Alevilik asimile mi ediliyor? Bu soru yıllardır Alevilerin gündeminde. Sorunun yanıtı ise muhtelif
Alevilik asimile mi ediliyor? Bu soru yıllardır Alevilerin gündeminde. Sorunun yanıtı ise muhtelif. Alevilerin asimile edildiğini savunan kesimler, bir yandan Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Alevi nüfusun devletin bilinçli politikalarıyla asimile edildiğini savunurken, bir yandan da Kemalizm ve sosyalizm ideolojileri içinde Aleviliğin özünün yok edildiğini söylüyorlar. Aynı kesim ayrıca Alevilik ile ilgili son asimilasyon tehlikesinin İran bağlantılı Şiileşme olduğunu öne sürüyor. Pek çok Alevi dedesinin, İran ve Irak’a götürülerek ‘Şii misyonerlere dönüştürüldüğünü öne süren bu kesimin en önemli eleştirisi, Aleviliğin İslamileştirilmesine dair. Şiileştirme eleştirisine maruz kalan kesim ise, bütün Alevilerin aslında Şii olduğunu ve “Ali’siz Alevilik” diye bir nitelemenin yapılamayacağını söylüyor.
Independent Türkçe olarak, Alevilik araştırmacıları, kanaat önderleri ve Şii camiadan önemli isimlerle ‘asimilasyon’ meselesini konuştuk.
Anadolu’nun önemli bir Alevi merkezi olan ve hatta 1980’de yaşanan Çorum Katliamı ile Alevi-Sünni geriliminin de merkezlerinden biri olan Çorum, yaklaşık 20 yıldır Alevilerin ağır ağır da olsa Şiiliği keşfettikleri bir kent. Bu konuyla ilgili araştırma yapan Hitit Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Mustafa Onur Tetik, haber dosyamızın ilk konuğu. Nail Elhan ile birlikte yaptıkları Alevilerde Şiileşme araştırmasına dair sorularımızı yanıtlayan Tetik’in ilk tespitleri şöyle:
“Çorum’da yoğunlaşmış Şiileşmiş bir Alevi topluluk var. Biz bu konuda İran’ın bir rolü olup olmadığına dair bir araştırmaya başladık, ancak daha sonra Çorum’la sınırlı tutmamaya karar verdik. Çorum’da eski SHP milletvekili Cemal Şahin’in oğlu, Teoman Şahin’le başlayan Şiileşme şimdiye kadar 500 kişiye ulaşmış durumda. Dindar bir yaşam sürdürüyorlar.”
Mustafa Onur Tetik
Araştırma ilerlerken Şii bakış açısının Aleviliği tanımadığını, Aleviliğin özgün kimliği hakkında bilgi sahibi olmadıklarını tespit ettiklerini söyleyen Tetik şöyle devam ediyor:
“Onları da kendilerinden gördükleri için, Aleviliği tarihsel olarak çeşitli sebeplerden dolayı tamamlanamamış Caferilik olarak görüyorlar. Ve Aleviliklerde bir fıkıh olmadığına inanıyorlar, bunun dışında aralarında bir fark yok kendilerince.”
Alevilerde dindarlaşma eğilimi başladığı zaman Şiileşmenin doğal bir gelişim izlediğini söyleyen Tetik, Caferi gruplarının da kendi aralarında Alevilere bakış açılarının değişebildiğini de söylüyor. Ancak bir tolerans diline de dikkat çekiyor: “Alevilerin ibadete mesafeli yaklaşımlarını toleransla yaklaşıyorlar ancak Sünnilik ve Şiilik dışında özgün bir Alevi kimliğinin varlığı konusunda sıkıntıları var, bunu kabul etmiyorlar.”
