Düşünce ve ifade özgülüğü istediği, insan hak ve hürriyetlerini savunduğu için bir dönem saldırıya uğrayan Birdal, günümüz Türkiye'sinde yaşanan ihlalleri ve atılması gereken adımlara ilişkin görüşlerini Independent Türkçe'ye anlattı
İnsan haklarının yılmaz savunucusu oldu. Bu nedenle tehdit edildi ve kurşunların hedefi haline geldi.
Onu öldürme talimatı verenin yönlendirdiği kişi, bedenine 13 kurşun sıktı.
Yaralı kurtulan Akın Birdal, iyileşti ve ısrarla bildiklerini savunmaya devam etti.
İnsan Haklar Derneği Başkanlığı'ndan sonra milletvekili olarak girdiği siyasette de doğru bildiklerini anlatmayı sürdürdü.
Ayrım gözetmedi, hala da öyle. Haksızlığa uğrayanları savunmaya devam ediyor.
Günümüz Türkiye'sinde yeniden insan hakları ihlalleri arttı. Artık farklı düşünenler anında damgalanıyor.
Eylem yapan öğrenciler ve öğretim üyeleri "terörist" olmakla suçlanıyor.
Hakkında hüküm verilmeyen kişilere devletin tepesindekilerce "terörist" damgası vuruluyor.
Gözaltı furyalarının bitmediği, cezaevlerin tıklım tıklım dolduğu, siyasilerin köken ve mezhebi nedeniyle hedef haline geldiği bir dönemde insan hakları savunucusu Birdal ile görüştük. Sorularımızı cevaplayan Akın Birdal, önemli tespitlerde bulundu.
Daha hüküm verilmeden siyasetçi veya iş insanları açıkça "terörist" ilan ediliyor. Konuyu bilen biri olarak Türkiye'deki insan hakları durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu hale nasıl geldik?
Hakların ve özgürlüklerin güvencesi anayasa ve yasal sistemdir. Ne yazık ki hala 1980 askeri darbesiyle getirilen anayasa ve ondan kaynaklanan yasalar yürürlükte olduğu için hak ve özgürlükler sürekli baskı altında ve yasaklarla kuşatılıyor. İktidar da kendi erkini korumak için muhalefetin bütün hak ve özgürlüklerine duvar örüyor. Örneğin bugün 6. yargı paketi adalet komisyonunda, hakim ve savcı yardımcıları atanıyor. Mesela bugün atanan bir yargıç siyasi davalarda hep siyasi iktidarın lehine karar verebiliyor. Belki de Türkiye'nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesinin önündeki en büyük handikap ve engel, yargının vesayet altına alınmış olmasıdır. Ne yazık ki yargıç okulda öğrendiği hukuk bilgisi ve vicdanıyla karar veremiyor. Bu nedenle hukuk kararları hep tartışmalı oluyor.
"2015'ten sonra yargı vesayet altına girmeye başladı"
AK Parti'nin 20 yıllık iktidarını göz önünde bulundurduğunuzda yargı ne zaman siyasetin vesayeti altına girmeye başladı?
Özellikle 2015'ten sonra vesayetin altına girmeye başladı. Son 7 yıldır da bunun çok çarpıcı örneklerini görüyoruz. Siyasal ve toplumsal muhalefetin söz, ifade, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü baskı altına alındı. Türkiye yarı açık bir cezaevine dönüştü. Bir toplum kendi dili, kimliği, kültürü, inancıyla kendisini ifade edemiyor ve geliştiremiyor. Daha geçtiğimiz günlerde Kürtçe konserlere yasaklar getirildi.
Cezaevleri doldu taştı / Fotoğraf: AA
Saldırıya uğradınız, 13 kurşun yediniz. Bu konuda bedel ödemiş biri olarak bugünü o dönemle kıyasladığınızda değişen ne oldu?
Yok ne yazık ki, daha da kötüye gitti. Çünkü bugün Türkiye'nin siyasasını, ekonomisini ve yargısını belirleyen uluslararası etmenler var. Hak ve özgürlükler evrensel insanlığın ortak koruma ve savunmasında olurken ne yazık ki son 25-30 yıldır bundan giderek uzaklaşıldı. Birleşmiş Milletler, AGİT ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar varlık nedenlerinden uzaklaşıyor. Kapitalist devletlerin etki alanına giriyorlar. Türkiye'de hem iç hem de dış denetim mekanizmaları kilitlendi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Kavala ve Demirtaş kararları bile uygulanmıyor. Mesela dün Avrupa Parlamentosu Türkiye insan hakları raporunu yayınladı ve Dışişleri Bakanlığı'ndan bir tepki geldi. Çünkü bu raporların bir caydırıcılığı yok, raporda sadece endişe duyduklarını söylüyorlar. Oysa BM ve Avrupa Konseyi'ne taraf olan ülkeler bunu hukuku ile içselleştirmesi gerekiyor. Uygulanmaması halinde askeri, mali, ticari ve siyasi yaptırımlar var ama ne yazık ki bunların hiçbiri uygulamaya konulmuyor.
