdi. Asimilasyon bugünkü gibi çok yaygın olmadığından Kürtçenin Madenliler Dimîlî, Mardinliler ise Kurmancî lehçesini konuşurlardı. İçlerinde bir tek ben Türkçe konuşmaktaydım. Bu durum beni ezik ve utangaç duygulara iterken anadilimi öğrenmek için de hiç çaba göstermiyor, varsa yoksa sosyalizm diyordum.
Seydişehir’e gelir gelmez bir kahvede çalışmaya başladım. Yeni cezaevinden çıkan Vural Yıldırımoğlu hemen her gün kahveye gelir, ciddi oturuşuyla ilgi çekerdi. Kahvede devamlı Âşık Mahzuni Şerif’in plaklarını çalardım. “Dost Uyan” plağı yeni çıkmıştı. Vural Yıldırımoğlu her kahveye geldiğinde “Dost Uyan”ı çalmamı isterdi. Onun 68 kuşağından ve yeni cezaevinden çıktığını bilmiyordum. Devrimci biri olduğu her halinden belliydi.
Toplu sözleşme yetkisi Çağdaş Metal İş’teydi. Yöneticilerinden Fehmi Işıklar Urfalı, Ekrem Aydın ise Erzincan Kürtlerindendi. 1973 ortalarında Seydişehirli olan Vural Yıldırımoğlu Özgür Alüminyum İş sendikasını kurup başkanı da olmuştu. Çağdaş Metal İş yöneticileri Bursa’da TOFAŞ fabrikalarında yetkili sendikaydı. Bursa onlar için daha önemli olunca var olan üyelerini ve yürürlükteki toplu sözleşme yetkisini de Özgür Alüminyum İş’e devretmişti. 1974 başlarında aynı iş kolunda örgütlü olan MHP’lilerin denetimindeki Türk Metal İş Seydişehir’de şube açmıştı. Gazetelerden de Çağdaş Metal İş’in DİSK Maden İş’e katıldığını okumuştum. Bu arada DİSK Maden İş de Seydişehir’de şube açmış gidip gelmeye başlamış, devamlı Yeni Ortam gazetesi okumaktaydım.
1974 bahar aylarında Kimya Laboratuvarı’na lise mezunu işçiler alınacaktı. Yazılı ve sözlü sınavı başarıp Alüminyum Tesisleri’nde işe başladım. Rus uzmanları gözetiminde fabrikada çalışan birkaç kimya mühendisi bizlere iki aylık spektral analizi nasıl yapılır kursu vermişti. Kurs sonucu spektral bölümünde çalışmaya başladım. Üç vardiyalı olarak sabah 08.00-16.00’ akşam vardiyası 16.00-24.00 gece vardiyası ise 24.00-08.00’de çalışıyorduk. Yetkili sendika olan Özgür Alüminyum İş’e hemen üye oldum. Sol görüşlü işçilerle birlikte çalışanlara sendikal ve sınıf bilincini vermek için uğraşıyorduk. 1974 sonuna doğru DİSK Maden İş’le sendikamız birleşmek için görüşmelere başlaması bizleri sevindirmişti.
Maden İş’e katılmak için kongre yapmamız gerekmekteydi. Kongre hazırlığı için tüm fabrika birimlerinde Maden İş’in bildiri ve gazetelerini dağıtıyor, yaptıkları toplu sözleşmelerde işçi haklarını nasıl yükselttiklerini anlatıyorduk. Ayrıca Seydişehir’de işçilerin yoğun olduğu köylere propaganda için gezilere de başladık. Büyük köyler olan Taraşçı, Karaviran, Akçalar’da kahve ve meydanlarda köylülerle konuşmaktaydık.
Bozkır ilçesi yolu üzerindeki bir köye gitmiştik. (Köyün adını hatırlayamadım) Köy meydanında konuşurken yaşlı ve sakallı biri de bizleri dinlerken: “Komünist ve dine düşman olduğunuz söyleniyor,” deyince şaşırmıştık. Bu köyde çok işçi vardı ve sabah akşam servislerle işe gidip gelmekteydiler. Yanımızda Maden İş avukatlarından Ali Şen de vardı. Aynı köyden olup bizimle gelen biri onun imam olduğunu söyledi ve ona; “Bizi yanlış tanıyorsunuz, biz işçi haklarını savunuyoruz,” dediğinde, İmam; “O zaman içinizde Kuran okuyan var mı? Buyurun gelin okuyun ki inanayım,” dediğinde bizler birbirimizin yüzüne bakmıştık. Aramızdan kimse çıkmayınca ben öne çıkıp; “Hoca efendi, bizler Müslüman çocuğuyuz, anne-babamız namaz kılarlar, bizim dine karşı bir durumumuz yok,” dediğimde elindeki Kuran’ı uzatıp: “Oku bakayım ki öyle inanayım,” derken herkes bana bakmaktaydı. Hocanın uzattığı Kuran’ı almayıp; “Hoca abdestsiz Kuran ele alınmaz,” dedim. Hoca ise yakındaki çeşmeyi gösterip; “Buyur al abdestini” deyince mecbur gidip abdest aldım. İmam’ın elinden Kuran’ı alıp üç kez öpüp başıma koyarak; “Hangi süreyi okuyayım,” diye sordum. İmam; “Oku da hangisi olursa olsun,” deyince Yasin süresini bulup birkaç satır Kuran’a bakarak okuyup devamını ezberden okumaya başladım. Yasin süresini önceden ezberlediğimden unutmamıştım, İmam şaşkın gözlerle bana baktı. Yarısını okuduktan sonra; “Devam edeyim mi hocam,” diye sordum. İmam; “Şimdi size inandım”. Bizi dinleyen köylülere; “Bize yanlış bilgi vermişler, bunlara oy verin,” söylediğinde arkadaşlarımız sevinçten bana gülümseyerek baktılar. Köyden Seydişehir’e geri dönerken arkadaşlar minibüste bana takılıp tebrik ettiler.