Şiilerin Alevileri, “Caferilerin ibadet etmeyen hali” olarak gördüklerini söyleyen Tetik; bir bilim insanı olarak bu bakışı doğru bulmadığını, çünkü bu bakışın özgün Alevi kimliğini göz ardı ettiğini belirtiyor. Dr. Tetik, Şiileşmedeki İran bağına dair ise şu yorumu yapıyor:
“İran’ın kamu diplomasisi TİKA gibi değil, daha istihbari. O yüzden bunu somutlaştırmak oldukça zor. Ancak bu grupların İran’a bakış açısı haliyle olumlu. Kendileri İran’la politik bağı reddediyorlar. Yine de bu gruplar aracılığıyla Alevi dedelerinin İran ve Irak’a götürüldüğünü ve İran’dan buraya mollalar getirildiğini biliyoruz. Bir inancın mensupları otomatikman tebliğcidir, ancak bunların ne kadarı İran’la bağlantılıdır, ne kadarı Caferilerin kendi tebliğ faaliyetidir, bilmiyoruz. İran tarafından bakarsak, İran’ın burayı işlenebilir, devşirilebilir bir alan olarak gördüğü kesin. Caferi gruplar arasında ise İran’a mesafeli olanlar da var, İran’a müzahir olanlar da.”
Peki Şiilik gerçekten bir tehlike mi? Tetik’e göre bu sorunun yanıtı ‘hayır’. Buna gerekçe olarak da, dünyada küresel olarak sekülerleşme eğilimin daha fazla olduğunu söylüyor. Bu yüzden Aleviler açısından Şiileşmeyi yakın gelecekte bir risk olarak görmediğini söyleyen Tetik şöyle konuşuyor: “Buradaki Şiiler gücü elinde tutmuyorlar, o yüzden bir gönüllü asimilasyon dışında bence böyle bir risk yok.”
Devletin, Şii grupların Alevileri devşirme politikasına yönelik yaklaşımını ise “Devlet Alevilerin Şiileşmesini istemez” diye yorumluyor: “Devlet Caferileşmeyi şu anda büyük bir tehdit olarak görmüyor. Hatta bir Diyanet yetkilisinin, ‘Alevilerin Alevi kalmasını tercih ederiz’ dediğini de biliyoruz.”
“Makbul Alevilik Bir Asimilasyon Modeli” ve “Alevi İnanç Kırımı” kitaplarının yazarı Özcan Öğüt ise, Alevi asimilasyonunu Sünni sistem dışarıdan yapmaya çalışsa da, en can alıcı tehlikenin Alevilerin mabedinde inanç yürütücüleri tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan Şii kuşatması olduğunu düşünenlerden. Bunu “Şii ablukası” olarak niteleyen Öğüt, önlemler alınmazsa bir inanç kırımının gerçekleşeceğini düşünüyor.
Özcan Öğüt
İran’ın 90’lı yılların sonlarından itibaren başlattığı çalışmalarla Şiacı Alevilerin ortaya çıktığını söyleyen Öğüt şu bilgileri veriyor:
“Bu süreçteki asimilasyon çalışmaları; 2000’li yıllardan itibaren başta İstanbul, Ankara, İzmir, Tekirdağ, Çorum ve Adıyaman gibi iller olmak üzere Türkiye’de Alevi nüfusun yoğun olduğu birçok yerde tabela Alevi dernek ve vakıfları kurdurtarak yeniden kendini göstermiştir.” Bu süreçten sonra bazı Alevi dedeleri, yazarlar ve kurum temsilcilerinin İran’a gitmeye başladığını anlatan Öğüt şöyle devam ediyor:
“Devrim muhafızlarından İran Şiilerinin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e kadar Şia’nın çekirdek kadrosuyla çeşitli temaslarda bulunuldu. Yüzlerce Alevi dedesi ve cemevlerinde Alevi yol hizmeti yürüten kişiler, İran ve Irak’taki Şia’nın kutsal mekânlarına gönderilmişlerdir. Bir kısmı da İran’ın Kum şehrinde Şia öğretileri doğrultusunda yetiştirilip dönüştürülerek, Şia’nın misyonerlik faaliyetlerinin tebliği için Türkiye’ye gönderilmiştir. Alevilik adı altında gerçekleştirilen Şia’nın tebliğ faaliyetleri ekseriyetle cemevlerinde ve Alevilerin sosyalleşme mekânlarında aktif bir şekilde yürütülmüştür.”