"Paylaşım savaşında Türkiye'nin jeo-stratejik pozisyonundan vazgeçemiyorlar"
Türkiye'yi cesaretlendiren farklı faktörler var. Bu çok önemli. Kapitalist dünya Ortadoğu'da yeni bir paylaşım savaşı veriyor. Birincisi, Ortadoğu yeniden dizayn edilirken o paylaşım savaşında Türkiye'nin jeo-stratejik pozisyondan vazgeçemiyorlar. İkincisi, Türkiye önemli bir silah pazarı. Sadece 2022'nin son 4 ayında 9 milyar dolar askeri harcamalara para ayrıldı. Üçüncüsü, mülteci kozu. Ne yazık ki yine Batı dünyası 1951 Cenevre sözleşmesine uymayıp bütün mültecileri Türkiye'de depoluyor. 3-5 milyar euro veriyor ve "bunları alın ve burada tutun" diyor ve burada bir dram yaşanıyor. Dördüncüsü, Ukrayna-Rusya savaşı Türkiye'nin elini güçlendirdi. Çünkü Rusya'nın doğalgaz ve petrol rezervleri korunacak ve Türkiye-Kürdistan hattı üzerinden Batı'ya doğalgaz ihraç edilecek. Beşincisi de son İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusundaki veto hakkı. Dolayısıyla Türkiye'nin eli daha güçlendi.
İktidarın muhalefet ve kendisi gibi düşünmeyenlere tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onlara göre kendisi gibi düşünmeyen, kendinden olmayan herkes muhaliftir, teröristtir ve dış mihraklıdır.
Akın Birdal / Fotoğraf: Twitter
"Öncelikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden vazgeçmek gerekiyor"
Bu kamplaşma ve kutuplaşma nasıl biter? Sizce ne gibi adımlar atılmalı?
Önce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden vazgeçmek gerekiyor. Gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) denetim, yetki ve hakkının yeniden kullanılabilir ve uygulanabilir hale getirilmesi gerekiyor. Yargı, yasama ve yürütme kuvvetler ayrılığı meselesi yeniden inşa etmek gerekiyor. Bugün bütün bunlar bir tek kişinin elinde toplanmıştır ve "ben yaptım oldu" şeklinde oluyor. Toplumsal ve siyasal muhalefetin kendi arasındaki ideolojik ve politik nüans ve farklılıkları erteleyip barış, adalet ve demokrasi konusunda ortaklaşma sağlaması lazım. Şu an olası bir erken seçim gündemde ve Güney Kürdistan, Kuzey Doğu Suriye ile Yunanistan meselesi yeniden ısıtılmaya başlandı. 17 Nisan'dan bugüne kadar Zap, Metina ve Avaşin bombalanıyor. Bir söz vardır; gerçeklerin ilk kurbanı savaştır ya da savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir. Bakın şimdi Meclis'te sansür yasası görüşülüyor. Ne olacak? Yarın insanlar bu olup bitenleri konuşamayacak, yazamayacak, sosyal medyada paylaşamayacak. Alın işte bugün Diyarbakır'da 19 gazeteci gözaltına alındı. Bunlar neyin habercisi bunu öngörmek gerekiyor.
"Savaş içeriye doğru taşınmak isteniyor"
Bu Suriye'ye yönelik bir operasyonun habercisi mi?
Elbette. Savaş Suriye, Güney Kürdistan ve içeriye doğru taşınmak isteniyor. Bu çok tehlikeli. Yarın böyle bir ortamda seçimlerin güven içinde demokratik şekilde gerçekleşmesi mümkün olamaz.
"Savaş karşıtı olmak gerekiyor"
Muhalif partiler farklılıklarını bir kenara bırakmış gibiler. Bu amaçla bir 6'lı masayı oluşturdular. Bu gibi organizasyonlar Türkiye'ye nefes aldırabilir mi?
Kuşkusuz bir araya gelmiş olmaları önemli ama bugün itibariyle bir caydırıcılık rolü görünmüyor. Örneğin olup bitenlere karşı 6'lı masa ne diyor? Mesela savaş konusunda ne diyor? Tezkereye destek veriyorlar ve ana muhalefet partisi askerimizin ayağı taşa değmesin diyor. Bence savaş karşıtı olmak gerekiyor. Barış, ardından adalet ve demokrasi öyle gelir.
"Erken seçim kaçınılmaz görünüyor"
Siyasi bir kimliğiniz de var, milletvekilliği de yaptınız. Yakında bir seçim olur mu?
Olacak, bu kaçınılmaz görünüyor ama kasım ayının başında ama ilkbahardaki iktidarın şu anda yaptığı her şey ona endeksli. Mesela 3600 gösterge gibi. Bu ne demektir "siz bana oy verirseniz yılbaşında u uygulamaya geçer" demek istiyor.
"Topyekûn bir baskı ve saldırı altındayız"
Mevcut tabloda Kürtlerin desteği alınmadan iktidar değişebilir mi?
Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtlerin desteği alınmadan iktidar değişmesi pek olası değil. Burada HDP ve Kürt siyaseti belirleyici olacak. Topyekûn bir baskı ve saldırı altındayız. Bu nedenle buna topyekûn bir demokratik hat oluşturmak gerekiyor.
