AKP'nin kayyum hamlesini ve bundan sonra yaşanabilecekleri Alman Marshall Fonu Ankara Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı ve Boğaziçi Üniversitesi'nden Doç Dr. Ayşen Candaş değerlendirdi.
İçişleri Bakanlığı'nın Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarını görevden almasıyla bölge üç yıl sonra bir kez daha kayyum atamalarıyla karşılaştı.
15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından 94 DBP'li belediye başkanı görevden alınmış, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 31 Mart seçimleri öncesinde bölgede HDP'nin kazandığı belediyelere tekrar kayyum atayacaklarını söylemişti.
Ünlühisarcıklı: AKP'nin MHP'ye bağımlılığı
Konuyu bianet'e değerlendiren Alman Marshall Fonu Ankara Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, AKP'nin "seçim şokunu" atlattıktan sonra kayyum politikalarına yönelmesini MHP'ye karşı geliştirdiği bağımlılıkla açıklıyor:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP üç sebeple MHP'ye bağımlılık geliştirmiş durumda. Birinci sebep AKP'nin MHP desteği olmadan TBMM'de çoğunluk sağlayamaması.
"İkinci sebep bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP'nin desteği olmadan %50+1 oy almanın güçlüğü.
"Daha az bariz olan üçüncü sebep ise FETÖ'nün darbe girişimi sonrası bürokraside MHP'li kadrolarla çalışma ihtiyacı. Bu asimetrik ilişkide daha çok kazanan MHP olsa da öngörülebilir bir zamanda AKP'nin bu ittifak ilişkisinden vazgeçmesi kolay görünmüyor."
"Millet İttifakı'nda bir çatlak hedeflenmiş olabilir"
Ünlühisarcıklı'ya göre AKP'nin kayyum hamlesinin bir diğer sebebi de muhalefet cephesinde çatlaklar oluşturmak olabilir: "Bu bağımlılık Erdoğan yönetiminin Kürt sorununu yönetmede ve terörle mücadelede seçeneklerini oldukça kısıtlamış durumda. Öte yandan bu görevden almalarla bileşenlerinin ideolojik duruşlarından çeşitlilik nedeniyle zaten kırılgan yapıda olan Millet İttifakı'ndan çatlaklar oluşturmak da hedeflenmiş olabilir."
Doç. Dr. Candaş: Böl ve yönet politikası
Yale Üniversitesi'nden siyaset bilimci Doç. Dr. Ayşen Candaş da bu hamlenin amaçlarından birinin muhalif hareketleri etkisizleştirme çabası olduğu kanısında: "Rejimin tutarlı şekilde 'böl ve yönet' anlayışına dayanan bir stratejiyi özellikle Kürt meselesi üzerinden en azından 2009'dan bu yana başarıyla takip ettiğinin altını çizmek gerek. Yeni rejimin eşitliği reddeden hiyerarşik 'normlarına' uygun şekilde 'rejim yanlısı' Kürtler ve 'kriminalize edilecek demokrat Kürtler' şeklinde iki grup karşı karşıya getiriliyor.
"Bu hamleyle, hem demokratikleşme arzusu baskın olmayan, daha hiyerarşik ve geleneksel formlara, dolayısıyla yeni rejime kültürel ve ekonomik bağı olan Kürtlerin desteği sağlanıyor; hem de kriminalize edilen demokrat siyasal kesim üzerinden demokrat diğer gruplara gözdağı verilirken, diğer yandan milliyetçi - rejim yanlısı ve karşıtı - geniş kesime de 'terörün üzerine gidiyoruz' mesajı veriliyor."
Tek hamleyle çok hedef
"Tek bir hamleyle pek çok hedef aynı anda sağlanıyor. Bunun çok verim getiren bir hamle olduğu saptandığından demokrat muhalefetin gücünü birleştirip yükselmeye başladığı anlarda bu hamle devreye sokuluyor. Bu esnada muhalefet paralize ediliyor, paralize olmuşluğu ifşa edilip 'Kürtlerin rejimdeki büyük abilerine biattan başka yolu yok' denerek muhalefet kesimleri arasındaki dayanışmaya set çekilmeye çalışılıyor."