Günümüzde Şiacı grupların dönüştürme faaliyetlerinin aktif bir şekilde devam ettiğini söyleyen Öğüt “İsimlerinin önlerine koydukları unvanlarla kendilerini ekseriyetle “Seyyid” olarak tanımlayan bu grupların Aleviliği dönüştürme çalışmaları, Dersim ve Erzincan gibi Alevilerin köken coğrafyalarının yanı sıra Alevilerin yoğun yaşadıkları İstanbul, Ankara, İzmir ve Tekirdağ gibi çeşitli büyükşehirlerde de günümüzde halen aktif bir şekilde devam etmektedir” diyor. Bu kesimlerin “Alevilerde ramazan orucu vardır” başlığı ile Şia ezberlerini savunan bir yazı yayınladıklarını da belirten Öğüt, “Bunlar içerisinde İran’a gidene kadar Alevi Cemlerinde zakirlik yapan ama İran’dan döndükten sonra Alevi ritüellerini beğenmeyip radikal Şiacılara dönüşen örnekler de mevcuttur” diyor.
Şiacı misyonerlerin Alevilik ve Şiiliği aynı göstermek amacıyla, yılın belli zamanlarında İran ve Irak’taki Şiilerin ve Safevilerin kutsal mekânlarına çeşitli geziler düzenlediklerini belirten Öğüt iki inancın birbirinden tamamen farklı olduğunu anlatıyor:
“Şiilikle Alevilik arasındaki farklar, Sünnilikle Alevilik arasındaki farklardan az değildir. Bu anlamda camide ibadet, ibadette imamların cemaate öncülük etmesi, ibadetin namaz (rükû ve secde) şeklinde gerçekleşmesi, ezanla ibadete çağrı, harem-selamlık ayrımı, muta nikâhı, çok eşlilik, kadınların örtünme zorunluluğu ve kadına bakış açısı gibi temel konular başta olmak üzere, Alevilikle hemen hemen hiçbir ortak noktası bulunmayan geleneksel Ortodoks İslam’ın kalıpları içerisindeki Şiiliği, Aleviliğin özü olarak pazarlamak için son zamanlarda çok yoğun bir çaba sarf edilmektedir.”
“Şiacı misyonerlerin” Alevilere Ramazan orucunu dayattığını, “tarikat namazı” adı altında namazlı cemler organize ettiğini, cemevlerinde Kuran kursları açtıklarını, cemlerde kadınlara başörtüsü dağıttıklarını ve erkek-kadın ayrımı olmayan Alevilikte insanların haremlik selamlık olarak ayrıldığını söyleyen Öğüt şöyle devam ediyor: “Şiacıların İslamcı Alevilik tezleri hiçbir gerçekliğe uygun değildir. Böyle yaparak Aleviliğin bütünsel hümanist yaşam felsefesini dar çatıların altına zoraki sığdırma çabalarıyla Şiiliğe uydurmaya çalışıyorlar. Oysa Aleviliğin Hak ve Hakikat yolu için asıl önemli olan ne kadar İslami olduğunuz değil, ne kadar insani olduğunuzdur.”
Alevilerin Ehlibeyt sevgisinin dönüştürücü bir zaaf olarak kullanılmaya çalışıldığını ileri süren Öğüt, Alevi mabetlerinin bir Truva atı gibi kullanıldığını öne sürüyor: “Alevi postuna bürünen Şia’nın içeriden kuşatan asimilasyonu, bazı molla zihniyetli sözde dedeleri ve İslamcı Alevi kurumlarını Truva atı olarak kullanarak en sinsi şekilde ilerlemektedir. Asimilasyonu direkt mabedin içerisinde başlatmalarından ötürü ortada suiistimal ettikleri ciddi bir boşluk var demektir.”