"Türkiye en karanlık dönemini yaşıyor"
Eğitimli çok sayıda insan yurt dışına gidiyor. Gençlerin büyük bölümü umudunu yitirmiş durumda. Siz ne düşünüyorsunuz? Türkiye gelecek adına umut vadediyor mu?
Emin olun Türkiye şimdi en karanlık dönemini yaşıyor. Bir tüneldeyiz ve henüz bir ışık görünmüyor. Ama bu görünmeyecek anlamına gelmesin. Herkesin yeniden kendisini sorgulaması gerekiyor. Ve "ne yapmak gerekir?" sorusunun karşılığını uluslararası aktörlere ve dinamiklere göre değil de Türkiye'nin kendi öz dinamikleriyle birlikte bir yol haritası belirlememiz gerekiyor. Aksi takdirde ülkeye de topluma da yazık edilecek.
Türkiye'nin insan hakları ihlalleri konusundaki karnesi her geçen gün daha da kötü oluyor / Görsel: Pixabay
"Türkiye'de herkes adalet arıyor"
Ezilen, haksızlığa uğrayan ve adalet arayışında olanlar için neler söylemek istersiniz?
Çok ilginç, Türkiye'de herkes adalet arıyor. Cumartesi Anneleri, emekçiler, kadınlar, KHK'lılar, sanatçılar, hak savunucuları, ötekileştirilmişler, LGBT'liler adalet arıyor. Cezaevinde 106'sı ağır bin 574 hasta mahpus var. Neredeyse her ay 1-2 hasta mahpusun cenazesi cezaevinden çıkıyor. Öncelikle herkesin kendi sokağından çıkması ve alışkanlıklarından uzaklaşması gerekiyor. Barış, adalet ve özgürlük isteminde ortaklaşılmalı.
"Helalleşmenin hukuki bir karşılığı yok"
Bu anlamda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun söz ettiği helalleşmeyi önemsiyor musunuz?
Yok. Helalleşme doğrudan bir adlandırma değil, çünkü hukuki bir karşılığı yok. Bunun hukuki karşılığı yüzleşmedir. Yüzleşme ve hesaplaşmadır. Bütün çatışmalı toplumlarda savaştan demokratik topluma dönüşte bu olmuştur. Yani kapı komşumla bir sorunum olur, gel kucaklaşalım ve helalleşelim denilir. Dediğim gibi bunun hukuki bir dayanağı yok. Bunun hukuki karşılığı yüzleşmedir.
Bu yüzleşmeyi devlet mi yoksa farklı kesimlerin mi yapması lazım?
Bu devletin yapması gerekir ve farklı kesimlerin de kendisiyle yapması gerekir.
Birdal'a göre "helaleşmek" Türkiye'nin geçmişteki sabıkasını silmez. Onun için mutlaka yüzleşmek gerekiyor / Fotoğraf: Bianet
"Çok sabıkalı bir tarihimiz var"
Yani kim kime haksızlık yapmışsa birbiriyle yüzleşmeli mi diyorsunuz?
Evet, evet. Kim kime haksızlık yapmışsa yüzleşmesi gerekir. Çünkü tarihimize bakın çok sabıkalı bir tarihimiz var. Son 100 yıla bile baksak yeterlidir. 1909, 1915 ve 1921. 1925, 1937-38, 1940-42, 1955 6-7 Eylül, 1960 darbesi ve günümüze kadar Sivas, Suruç, Roboski ve Gar katliamı. Bunlarla yüzleşilmediği için hep yaşanıyor, yineleniyor.
1990 ve 2000'li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerde "mutlu azınlık"tan söz ediliyordu. Aradan geçen 20 yılda "mutlu azınlık" değişti mi?
Elbette, elbette.
İktidarlar niye kendi "mutlu azınlık"larını oluşturma ihtiyacı hissediyorlar?
Bu ideoloji ve zihniyetleriyle alakalı bir şey. İnsan ne düşünüyorsa öyle yaşamak istiyor. Tarihte bunun çok örnekleri var ama hepsi hüsranla sonuçlanıyor.
"Ne liyakat ne denetim var"
Kurumların itibarsızlaştırıldığı, liyakat ve ehliyetin devre dışı bırakıldığı çokça dile getiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Kuşkusuz. Bu her alanda yaşanıyor. Başta yargı alanında. Bugün bakan yardımcılığına atanan kişi mahkemelerde iktidarın lehine karar veriyor. Böyle bir şey olabilir mi? Ne liyakat ne denetim var. Bunlar nasıl hukuk fakültesinden mezun oldular. Eğitimde üniversiteleri görüyoruz, kayyumlarla yönetilmek isteniyor. Oysa o üniversitelerin serbest, bilimsel ve özgür kürsüler olması gerekir. Ancak kendilerine ait kürsüler kurmak istiyorlar. Sağlık hizmeti de benzer durumda. Paranız varsa sağlık hizmeti alabiliyorsunuz, yoksa hiçbir güvenliğiniz yok. Ülke bu denli kötüye gidiyor.
Kaynak / Independent Türkçe
Adem Demir