Ali Kemal Yıldırım
Kürt beyliklerinden bir kısmı (Örneğin Çemişgezek) Yavuz’un Kürdistan hakimiyeti veya oğlu Sultan Süleyman (örneğin Bitlis) ile tasviye edilmeye başlanır iken, geriye kalanlar 18. Yüzyılda safdışı edilecektir.
18. yüzyılda Kürt beyliklerinin tasviyesinin esas sebebi ile ilgili Erik J. Zürcher’e göz atmakta yarar var:
Osmanlı ideoljisi hükümdar (ve de onun memurları) tebaa arasındaki kendine münhasırlığa vurgu yapar. Sultan mutlak iktidarı temsil ediyor. Onun iktidarı temsil eden birçok hizmetlisi hernekadar güç sahibi olsalarda teknik olarak birer köle idiler. Osmanlı iktidar ve toprak sahipliği sistemi; her zaman kendisi ile rekabet etme riski taşıyan, vergi olarak devletin kasasına girebilecek halkça üretilen artı ürünün bir kısmını kendileri için el koyabilecek olan yerel aristokrasi gibi iktidar merkezlerinin ortaya çıkmasını önlemeye yönelik idi. Uzun bir dönem Osmanlı merkezi sistemi bu bakımdan epey başarılı idi. Sonradan 18. yüzyılın sonlarında görebileceğimiz gibi bu durum artık geçerli değildi.
1836 yılında Cizre’nin alınması ile sonlandırılan Botan emirliğine karşı hareketin nedeni, yukarıda değindiğimiz üzere, herhangi bir iktidar merkezinin oluşumunu önlemeye yönelikti. Bruinessn’in belirttiği üzere Abdulmecit tarafından, özelliklede göçebelerin toprağa yerleşmesi amacı ile, 1800’in ortalarında başlatılan toprak yasası aşiret ekonomisinin komunal özelliklerini geriletti. Zamanla aşiret liderlerinin toprak ağaları olmasına imkan veren bu düzenleme aşiret içerisinde sınıfsal farklılaşmalara sebep oldu. Beyler Hamidiye alayları ile birlikte ekonomık ve siyasal güçleri yanında, ciddi bir askeri güç haline de geldiler. Bunlardan bir kısmı Kürt milliyetçiliğine meyil eder iken, diğer bir kısmı önce Istanbul ve sonra Ankara’nın yanında yer almayı kendi çıkarlarına uygun gördü. Ahmedê Xanî’nin şikayet ettiği durum sonrasında da devam etti. Kürtler’in çok zaman desteğine rağmen, Osmanlı Kürtleri hazmedemedi. Türk milliyetçiliğine yapılan yatırım, ilişkilerde zaman ile genişleyen bir kırılma yarattı. Bu kırılma 1921-1938 aralığında zirve yaptı.
1650-1707 yılları arasında yaşamış olan Kürt şair ve düşünürü Ahmedê Xanî öümünden bir yüz yıl kadar sonra II. Mahmud devrinde Kürt beyliklerinin tasviyesini sezercesine aşağıdaki dizeleri yazar:
Bu yazıda Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı eserinin geniş olarak değerlendirilmesine girilmiyecektir. Kopyasını verdiğimiz satırlarda görülebileceği gibi, şiirde Arapça sözcüklerin zenginliği dikkat çekiyor. Arapça’nın etkisi bakımından, Yeni Kürtçe’nin,i 8. Yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlıyan Yeni Farsça’dan farkı bulunmamaktadır. 8. Yüzyılda Azerbeycan ve Zağroslar’da egemen olann Pehlevi dili Arapça’dan yoğun şekilde etkilenmiş yeni Farsça’nın etkisi ile farklılaşarak farklı kollara bölünür.
Uzun yıllar devam eden Arap imparatorluğu yönetimi doğal olarak İrani dilleri etkileyecek ve yeni dönemde çok sayıda Arapça kelimenin bu dillerin yazımında kullanılması sonucunu verecektir.
Ahmedê Xanî’nin yazımında, düşünce bazında onun Hüremiler ve İran sahası ile ilişkisi ile ilgili izlere rastlıyoruz. Bunu anlamak için kısaca bir kaç satıra bakmakta yarar bulunmaktadır.
Ev qulzumê rûm û behrê Tacîk
Hindî ku bikin xurûc û tehrîk
Kurmanc dibin bi xwîn mulettex
Wan jêkve dikin mîsalê berzek
İbrahim Sunkur tarafindan üstteki mısraların çevirisi şu şekilde yapılır:
Bu Rum deryası ve Tacik denizleri
Çırpınıp hareket edince kendileri
Kürtler kana bulanmış olurlar
Duvar gibi birbirlerinden ayırırlar
Mustafa Nihat Özön’ün ‘’Osmanlıca Türkçe Sözlük’’ünde qulzum karşılığı olarak kulzüm sözcüğünü buluyoruz. Kulzüm’in bir anlamı ‘’süveyş kanalı’’ iken diğeri ‘’Kızıldeniz’’. Dolayısı ile buradan ‘’Rum deryası’’ olarak kast edilen yerin Istanbul Boğazı olduğu anlaşılmaktadır. Peki bu ‘’Tacik denizleri’’ denilen yer neresidir?