Bu arada Spektral Laboratuvarı’ndaki sendikal ve politik çalışmalarım fazla göze batmış, benim hakkımda pek çok şikâyet gitmişti. Laboratuvar müdür yardımcısı sağ görüşlü biriydi ve sürgün yeri olarak anılan Ekspres Laboratuvarı’na sürgün oldum. Buradaki laboratuvar şefimiz yine 68 kuşağından sol görüşlü Biçer Doğan Avşargil’di. Biçer Bey’in babası ise CHP Kayseri milletvekili idi. Kısa sürede bu laboratuvarda ilk gelen hammaddeyi değişik asitler-çözeltiler katarak analiz etmeyi öğrendim. Yine vardiyalı çalışıyorduk. Bu bölümde birkaç azılı faşist vardı. Ayrı vardiyalar da olmalarına rağmen sataşmak için bahane aramaktaydık. Dört Kürt arkadaşla birlikte çalıştığım işçilerin de çoğu sol görüşlüydü. Yaptığımız analizleri Bozkırlı İbrahim rapor olarak yazmaktaydı. İbrahim de sol görüşlü olduğundan kısa sürede samimi olduk.
Laboratuvar sonuçlarını deftere kaydeden Bozkırlı İbrahim beni köyüne davet edince hafta sonu tatilinde birlikte köylerine gitmek için minibüse bindiğimizde bana babasını anlattı: “Babam 1928-32 yılları arası Erzurum’da askerken Ağrı’daki direnişi bastırmaya giden birlikteymiş. Çok insan öldürdüğünden psikolojisi bozulmuş. Ne köy kahvesine gider, ne de Cumaların dışında camiye giderdi. Namazını evde kılardı. Sabah evden çıkar bağ bahçe işlerinin yanında yüksek tepelere çıkıp tek başına dolaşır, akşam olunca eve dönerdi. Babamı öyle gördüğünde yanlış anlama, misafir ağırlamaya karşı değil,” dedi. Ağrı isyanını ilk kez duyuyordum.
İbrahim’in ismi Çat olan köyü Bozkır ilçesinin dağlık tarafındaydı, köyün her tarafında elma ağaçları vardı. Köyün alt tarafında minibüsten inip yokuşlu yolu çıkıp evlerine geldik. Annesi, hanımı ve üç çocuğu bizi karşılayıp salona geçip yer minderlerinde oturduk. Akşama doğru babası da gelip bize hoş geldin dedi. İbrahim; “Baba bak bu arkadaşla birlikte çalışıyoruz. Senin askerlik yaptığın yerden,” söylediği anda yüzü ciddileşip üzgün bir durum aldı. Bana; “Hangi şehirdensin,” diye sordu. “Diyarbekirliyim” dedim. Ardından; “Karaköse, Beyazıt, Patnos, Erciş oralarda askerlik yaptım,” dedi ve birden kalkıp; “Allah beni affetsin,” deyip evden çıktı. Şaşırmıştım. Ağrı isyanında neler olduğunu, Ağrı ve çevresinde olanları da ilk kez İbrahim’den duydum. İbrahim; “Babam biz uyuyuncaya kadar artık eve gelmez,” dedi.