Alevi asimilasyonuna ilişkin kapısını çaldığımız bir diğer isim ise yazar Ayhan Aydın. Alevi gelenekselliğine ilişkin pek çok kitaba ve saha araştırmasına imza atan Aydın; Osmanlı’da katliamlar yaşayan ve o yüzden kırsal alanlarda yaşamayı tercih eden Alevi toplulukların, Cumhuriyet’le de kaderinin değişmediğini söyleyerek başlıyor sözlerine. Cumhuriyet döneminde Alevi-Bektaşi topluluğunun inançlarını ve kültürlerini inançlarının yasaklandığını hatırlatarak, 1925 tarihli Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Alevi ocaklarını kapattığını anımsatarak devam ediyor:
“Dolayısıyla bugüne değin hayata geçirilen uygulamalar devlet eliyle bir asimilasyonun hayata geçtiğini öncelikle olarak söyleyebiliriz.”
Alevilerin, Cumhuriyet’in laiklik ilkesi nedeniyle ‘laisizm, Kemalizm, CHP’lilik’ gibi etiketlerle anıldığına dair sorumuza ise şu yanıtı veriyor, Aydın:
“Bu da bir asimilasyondur. Alevilerin laik olmasını, sanki laikliği bir dinmiş gibi sunmak bambaşka bir politikadır. Ama pek çok araştırma da ortaya koyuyor ki, Aleviler cemlerini Cumhuriyet döneminde bile gizli saklı yapmıştır. Sahada halkla, dedelerle yaptığım 3 bine yakın söyleşi var ki, bu söyleşiler Alevilerin Cumhuriyet döneminde bile kendini güven içinde hissetmediğini ortaya koyuyor. Alevi köylerine zorla yapılan camiler bunun bir örneğidir. Alevi köylerine götürülmeyen hizmetler bunun kanıtıdır. Yani tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de devlet mekanizmasına göre Alevi olmak kötü bir şey.”
Ayhan Aydın, 1968 sonrası özellikle Alevi nüfus içinde örgütlenen sosyalist hareketlerin inancın gelişimi yönünde teşkil ettiği engeli ve bunun sonucunda gelişen asimilasyonu ise şöyle değerlendiriyor: “Sosyalist hareketlere saygı duyuyorum fakat bir bütün olarak baktığımız zaman Türkiye’de sosyalist sol hareket Alevi gerçeğini tam anlayamamıştır, kabul etmemiştir. Bir kısmı Alevileri gerici olarak nitelemiştir, çünkü bu kesime göre inanç varsa bu gericiliktir. Sosyalist hareket içindeki bazı gruplar ise, biraz daha kurnaz davrandılar. Alevi gençlerinden kendilerine katılanlardan hareketle Alevi kitlesini kullanma yolunu tercih ettiler. Dolayısıyla bu kitleyi istismar ettiler. Geri kalan azınlık bazı grup ve Hikmet Kıvılcımlı gibi isimlerin ise, Aleviliği çok önemsediğini biliyoruz.”
Yazar Aydın, Şiileşme riskine karşı da tespitler yapıyor:
“Bana göre Alevi kurumlar ve Alevi aydınlar, İran ve Şiilik etkisini hala tam anlamıyla ciddiye almıyorlar. Bu büyük bir açmazdır ve Aleviler sınıfta kalmıştır. Alevi aydınlar hala Aleviliği tanımlama derdindeler ve halka hikâye anlatıyorlar. Biz Alevi yazarlar olarak Şiiliği bilmiyoruz, bunu açıklıkla söylüyorum, bunu araştıran da yok. İkincisi olarak kurumlarımız Aleviliğe hizmet etmiyor, yozlaşmanın ana yapılarına dönüşmüş durumda. Dolayısıyla asimilasyon süreçleri, bu kurumların etkisizliğinin üzerinde yükseliyor. O nedenle istisnasız bütün Alevi kurumları asimilasyona açıktır, bu Şii asimilasyonu da olabilir, Marksizm üzerinden Aleviliğin inançsızlaştırılması da olabilir. Bunun nedeni, Alevi kurumlarının inanç değerlerine uygun faaliyet yürütmemesi.”