Kastedilen Tacikistan ise orada ‘’derya/deniz’’ yok, dağlar var. Ayrıca Tacikler ile Kürtler arasında bir savaş olmuş mu, bunun örnekleri var mı? Bunu da bilmiyoruz; demek ki, kayda değer bir durum yok. Belli ki burada ‘’Her çırpınışta Kürtleri kana bulayan’’ bir tarihten bahsediliyor. Bu tarihin aktörlerinden biri Rum ise, ikincisi bir başkasıdır. Bu güçler ile kast edilen Medler, Ahameniş, Part ve Sasaniler olamaz; zira Kürtler’de bu oluşumların içinde. Öyle ise bu gerçeği başka yerde aramalıyız. 7. Yüzyıldan 10. Yüzyıla dek Kürtler Araplar’ın zulmüne uğrarlar. Bu miras daha sonra Selçuklu ve Moğol zulmü ile sürdürülecektir. Tarikatları çok sayıda Türk’ü de barındırıyor olsada, Safavilerin Hanedanı zaten köken olarak Kürt;. Kaldıki Safaviler meselesi 16. Yüzyıl ve sonrası tarihe ilişkindir. Ahmedê Xanî çok öncesinden başlıyan daha geniş bir zaman diliminden bahsediyor.
8. yüzyıl sonrasını konu alan çok sayıda tarihi kaynak çapulcu anlamına gelecek şekilde‘’Tachık’’ olarak esas olarak Araplar’dan ve sonrada Türk’lerden bahseder. Bu güçlerin komutası altında yer aldıklarında Kürtler’de buna dahil edildiği durumlar bulunmaktadır. Ancak belli ki Ahnede Xani ‘’Tacik’’ derken bundan bölgeye gelen yağmacı güçleri kast ediyor.
Bu konuda Urfa’lı Matheos ve 13. Yüzyıl Ermeni tarihçisi Kirakos Ganzakets’in kitaplarında çok sayıda örnek bulunabilir. örneğin Ganzakets 771-778 yıllarında Bizans’ın imparatoru olan Constantine devrinde Kızılırmak kıyılarında kamp kuran Tachik (Tacik) ordusundan bahseder. Dolayısı ile ‘’Tacik denizleri’’ derken bundan anlaşılması gereken ‘’Arabistan Denizleri’’dir. 19. Yüzyıla gelindiğinde Ermeni yazar Antranik’in ‘’Dersim Seyahatnamesi’’ adlı eserine ‘’Tachik’’ sözcğü ‘’Dacig’’e dönüşecek ve başta Türkler olmak üzere bütün Müslümanlar için kullanılacaktır. Xani, ’Acem’’ terimini Farslılar için kullanır. Bu terim, bir ara Araplar tarafından da Kürtler için de kullanılır.
Xanî’de birlikteliğin olmamasının en önemli sonucunun bir devlet sahibî olamamak ile kendini ifade ettiği açık olarak anlaşılıyor. Ahmedê Xanî, devletleşmeyi ‘’Tekmil edilmemiş’’, yani ‘’tamamlanmamış, olgunlaşmamış’’ bir süreç olarak değerlendirirken, Kürtler için dinin durumunu da aynı katogoride, ‘’tamamlanmamış, kemale erdirilmemiş, olgunlaşmamış’’ olarak görmektedir. Araplar İçin bu süreç Kuran’ın inmesi ve Hz. Muhammed’in son peygamber ve devlet olmaları ile kemale erdirilmiş, yani tamamlanmıştır. Ondan sonra gökten bir ayet ve başka bir peygamber beklememek gerekmektedir. Ama bu durum Kürtler için geçerli mi?
Ahmedê Xani, belli ki, Arap İslamından değil; Kürtler’in birlik ve beraberliğine yardım ederek onları daha bir üst merhaleye yükseltecek bir Kürt ‘’dininden’’ bahsediyor. Xanî sadece Rum ve Acemler’den değil, Arap hakimiyetinden de şikayetçidir. Bu hakimiyetin ne zaman başladığından bahsetmeye gerek yok. Xani’de sezdiğimiz farklı dinin ne olduğu, nasıl olacağı Kürt tarihinde saklıdır. Bunun için örtüyü kaldırmayı istemektedir. Muhalif ve ulusal özlemlere sahip özelliği ile Ahmedê Xani’yi, 8. Yüzyılda Arap işgaline karşı mücadele eden Cibal’deki Khurdaneye Hürremi geleneğinin devamı olarak görmek yanlış değildir. Aradaki fark ilkinin Arap kolanyalizmine karşı olması, Xani’nin ise bunu bir adım ileriye götürerek devlet özlemini dile getirmesidir.