Geçmiş her şeyden önce unutulmamayı talep eder. Ahlaken de bu, onun hakkıdır. Eğer geçmiş, güçlü, diri ve birleşikse, muhtemelen bir gelecek de talep edebilir. Gelecek talep etmek ahlakın işi değildir, bu iş siyasetin işidir. Çünkü gelecek talep etmek ahlaktan daha geniş bir bağlam gerektirir. Salt ahlakilik bir gelecek garantisi olamaz. Sırf ahlakla gelecek inşa edilemez. Gelecek denilen belirsiz durumu, belirli hale getirebilecek tek şey siyaset otobanıdır. Siyaset otobanın makul hali, hiç kuşkusuz birleşmiş bir pisttir. Birleşmiş pistin belki de yegane koşulu statü endişesine son vermektir. Çünkü her birlik eski statünün çözülmesi anlamına gelir. Mevcut statü ya da statülerde direnmek, birliğin yolunu tıkamaktır.
Geçmiş, belki de bir parça anlaşılmayı da umabilir. Anlaşılmak basit bir hadise değil. Bilgi üretmek gibi zahmetli bir işe soyunmak zorunlu. Bilgi üretmeden geçmiş anlaşılamaz. Bilgisi üretilen geçmiş de tarih olur. Zaten tarih, geçmişin üretilmiş bilgisinden başka bir şey değildir. Tarihin günümüzü anlamak için sunduğu perspektif, çok kıymetli olur. Bu bakımdan tarihin, günümüzü daha iyi anlamaktan öte bir işlevi yoktur. Var da / yoktur. Var da/ bizim işimize yaramaz.
Tarihsellik kavramı açısından Kürtlüğün durumu, tipik bir geçmiş kültüdür. Modern anlamda Kürt tarihçiliği henüz total bir nesnel gerçeklik manasında “geçmişin” sınırlarını dönüştürebilmiş değildir. Çünkü Kürt tarihçiliği hala hem yapana hem de yazan sadık bir hikayenin içinde. Kürtler açısından ideolojisinin anlamı değişime uğramışken, nedense tarih, bu değişimden azade kalmayı başarabilmiştir. Bu durumun iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyorum; bildiğim tek şey, saf gerçekliğin tabiatı gereği güvenilmez olduğudur. Saf ve katı gerçekliğin içine nüfuz etmeden ve buradan tutarlı bir söylem devşirmeden, deniz feneri mahiyetinde bir tarih perspektifine ulaşılamaz.
Çok iyi bilmediğim bir konuda fazla ahkam kesmek istemem. Derdimin adı şu: Geçmişin talep ettiği her neyse bu talebi yerine getirmek ancak birlikle mümkündür. Geçmiş unutturmayacak şey de birliktir. Ve esasen geçmişin sağlıklı bilgisini de üretecek olan mekanizma da birlik ruhudur. Birleşmeden tutarlı bir hikayeye sahip olunmaz. Bizi geçmişimizin içine hapseden egemen yapıya karşı koyma yeteneği, sadece birliğin yeteneğidir. Ya birliği gerçekleştirir başka bir hikaye yazarız ya da geçmişin içinde kalır, başkalarının hikayesinin parçası olmaya devam ederiz.
Birlik fikri en yüksek seviyedeki toplumsal fikirdir. Bütün diğer büyük fikirler gibi, birlik fikri de toplumsal olarak belirlenir. Eğer her düşünce toplumsal olarak belirleniyorsa, Kürtlerin birliği de öyle olmak zorundadır. Birlik fikri söz konusu olduğunda, diğer küçük fikirlerin nesnellik iddiaları, kendine yer bulamaz.
Birlik otobanında birleşik pistin önündeki engel, statü endişelerini gizleyen sözüm ona ideolojik farklılıklardır. Birliğin güçlü ve yeni potansiyelini idrak edemeyen ya da birleşmiş bir birlikle yeni ve büyük imkanları göremeyen “küçük lider” insanlar, “tutarlılık” ve “küçük olsun, benim olsun” adına birliğe karşı ayak diretirler. Kendilerini özgürlüğün, bağımsızlığın ve mutlak doğruların muhafızı olarak ilan ederler.
Woody Allen’in deyimiyle “doğum kontrol hapının icadından sonra kendilerini dünyanın en harika şeyi” sanırlar. Oysa devleti, statüsü ve temsili olmayan hiçbir Kürt kendini böyle görüp hissedemez. Çünkü yalan bunlar. Namevcutun temsili ve harikası olamaz. Dolayısıyla değişmesi gereken şey namevcut haldir. Namevcut halin değişmesi, en mutlak değerdir ve hiçbir değer bunun üstüne çıkamaz.
Arda’nın bazen ironik olarak gerçeği yüzüme haykırması gibi. “Heval; dünya sensiz de dönüyor. Bak, bilgisayar icat edildi, fikrini soran oldu mu?” Bereket versin ki futbol konuşurken bu tacizlere maruz kalıyorum. Siyasete dair söyleyeceklerini tahmin bile etmek istemiyorum.
Geleceğin ne istemediğini biliyorum. Aynı şekilde geçmişin de ne istemediğini biliyorum. Ne geçmiş ne de gelecek intikam peşinde değil.
İntikam açık yara gibidir; sürekli kanar. Kanamaya devam eden yara, intikam duyguları üretir. İntikam duygusu aklı kilit altına alır. Aklın tutsaklığı, koca geçmişi, basit bir intikam vasıtasına dönüştürür. Ve bunun adı da cesaret olur. Bizim cesarete değil, akla ihtiyacımız var.