Gece İbrahim’e; “Baban o isyan sürecinde neler anlatmış bana da anlatır mısın?” deyince, İbrahim bildiklerini anlatmaya başladı: “Babam yaşadıklarını çok fazla anlatmıyordu, bazen daldığında anneme ve bana nadiren içini yakan derdini anlatırdı: ‘Ben cehennemliğim, Allah’ın kitabına süngü sapladım,’ der ve ağlamaklı olurdu. Askerliğini Erzurum’da yaparken Ağrı dağında Kürtler devlete isyan etmeye başlayınca, bağlı olduğu askeri birlik Ağrı’ya sevk ediliyor. Karaköse, Beyazıt, Patnos, Iğdır, Erciş’te çok kişi öldürmüşler. Başlarındaki komutan babamın da bulunduğu birliğine; ‘Bunlara acımak yok, bunlar Türk değil, hepsi Ermeni ve kâfirdirler. Evlerini bastığınızda onları namaz kılarken, Kuran okurken görürseniz bile bunu numaradan yapıp sizleri kandıra bilirler. Vatan için önünüze geleni yok edeceksiniz,’ diye emir verir. Patnos’un bir köyünde babam bir evi bastığında yaşlı bir kadın Kuran’ı göğsüne bastırmış fakat babam komutanın emrini hatırlayınca süngüsüyle Kuranı delip kadının göğsüne saplamış. Zilan deresinde toplanan binlerce kadın, çocuk, yaşlı dinlemeden kurşuna dizmişler. Babam dört yıl askerlik yapıp teskere alınca köye döndüğünde bir başka adam olmuş, kimseyle konuşmaz, hep kendi kendine köyün dışında dolaşırmış. Bir ara köylüler ve akrabalar kafayı yemiş diye acımışlar. 30 yaşına geldiğinde annemi akraba olmasından dolayı babamla zorla evlendirmişler. Babamın psikolojisini yüzlerce öldürdüğü insan bozmamış, ama göğsüne Kuran’ı basan yaşlı kadına süngü saplarken Kuran’ı delip süngülemiş olmasıdır. Babamı deli eden budur. Hep ‘ben cehennemliğim Allah’ın kitabına süngü sapladım,’ deyip duruyor.”
İbrahim, babasının köyde alay konusu oluşunu, bağ bahçe işlerini, hayvanlara iyi bakışını, kendi içine kapalı oluşunu, köydekilerden uzak duruşunu anlatırken: “Ben babamın bu haline bir şey demiyorum, alıştık artık. Beni şaşırtan o kadar çoluk, çocuk, yaşlı öldürmüş yanmıyor, Kuran’a süngü saplamasına yanıp Allah korkusunu duyuyor. Bir gün babama; ‘O kadar suçsuz insanı öldürdüğüne yanmıyorsun da sadece Kuran’a süngü saplamana yanıyorsun,’ diye sorduğumda, bana; ‘Oğlum komutanlar söyledi, onlar Türk kanı taşımıyor, Ermeni’dirler, Müslümanlıkları bizleri kandırmak içindir. Dinimizde kâfir öldürmek sevaptır, fakat ben Allah’ın kitabına süngü sapladım, cehenneme gideceğim’ demesine çok kızmaktayım.”
Yataklarımız serilince uyumak için yorganı kafama çekip Ağrı’daki olayları, İbrahim’in anlattıklarını düşünürken kapı aralanınca babası ile göz göze geldim. Bana bakıp kapıyı kapattı. Ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum. Çermik’te yaşlılar Şeyh Said Efendi’nin idamını ve o dönem yaşanan olayları kısmen anlatınca duyardım. Çermik Şeyh Said hareketine uzak durup önemli çatışmalara sahne olmamış, fakat tek tük katılanlar olmuştu. İdamları, devletin zulmünü o dönem kahvelerde, yaşlılar sohbetlerinde anlatılırdı. Ayrıca 1970’li yılların ortalarında Kürt Ulusal Mücadelesi’ni savunurken bazen babama: “Niye evde Kürtçe konuşmadın, konuşsaydın öğrenirdik,” dediğimde; “Oğlum ben 8-9 yaşındayken Dêrsim’den kaçanların nasıl rezalet çektiklerini, dilendiklerini, üstleri başları perişan hallerini görünce Kürtçülük felaket getiriyor diye düşündüm, o yüzden okuyasınız diye evde Kürtçe konuşmadım,” derdi. Dêrsim’de olanları az çok duymama rağmen Ağrı direnişindeki Kürt katliamını, Zilan deresinde binlerce Kürt’ün öldürülmesini ilk kez duymaktaydım.
Sabah İbrahim’in annesi ve hanımı bize güzel bir kahvaltı hazırlamışlardı. Babası kahvaltıya gelmedi, annesi ve hanımına hoşça kal deyip tepeli yoldan dolmuşun geçeceği yola inerken İbrahim bir tepeyi gösterip; “Babam orda bize bakıyor, babam Kürt olmandan dolayı sanki senin anne-babanı öldürmüş duygusunu yaşıyor şimdi,” deyince tepeye baktığımda elinde bastonu, kafasında külahı ile heykel gibi durmuş bize bakıyordu. Yola inip biraz bekledikten sonra Seydişehir’e giden minibüs gelince bindik. Seydişehir’e giderken kafamı minibüs camına dayayıp yaşlı amcayı ve İbrahim’in anlattıklarını düşünüyordum.