Şiiliğin İran’ın ‘her şeyi’ ve adeta ‘silahı’ olduğunu söyleyen Ayhan Aydın; “Şiilik İran’ın avazı çıkana dek bağıran ağzı, eli, kolu, silahı, hırsıdır” diyor ve Şiilikte takiyyenin varlığına da dikkatini çekiyor.
“Takiyye yöntemi Alevi kitlesini çeken en önemli sarmaşık. İran bu konuda çok ciddi çalışıyor. Azerbaycan ve Gürcistan’da İran Şiiliğinin ne kadar etkisi olduğunu duyuyoruz. Bu iki ülkenin yanı sıra Balkanlarda da, İran konsoloslukları misyoner gibi çalışıyor. Burada Bektaşi tekkelerine kadar girmiş durumdalar.”
Ayhan Aydın
İranlı görevlilerin gittikleri her Alevi topluluğuna ‘Aynı Ali’yi seviyoruz’ düsturuyla yaklaştığını anlatan Aydın; “İğnenin ucu kadar bir benzerlik bile takiyye yetiyor” diye konuşuyor: “Bizim bilinçsiz, bilgisiz, paraya muhtaç, ezilmiş, yükselmek isteyen, kendi pirini-ocağını tanımayan yığınlar bu inanç eksikliğini bir yerden gidermek istiyor. İran bu yollarla Türkiye’deki Alevileri keşfediyor, Balkanlardaki Bektaşileri keşfediyor.”
İran Şiiliği ile Aleviliğin hiçbir ortak noktası olmadığını, Şiilikte üç vakit namaz, Ramazan orucu gibi ibadetlerin olduğunu anlatan Aydın “Bizim Aleviler bilmez ama İran Şiileri kesinlikle muharrem orucu tutmazlar. Yüzyıllarca İmam Hüseyin için gözyaşı döküp oruç tutan bizim Alevi-Bektaşi kitlesine sormak lazım, siz mi bu kadar şuursuzlaştınız, başınızdaki dernekler mi?” diye soruyor. İran ve bağlantılı kesimlerin, Alevileri 30-40 yıldır devşirmeye çalıştığını öne süren Aydın bunun yansımalarını şöyle anlatıyor: “Bütün cemevlerini gezin, hepsinde Şii yayınlarını görürsünüz. Bizim kurumlarımız, belediyelerin imarethaneleri gibi çalıştığı için bunun farkında değiller. Sadece yayınlar değil, cemevlerine geliyorlar, genç dede adaylarını İran’a götürüyorlar. Böyle bir şebeke ile karşı karşıyayız.”
Ehlibeyt Âlimleri Derneği Genel Başkanı Kadir Akaras, Öğüt gibi isimlerin eleştirilerine muhatap olan kesimden. Akaras; Şiilik, Alevilik ve Caferilik arasında hiçbir fark olmadığını belirterek başlıyor sözlerine ve devam ediyor: “Şiilik, Aleviliği de Caferiliği de barındırır. Ali taraftarlarına genel olarak Şii denir. Bunların bir kısmı fıkıh olarak Caferidir, bir kısmı Alevidir, bir kısmı İsmaili’dir, Zeydi’dir.” Iğdır Azerilerinden olan Kadir Akaras, Türkiye’deki Aleviliği şöyle tarif ediyor:
“Türkiye de tüm Ortadoğu ülkeleri gibi mozaik bir yapıya sahiptir. Bu türden yapıların siyasi, kültürel ve inanç bağlamında değerlendirilmesinden yanayım. Siyaset mekanizmasının, insanların inancını ve kültürünü yaşamasını garanti etmelidir. Maalesef Türkiye’de geçmişten günümüze kadar devam eden bir baskın inanç ve siyaset vardır. Kendisi gibi olmayanları dönüştürmek isteyen bu baskın kültürün etkisinde Aleviler, kimi zaman farklılık gösterseler de, köken olarak tamamı Ali taraftarıdır.” ‘Ali’siz Alevilik’ kavramının kendi içinde tezat teşkil ettiğini söyleyen Akaras, “Hem Alevilikten bahsedip hem de Ali’sizlikten bahsetmek imkânsızdır” diyor. Bazı Alevilerin fıkıh anlamında ehlibeytin fıkhına uymadığını, ancak bunun her inançta da görülebilen bir durum olduğunu dile getiren Akaras “Her Hıristiyan ya da her Sünni de inancının gereğini yerine getirmeyebiliyor” diye konuşuyor.