Peki siyasi ve ideolojik pozisyonları açısından parçalı bir durumda olan muhalefet, AKP-MHP ittifakının gelecekteki muhtemel hamleleri karşısında ne yapabilir? Doç. Dr. Candaş'a göre muhalefet bir birleşik muhalefet cephesi oluşturmalı:
"AKP'nin izlediği savaş politikasına daha geniş perspektiften bakınca bunun bir 'böl ve yönet' politikası olduğunu söylemek mümkün. Kürtlerin ikiye yarılarak bir kısmının 'büyük abinin şefkatli kollarında' mezhep ve din devleti parantezinde kapsanıp; daha demokrat, toplumun sorunlarına siyaset ve aktif vatandaşlık yoluyla çözüm arayan diğer kısmının ise bütün temel insan haklarından ve siyasi haklarından mahrum edilmiş şekilde sistem dışına itildiğini görüyoruz. Bu yöntemin adını koymak Türkiye'de olan biteni de dış politikayı da daha iyi kavramamıza sebep olacak. Bir durumu ve sorunu iyi anlamak doğru tahlil etmek, onunla nasıl baş edebileceğimizi keşfetmenin de ilk adımı."
Muhalefetin en büyük ihtiyacı
"Kürt sorununa 'dışardan' bakan muhalefet en büyük ve acil ihtiyacının ne olduğunu salim kafayla iyi düşünmeli: Kürtlerin en demokrat, kadınları ve azınlıkları eşit kapsayan, sorunları siyaset yoluyla çözmek isteyen kesiminin varlığını, değerini reddedip, tam da onlar üzerinden Kürtlerle Türkler arasında öteden beri süregelen bir kan davasını mı sürdürmek daha önemli? Yoksa ülkeyi içine girilen rejimden başka bir yerde, çoğunlukçu, kapsayıcı, demokratik, eşit vatandaşlığa dayalı anayasası olan, insan haklarına ve uluslararası hukuka saygılı bir yönde yeniden elbirliğiyle kurmak mı? Bu sorulara net cevap verilebildiği ölçüde ve kafası bu yönde çalışmaya başlayanların sayesinde, birleşik bir muhalefet beraber mücadele ettiğinde, mevcut koşullar altında dahi 2015'ten bu yana gücünü sergileyecek fırsatı bulabiliyor.
"Türkiye içine girdiği teknik açıdan totaliteryen yönden çıkacaksa, işte bu anayasal demokrasi yönünde hamle yapan, eşit vatandaşlığa dayalı yönde dayanışan, enformel şekilde de olsa 'birleşik muhalefet' sayesinde çıkacak. Diğer ihtimal, AKP'nin hayata geçirmek istediği mezhep ve dindarlık parantezinde hiyerarşik kadınsız bir Kürt sorunu çözümü, Türkler kadar çoğulcu yapıya sahip olan Kürtler arasında da ayrımlar yaratacak, hatta bunları sabitleyecek, kalıcı barış getirmeyecek. Oysa hem Türkler hem Kürtler 21. yüzyılda daha iyisini hakkediyor. Demokratik prensiplerde, insan haklarında, hukukun üstünlüğünde, uluslararası sözleşmelere uyma yönünde bir uzlaşı, her kesimi beraberce kalıcı barışa ve huzur ve demokrasiye ulaştırabilir. Rejimin hamlelerinin Suriye'de şu an karaya oturmuş olması, dışa kapalı bir anlayışın sonunda yarattığı ekonomik kriz, rejimin meşruiyetinin halk nezdinde kendi tabanı dahil bitiyor olması, demokrat kesimlerin dayanışması için de önemli bir fırsat penceresi yaratıyor."