Ehlibeyt Alimleri Derneği olarak, baskın kültürün kendi inançlarını dönüştürme politikalarına karşı direnmek için faaliyet yürüttüklerini anlatan Kadir Akaras “Camilerimizi yaptırma-yaşatma, camilerimize hoca temin etme, hocalar arasındaki diyaloğu sağlama gibi çalışmalarımız var” diyor. İnanç merkezi olarak camiyi tarif ediyor ve namaz kıldıklarını söyleyen Akaras’a, Alevilerin inanç kurumu olarak cemevini gördüklerini ve namaz gibi ibadetlere mesafeli olduklarını hatırlatınca şu yanıtı veriyor:
“Ali taraftarlığının temel inanışları vardır. Allah’ın tek olduğuna, kıyamet gününe, Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna, 12 imamın peygamberin vasileri ve halifeleri olduğuna inanmaktır. Bu konuda Alevilerin ve Caferiler arasında hiçbir fark yoktur. Ancak yaşam biçimi olarak yani fıkıh olarak, kişilerin tercihi önemlidir. Namaz, oruç, hac bize göre farzdır ama bunu ehlisünnette de yapmayan var. Alevi toplumu Osmanlı’dan günümüze uzanan baskıların etkisiyle, içine kapanmış bu farzlardan uzak kalmıştır. Ancak bunu inkâr etme noktasında değillerdir. Biz cemevine karşı değiliz, toplum kendisini nasıl tanımlıyorsa siyaset mekanizması da bu tanıma uygun o kesimin hukukunu korumalıdır. Ayrıca hem cami hem de cemevi toplanma yeri anlamına gelir zaten. Bizim için bu türden ibadetler teferruattır ve Aleviliğin İslam dışı olarak tarif etmekten daha büyük bir haksızlık ve zulüm yoktur.”
Aleviliğin tarihsel olarak Şii olduğunun belgelerle kanıtlandığını ileri süren Akaras, Caferiler ile Aleviler arasında mesela kadınların örtünmesi ile ilgili farka dair sorumuza ise şu yanıtı veriyor:
“Bizim inancımızda kadın hiçbir zaman dışlanmamıştır. Cenaze namazlarına, Cuma namazlarına katılır, cami ve mescitlerinde günlük namazlara kadınlar da iştirak eder. Kadın-erkek ayrımı söz konusu değildir. Evet, giyim kuşam tarzında bir kapalılık vardır ama bu kapalılığın ölçüsü de kişiye göre değişebilir. Çarşaf mıdır, pardösü müdür, türban mıdır kişinin kendi kararıdır. Biz diyoruz ki, kadın ve erkek sadece maddesel olarak toplumda yer almamalıdır. Cinsel çağrışımlar olmamalıdır. Bunu her iki cins için de söylüyoruz. Herkesin İran ya da Arabistan’daki giyinme mecburiyeti olmayabilir ama toplumun kültürüne uygun giyinmesi de gerekir. Kadını sosyal hayatın oyuncağı haline getirmemek gerekir.”
Akaras Alevi ileri gelenlerini İran’a götürme ve onları Şii misyonerlerine dönüştürecek eğitimler aldırma eleştirilerine ise ‘turistik gezi’ tabiriyle yanıt veriyor:
“Bakış açısı çok önemli. Burada kötü bir niyet var. İnanç turizmi diye bir şey var. Aleviliğin ulu ozanlarından Şah Hatayi’nin mezarı Erdebil’de (Şah İsmail), Hacı Bektaş Veli Nişabur doğumlu. Buralardan nasıl kopulabilir ki? İnanç turizmini elbette teşvik ediyoruz. İmam Hüseyin’in anma törenlerinden pek çok kutsal mekâna gidilmesini teşvik ediyoruz. Bunu sadece Türkiye’de değil, Azerbaycan’da da yapıyoruz. 12 imamın türbeleri İran ve Irak’tadır, buralara gitmekten daha doğal bir şey yok. Bu inanç turları düzenleniyor ve düzenlenmesi gerekir. Ama bu iddia sahiplerine sormak istiyorum, Aleviler o kadar mı akılsız ki, üç gün gidip gelmekle Şii olacaklar?”
Bu sorusundan hareketle “Alevileri Şiileştirmek mi istiyorsunuz ya da Alevileri yola mı getirmek istiyorsunuz” sorumuzu da şöyle yanıtlıyor:
“Aleviler yoldan çıkmamıştır ki, yola gelsinler. Ama insanlar birbirlerinden etkilenir, bu kaçınılmazdır. O yüzden Alevileri Şiileştirme iddiası tek kelimeyle iftiradır. Bu iddialardan fazlasıyla rahatız. Bu konuda özel bir çabamız yok, böyle bir çabayı da doğru bulmuyoruz. Çünkü ben eğer birilerini etkileyip Şiileştirmek istiyorsam, Sünnilerin de beni Sünnileştirmesini meşru görmüş olurum. Bence inançlar birbirini tolore etmelidir, asimile değil.”
On İki İmam Sosyal Dayanışma Eğitim ve Kültür Derneği başkanı ve “Alevi İslam’ında İnanç ve İbadetler” kitabının yazarı Sefer Akkuş, ilahiyat eğitimini İran’da almış bir isim. Seyyid bir aileden geldiğini söylüyor ve o yüzden bu unvanı kullanıyor. Alevi sözcüğünün manasının bizzat Hz. Ali soyundan gelenlere verildiğini ileri süren Akkuş; bu sözcüğün Arapça “Aliyy” isminden meydana geldiğini ve “Aliyy” isminin son harfinin “ya” harfi olması nedeniyle Alevi kelimesine dönüştüğünü söylüyor:
“Alevi hem Hz. Ali soyundan olan kimselere Seyyidlere denir hem de Hz. Ali’nin taraftarı dostu izleyicisi olan kimselere denir. Tarih kaynaklarına baktığımızda Alevi isminin Seyyidlere verildiğini görüyoruz. Alevi kavramı son 100-120 yıl içerisinde herkese verilen bir kavram olmuştur. Ehlibeyt taraftarları için Osmanlı arşivi kayıtlarında da yazıldığı üzere Rafizi, Şii, Kızılbaş, İmamiye, Caferi, Mülhit vs gibi isimler verilmiştir ki, bazıları bizim kendimize verdiğimiz isimlerdir bazıları da bizleri dört mezhep harici ve İslam dışı kafir gören ve hakaret için veren saltanat için kendi evlatlarını bile katleden ve fetva veren Yavuz ve Kanuni döneminin şeyhülislamları kadıların marifetidir.”
Sefer Akkuş
Cemevlerinin son 25 yılın ürünü olduğunu söyleyen Akkuş; Alevilerin esas ibadet merkezlerinin tekke ve cami olduğunu söyleyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
“İnancı yok sayılan ve türbe dergahlarına el konulup asimile ile camiye davet edilen Alevi toplumu bunu kabul etmemiş ama ibadet edecek mekan ve âlimleri de olmadığından sonradan yapılan 25 yıllık cemevleri bu sorunu içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Eğitimsiz, bilgisiz birçok insan bu yüzden namazını ve orucunu öğrenememiştir. Lakin araştırıp öğrenen ve istisna bazı dergâh ve cem evlerinde orucunu tutup namazını kılan Aleviler az da olsa günde güne çoğalmaktadır.”
Bazı dedelerin Alevilere namaz ve orucun Alevilikte olmadığını söylediğini belirten Akkuş; bu konuda hayli sert konuşuyor:
“Maalesef ismi sadece dede olduğu halde bilgi birikimi olmadığı halde posta oturup din adına ahkâm kesen insanlar yüzünden toplumumuz bilgi kirliliği ve karmaşası yaşamaktadır. Oysa hepimizin eğitimi Kuran ve Ehlibeyt bilgileri, ilim ve irfanları çerçevesinde olmuş olsa idi bugün toplumumuzda bu ayrılıklar, başka fikir ve düşünceler bu kadar olamazdı.”
Anadolu Aleviliği kavramına da karşı çıkıyor, Akkuş ve Aleviliğin Şiilik ile anlamdaş olduğunu ve Anadolu’ya hapsedilerek, Şiadan uzaklaştırıldığını öne sürüyor:
“Anadolu Aleviliği tabiriyle toplumumuz, Ehlibeyt inancından uzak tutuldu. Anadolu’ya hapsedilen Alevilik inancı, bağlı olduğu mektep ve inançtan koparılınca ‘Alisiz Alevilik’, başka bir din, Luvilik, Hititler, İslam’dan önce var olan bir inanç gibi saptırılmış sözler ve yollar ortaya çıkarılarak Aleviliğe büyük darbeler ve zararlar verildi.”
Almanya’da kabul edilen Aleviliğin başka bir din olduğu şeklindeki yasaya da tepki gösteriyor Akkuş ve “Alevilik, İslam’ın kendisidir” diyor:
“Kuran ve Ehlibeyt inancı yerine birçok kültürü inanç diye, ibadet diye toplumumuza inandıranlar ve inandırmaya çalışanlar buna sebep olanlardır. Aleviliği Anadolu’ya hapsettirmek isteyen karanlık odaklar Alevilerin oralara gidip yollarını öğrenmelerini, Alevi türbelerini görmeyi ve Alevi Seyyidler ile tanışıp, ilim adamlarından bilgi alıp bilinçlenmelerini istememişlerdir. Hatta bazı ateist, inançsız, sol ideoloji, kendini Alevi gösteren bazı örgütler; o türbelere ziyarete gidenleri haber sitelerinde paylaşıp işte “İrancı, Irakçı, Aleviler Şiileşiyor” gibi saçma yazılarla sanki Aleviler Şii düşmanı imiş gibi gösteriyor.”
Alevilerin İran ve Irak kentlerinin bir devşirme merkezi olarak kullanıldığına dair iddiasına karşı çıkıyor ve Alevi dedelerinin ve gençlerinin İran ve Irak’a gitmesini savunuyor:
“Hz. Ali’ye talip olan, taraftar olan Şii/ Alevi olanların o türbeleri ziyaret etmelerinden daha doğal ne olabilir? Derneklerimizde, vakıflarımızda, cemevlerinde, gerçek yol erlerinin doğru bilgilendirmesi ve organizesi ile bu ziyaret turları daha çoğaldığı zaman elbette toplumumuz daha bilinçlenecektir. Ancak bilinçlenmesini istemeyenler oralara gitmeyi kötü bir şeymiş gibi zannetmektedirler. Tememnim, Alevi toplumumuzun yalancıların, inkârcıların, hilekarların sözünden ve tuzaklarından kurtulup imamlarının mübarek şehadet mekanları Kerbela şehitlerinin mekanlarını ziyaret edip maneviyat ile yolunu sürüp dünya da ziyaretlerini ahirette şefaatlerini temenni edecek duaları topluca yerine getirmeleridir.”